tag:blogger.com,1999:blog-24688008955467733462024-02-19T11:12:40.413+03:00GeceUnknownnoreply@blogger.comBlogger14125tag:blogger.com,1999:blog-2468800895546773346.post-88742185840548045052020-11-07T23:00:00.001+03:002020-11-08T10:39:49.736+03:00Istrancalı Abdülharis Paşa (OKUR GÖZÜYLE İNCELEME)<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiyG58NM9ytCWqbhXeG-fIxhgDa-upH71GecpCdHA0yGywDLLymZi7y64rLTFjM8e7rBJp3h64IUSHcrFP9oxPqJ0R1-kgNHhOtSbfhZUFifON-f4Q8n9kJKRYZ0cSLkIFBEtoow6MVQbk/s3735/IMG_20200721_183513_821.jpg" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="3735" data-original-width="2988" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiyG58NM9ytCWqbhXeG-fIxhgDa-upH71GecpCdHA0yGywDLLymZi7y64rLTFjM8e7rBJp3h64IUSHcrFP9oxPqJ0R1-kgNHhOtSbfhZUFifON-f4Q8n9kJKRYZ0cSLkIFBEtoow6MVQbk/s320/IMG_20200721_183513_821.jpg" /></a></div><div>Merhabalar, uzun bir aradan sonra yine harika bir kitap incelemesi için post yazmak nasip oldu. Songulyabani mahlasıyla, özellikle Twitter'da yazdığı floodlar ve yaptığı Twitch canlı yayınlarıyla şahsına münhasır bir kitleye sahip olan tarihçi ve yazar Mehmet Berk Yaltırık'ın Istrancalı Abdülharis Paşa kitabı, 2019'un Mayıs ayında okurlarıyla buluştu. </div><div> </div><div>Öncelikle kitabın benim için çok daha özel bir yere sahip olduğunu belirtmek isterim. Kitabın antagonisti olan Abdülharis Paşa karakteri, yazarı tarafından yıllardır ilmek ilmek işlenmiş, altyapısı çok sağlam bir karakter. Benim de nam-ı diğer, "Şerruh Paşa" ile tanışmam da sevgili Yaltırık'ın blog sayfası zamanlarına dayanıyor. Zira Abdülharis Paşa'nın, burada kendisine ait, kısa ama karaktere dair fikir veren, "Şerruh Paşa'nın Sırrı" isimli, ürkütücü bir öyküsü bulunuyor. Benim, "Paşa Hazretleri"ne olan hayranlığım da bu öyküyle başlamıştı. Sonraları, sevgili Yaltırık'ın, Abdülharis Paşa'yı farklı ve daha güncel bir hikayede konu alan, sürükleyici bir tefrika dizisi de yayınlaması, karaktere olan halihazırdaki sempatimi, giderek arttırdı. Yaltırık'ın karakteri daha da işleyip, romanını yazacak olması da beni bir hayli heyecanlandırmıştı. Zira Abdülharis Paşa, duruşundan, konuşmasına, tavırlarından, ürkütücülüğüne, çok ilgi çekici ve merak uyandırıcı bir karakter. Evet, inceleme kısmına başlayalım.</div><div><br /></div><div>Kitap, Mehmet Berk Yaltırık'ın böyle bir karakter tasarlarken aldığı ilham ve roman yazım süreci içerisinde destek aldığı kişilere teşekkürlerini sunan bir önsözle bizi karşılıyor. (Yazım süreci esnasında bazı ufak yardımlar ve fikir alışverişlerine istinaden, sevgili Yaltırık, önsözde şahsıma da teşekkürlerini ileterek, benim için çok hoş bir jest yapmış, buradan ben de kendisine tekrardan teşekkürlerimi iletiyorum.)</div><div><br /></div><div>Roman, 1665 yılında Anadolu'nun bozkırdaki bir obasında başlıyor ve daha sonra günümüze de gelerek, iki farklı zaman diliminde ilerliyor. Bir tarafta Karçarlu obasının beyi İshak Beg'in yörüklüğü bırakıp, Ankara sancakbeyine tabii olması, diğer tarafta da Edirne'nin saygınlığı azalmış ailelerinden birinin araştırma görevlisi olan oğlu Asil'in, Karçarlu obasıyla ilgili takıntısını ve nişanlısı Güldem'le aralarındaki ilişkiye dair detayları öğreniyoruz. Kitabın bu kısımlarında, yörüklükten derebeyliğe geçen bir obanın, zamanla asimile olmasını, diri tutmaya çalıştıkları törelerini ve adetlerini yavaş yavaş farketmeden terkettiklerini görüyoruz. Diğer tarafta ise Asil'in zihninde flashback olarak çakan isimler, imgeler ve rüyalar, giderek bir takıntı haline geliyor.<br /></div><div><br /></div><div>Kitabın ilerleyen sürecinde, İshak Beg'in, "bey" olarak sorumluluklarını, görevlerini sorgulaması, halkına karşı takınması gereken kimlik hakkında yaşadığı iç hesaplaşmalar, klasik "kimlik bunalımı" yerine daha çok daha akıcı şekilde anlatılmış. "Edinilmiş iktidar" mefhumundan ötürü, yapılan "korkunç" bir yanlışın sonrasında gelişen daha da ürkütücü bir süreç bizi bekliyor. "Atılan ok, bir daha geri dönmez" lafını hatırlatırcasına, yanlışın "atılan bir ok" ile gerçekleşmesi detayı da oldukça hoş. Diğer tarafta, günümüzde Asil'in, nişanlısı Güldem ile birlikte, olaylara ve birbirlerine verdikleri tepkiler çok doğal. Radyodan salınan müziklerin, ilgili kısımlarla olan uyumu da gerçekten çok güzel detaylar. (Özellikle Sleepy Hollow ve Ichabod Crane detayları, yüzüme bir Münir Özkul gülümsemesi yerleştirdi.) "Şimşeklerin çaktığı bir akşamda, gotik ve mum ışığında sevgiliyle içilen şarap" fikri de, korku ve gerilimi seven biri olarak, bilinçaltımı baya bir gıdıkladı, itiraf ediyorum.<i></i><br /></div><div><br /></div><div>Ve sonunda, kitabın ana karakteri olan Abdülharis Paşa'nın doğum süreci ve ergenliğe girişi anlatılıyor. Burada, Abdülharis'in, "bey oğlu" olma zorunluluğu ve bunun Abdülharis üzerindeki baskıları, bir taraftan "Abdülcük"ün halkı içerisinde yer edinme, hatta yer yer caka satma gibi ergenliğe yeni adım atan, 17.yy Balkanlarında yaşayan bir delikanlının ergenliğe geçiş süreci, karşı cinsi farketmesi ve kendini ispatlamak için eline geçen fırsatları iyi bir şekilde kullanmasını, karakterle özdeşleşerek görüyoruz. <br /></div><div><br /></div><div><b><i>YAZARIN NOTU: "Adama gelmez hatun kısmından bir faide more!" repliği, ayrıca hoşuma gitti.</i></b></div><div><b><i><br /></i></b></div><div>Sırada, Abdülharis'in kendini, beyliğine ve Osmanlı'ya ispat edebilmek için aradığı eşsiz fırsatı değerlendirmesine ve Osmanlı adına cephede kazandığı kişisel başarıları okuyoruz. Özellikle parantez açmak istediğim kısım, sevgili Yaltırık'ın, orduyu ve savaş alanını anlatırken kullandığı üst düzey tasvir yeteneği. Yazarın tasvirdeki mahareti sebebiyle, Osmanlı'nın ordusunu, "nehirleri içerek kurutan Xerxes'in Pers ordusu" gibi görmeye başlayıp, savaş kısımlarını okurken de Nef'i kasidesi okuyormuş gibi kılıç şakırtılarını, tozu, kanı ve pisliği yüzünüzde hissedebiliyorsunuz. Mehmet Berk Yaltırık'ın önceki öykülerinde ve eserlerinde de tasvirdeki bu başarısını görebilmek mümkün.<i><b> </b></i>Filizleri atılan karakterin asıl gelişimi ise orduda yaşadıkları ve görüp geçirdiği şeylerle başlıyor. Genç ve gelecek vaadeden bir derebeyi iken bir anda kaçak olup, kendini insanlardan soyutladığı, yaralandığı, aç gezdiği ve hatta "karışanları" gördüğü kısımlar, çok kısa bir zamanda yaşanan karakter değişimini gayet güzel vurgulamış. Sonraki kısımlara da altyapı oluşturan bu bölümler, Abdülharis Paşa'nın umudunu yitirdiği bir sırada kendisine yaklaşan <i>"garip suretli adamlar"</i> tarafından bulunmasıyla, bambaşka bir safhaya geçiş yapıyor. <br /></div><div><br /></div><div>Abdülharis'in serdengeçtiliği ve birlik olduğu "hayduk" çetesiyle olan süreci ve buradayken yaşadığı travmatik olaylar, duygu-durum geçişleri, bizi karaktere dair ufak ufak hazırlayan süreçler. Bir grup acımasız ve korkunç eşkıyanın arasındaki sürede, biz de okur olarak Abdülharis'le sık ormanlar ve dağlar arasında adam kesiyor, haraç alıyor, işkence yapıyor ve al topuklu beyaz kuzularla güreş tutar hale geliyoruz (burada inceleme yazarı, sakal atma hareketi yapmaktadır). Romanın konusunun haricinde, gerçekten de 17.yy da bir eşkıya grubunun yaşayışı, var olabilmek adına yaptıkları ve birbirleri arasındaki garip hiyerarşik ilişkiye, çok detaylı şekilde vakıf oluyoruz. Hem sosyal hem beşeri olarak, hem de dönem Osmanlı'sının devlet yönetimine dair ufak detayları, yer yer doğrudan, yer yer dolaylı olarak, bu kısımda öğrenebilmek mümkün. Tabii bu esnada, Abdülharis'in giderek hissizleşip, zalim, gaddar ve çok tehlikeli birine dönüşümü de aktarılıyor. Bazı bölümlerde eşkıya grubunun yaptığı işkenceler, kurgu mudur, gerçek midir bilinmez, çok yaratıcı. Malum dönüşüm hasebiyle, Abdülharis'in bu hissizlikle oynamaya başladığı tehlikeli bir kumar, yine akışın seyrini değiştiriyor. Günümüz kısmında ise Asil'in araştırması sırasında akademisyenlerle arasındaki sancılı ve bir o kadar da mecburi ilişkileri, hem annesi hem de nişanlısı Güldem arasında kalması, basiretsizliğinin aklına gelişi, atalarının sahip olduğu kudrete hayranlıkla bakması ve hayatına dair kontrolsüzlüğünün, hocası İsfendiyar tarafından eleştirilmesi, güzel detaylar. Sevgili Yaltırık, çok ufak ve güzel dokunuşlarla akademisyen egosunu hicvetmeyi başarmış; ayrıca takdir ettim.<br /></div><div><br /></div><div>Sonraki süreç, Abdülharis'in gerçek anlamda yükselişi, evine dönerek beyliği alması ve kendisine paşalığın verilişi ile devam ediyor. Hem orduda, hem de şakilik zamanlarında kişiliği katılaşan Abdülharis'in, zekasını ve şüpheciliğini de kullanarak, mıntıkasında göz bile açtırmaması, her ne kadar Osmanlı'ya tabii olsa da, bölgesini savunurken acımasız eşkıya yöntemleri kullanması ve en sonunda çocukların, <i>"sus yoksa seni Abdülharis Paşa'ya veririm!" </i>denilerek, korkutulduğu bir karaktere evrilmesi ile devam ediyor.</div><div><br /></div><div>Romandaki asıl kırılma noktasıysa, bir ihanet ile geliyor. Yine yabanda göz açtırmayan, iki ayaklı kurt olmuş eşkıyaların vahşi doğası ortaya çıkıyor ve paşamız, hiç beklemediği yerden büyük darbeyi alarak, ürkütücü doğasına geçişini tamamlıyor. Özellikle paşanın kız kardeşi İsmihan'ın bulunduğu kısımlar, gerçekten çok ürkütücü. Hatta İsmihan karakteri, zaman zaman, romanın korku seviyesini tek başına sırtlamış. </div><div><br /></div><div>Kitabın kalan kısmı, Abdülharis Paşa'nın Osmanlı'nın çöküşü, cumhuriyetin kuruluşu ve bir çok olay esnasında unvanını muhafaza ederek, değişen dünyaya ayak uydurması, hatta ve hatta teknolojiyi bile kullanarak, kendine yeni kurbanlar bulması ile devam ediyor. Tam bu esnada, Paşa'nın, kitapta çok ince şekilde kurgulanmış bir başka karakter ile karşılaşmasını okuyoruz. Muhtemelen sonraki kitaplarda bu karakteri daha sık okuyacağımızı tahmin ettiğim için, fazla detaya girmeyeceğim.</div><div><br /></div><div>Geçmiş ve şimdiki zamanın bir araya geldiği final sekansında ise neyin ne olduğu apaçık ortaya çıkıyor ve dehşet verici gerçekle yüz yüze geliyoruz. Roman, gayet güzel bir finalle bitiyor.</div><div><br /></div><div><i><u>Kendimce kitabın güzel tarafları</u></i>, </div><div> </div><div>Tasvirlerin çok güzel oluşu, öykünün gayet güzel ilerlemesi (hatta bazı zamanlarda kitap akıp gidebiliyor) zaman atlamalarının güzel verilişi ve kronolojiye verilen önem. Karakter gelişimleri ve yazılışları çok başarılı. Tarihteki gerçek olaylara dirsek temasında seyreden hikaye. Hem geçmiş hem de günümüz insanı üzerinden, çok yerinde sosyal ve psikolojik tespitler. Topluma, insanlara, akademisyen çevrelerine, erkeğe, kadına, kısaca hicvedilecek çoğu şeye tam dozunda ve tadında hicvedilmesi. Hollywoodvari herhangi bir öğenin kitapta bulunmaması.<br /></div><div><br /></div><div><u><i>Kendimce kitabın kötü tarafları</i></u>, </div><div> </div><div>Asil'in bulunduğu kısımlar, Paşa'nın bulunduğu kısımlara göre çok daha sönük. Kitaba renk katan "playlist" olayı güzel düşünülmüş ama yine de yer yer fazla sıkıcı. Özellikle klasik akademisyen çevresindeki kişilerin hırsları ve egoları ya da kadın karakterin çok doğal ama gereksiz tepkilerini okumak, Paşa'nın yolculuğuna kıyasla daha az tercih edilebilir olabiliyor.</div><div><br /></div><div>Yer yer aşina olmadığımız bazı kelimeler, deyimler ya da deyişler, anlatımda karşımıza çıkabiliyor fakat okumayı çok da etkilemiyor. Olumsuz diyebileceğim son şey de, tarihlerin, isimlerin ara ara çok fazlalaşması. Belli bir kısımda, bundan dolayı kitaptan biraz koptuğumu hatırlıyorum. Fakat yine de roman, sonraları toparlıyor. Korku düzeyinin beklediğimden az olduğunu da ekleyeyim. <br /></div><div><br /></div><div>Sonuç olarak, sevgili Yaltırık'ın uzun süredir üzerinde ilmek ilmek çalıştığı bu romanı, genel anlamda beni tatmin eden bir romandı. Korku düzeyi bir-iki tık daha yüksek olsa, tadından yenmeyebilirdi. Ama bir orijin öyküsünü konu alan bir roman için gayet başarılı. Kitap sizi beyninizden vurulmuşa çevirmiyor, aylarca etkisinde bırakmıyor belki ama karakterlere ve kitabın geçtiği evrene sizi daha da yakınlaştırıyor. Kitabın asıl özelliği biraz da bu. Alışılmadık vampir öykülerini seviyorsanız, kitap tam size göre. <br /></div><div><br /></div><div>Bir de güzel not: Mehmet Berk Yaltırık'ın yeni romanı da galiba yolda. Sanırım bu sefer, İstanbul'un korkutucu gecelerine gideceğiz.<br /></div><div><br /></div><div><br /></div>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2468800895546773346.post-14447791901710771372019-09-16T08:10:00.001+03:002019-09-16T08:19:24.614+03:00Suretler<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg1Th_BEpo72R6f2oZwBme1B86U-NTOU5HaInXCYjOovg6Hz8BRXEr3hvMh9MgmZkNHaWUMEKyEQPoBG1CtI90yc5wudx668dTeSjM0pCt3k_uqiCxIy5a2i4tecSIg1lJVZLze13F4238/s1600/image-of-person-child.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="450" data-original-width="337" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg1Th_BEpo72R6f2oZwBme1B86U-NTOU5HaInXCYjOovg6Hz8BRXEr3hvMh9MgmZkNHaWUMEKyEQPoBG1CtI90yc5wudx668dTeSjM0pCt3k_uqiCxIy5a2i4tecSIg1lJVZLze13F4238/s320/image-of-person-child.jpg" width="239" /></a></div>
<div style="text-align: left;">
<br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><!--[if gte mso 9]><xml>
<o:OfficeDocumentSettings>
<o:AllowPNG/>
</o:OfficeDocumentSettings>
</xml><![endif]--><!--[if gte mso 9]><xml>
<w:WordDocument>
<w:View>Normal</w:View>
<w:Zoom>0</w:Zoom>
<w:TrackMoves/>
<w:TrackFormatting/>
<w:HyphenationZone>21</w:HyphenationZone>
<w:PunctuationKerning/>
<w:ValidateAgainstSchemas/>
<w:SaveIfXMLInvalid>false</w:SaveIfXMLInvalid>
<w:IgnoreMixedContent>false</w:IgnoreMixedContent>
<w:AlwaysShowPlaceholderText>false</w:AlwaysShowPlaceholderText>
<w:DoNotPromoteQF/>
<w:LidThemeOther>TR</w:LidThemeOther>
<w:LidThemeAsian>X-NONE</w:LidThemeAsian>
<w:LidThemeComplexScript>X-NONE</w:LidThemeComplexScript>
<w:Compatibility>
<w:BreakWrappedTables/>
<w:SnapToGridInCell/>
<w:WrapTextWithPunct/>
<w:UseAsianBreakRules/>
<w:DontGrowAutofit/>
<w:SplitPgBreakAndParaMark/>
<w:EnableOpenTypeKerning/>
<w:DontFlipMirrorIndents/>
<w:OverrideTableStyleHps/>
</w:Compatibility>
<m:mathPr>
<m:mathFont m:val="Cambria Math"/>
<m:brkBin m:val="before"/>
<m:brkBinSub m:val="--"/>
<m:smallFrac m:val="off"/>
<m:dispDef/>
<m:lMargin m:val="0"/>
<m:rMargin m:val="0"/>
<m:defJc m:val="centerGroup"/>
<m:wrapIndent m:val="1440"/>
<m:intLim m:val="subSup"/>
<m:naryLim m:val="undOvr"/>
</m:mathPr></w:WordDocument>
</xml><![endif]--><!--[if gte mso 9]><xml>
<w:LatentStyles DefLockedState="false" DefUnhideWhenUsed="false"
DefSemiHidden="false" DefQFormat="false" DefPriority="99"
LatentStyleCount="371">
<w:LsdException Locked="false" Priority="0" QFormat="true" Name="Normal"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="9" QFormat="true" Name="heading 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="9" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" QFormat="true" Name="heading 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="9" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" QFormat="true" Name="heading 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="9" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" QFormat="true" Name="heading 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="9" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" QFormat="true" Name="heading 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="9" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" QFormat="true" Name="heading 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="9" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" QFormat="true" Name="heading 7"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="9" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" QFormat="true" Name="heading 8"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="9" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" QFormat="true" Name="heading 9"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="index 1"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="index 2"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="index 3"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="index 4"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="index 5"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="index 6"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="index 7"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="index 8"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="index 9"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="39" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" Name="toc 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="39" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" Name="toc 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="39" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" Name="toc 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="39" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" Name="toc 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="39" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" Name="toc 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="39" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" Name="toc 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="39" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" Name="toc 7"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="39" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" Name="toc 8"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="39" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" Name="toc 9"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Normal Indent"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="footnote text"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="annotation text"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="header"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="footer"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="index heading"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="35" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" QFormat="true" Name="caption"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="table of figures"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="envelope address"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="envelope return"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="footnote reference"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="annotation reference"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="line number"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="page number"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="endnote reference"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="endnote text"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="table of authorities"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="macro"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="toa heading"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="List"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="List Bullet"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="List Number"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="List 2"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="List 3"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="List 4"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="List 5"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="List Bullet 2"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="List Bullet 3"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="List Bullet 4"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="List Bullet 5"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="List Number 2"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="List Number 3"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="List Number 4"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="List Number 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="10" QFormat="true" Name="Title"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Closing"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Signature"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="1" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" Name="Default Paragraph Font"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Body Text"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Body Text Indent"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="List Continue"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="List Continue 2"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="List Continue 3"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="List Continue 4"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="List Continue 5"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Message Header"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="11" QFormat="true" Name="Subtitle"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Salutation"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Date"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Body Text First Indent"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Body Text First Indent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Note Heading"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Body Text 2"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Body Text 3"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Body Text Indent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Body Text Indent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Block Text"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Hyperlink"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="FollowedHyperlink"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="22" QFormat="true" Name="Strong"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="20" QFormat="true" Name="Emphasis"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Document Map"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Plain Text"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="E-mail Signature"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="HTML Top of Form"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="HTML Bottom of Form"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Normal (Web)"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="HTML Acronym"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="HTML Address"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="HTML Cite"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="HTML Code"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="HTML Definition"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="HTML Keyboard"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="HTML Preformatted"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="HTML Sample"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="HTML Typewriter"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="HTML Variable"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Normal Table"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="annotation subject"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="No List"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Outline List 1"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Outline List 2"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Outline List 3"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Simple 1"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Simple 2"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Simple 3"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Classic 1"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Classic 2"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Classic 3"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Classic 4"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Colorful 1"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Colorful 2"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Colorful 3"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Columns 1"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Columns 2"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Columns 3"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Columns 4"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Columns 5"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Grid 1"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Grid 2"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Grid 3"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Grid 4"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Grid 5"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Grid 6"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Grid 7"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Grid 8"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table List 1"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table List 2"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table List 3"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table List 4"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table List 5"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table List 6"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table List 7"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table List 8"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table 3D effects 1"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table 3D effects 2"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table 3D effects 3"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Contemporary"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Elegant"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Professional"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Subtle 1"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Subtle 2"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Web 1"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Web 2"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Web 3"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Balloon Text"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="39" Name="Table Grid"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" UnhideWhenUsed="true"
Name="Table Theme"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" Name="Placeholder Text"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="1" QFormat="true" Name="No Spacing"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="60" Name="Light Shading"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="61" Name="Light List"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="62" Name="Light Grid"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="63" Name="Medium Shading 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="64" Name="Medium Shading 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="65" Name="Medium List 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="66" Name="Medium List 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="67" Name="Medium Grid 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="68" Name="Medium Grid 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="69" Name="Medium Grid 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="70" Name="Dark List"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="71" Name="Colorful Shading"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="72" Name="Colorful List"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="73" Name="Colorful Grid"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="60" Name="Light Shading Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="61" Name="Light List Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="62" Name="Light Grid Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="63" Name="Medium Shading 1 Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="64" Name="Medium Shading 2 Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="65" Name="Medium List 1 Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" SemiHidden="true" Name="Revision"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="34" QFormat="true"
Name="List Paragraph"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="29" QFormat="true" Name="Quote"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="30" QFormat="true"
Name="Intense Quote"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="66" Name="Medium List 2 Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="67" Name="Medium Grid 1 Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="68" Name="Medium Grid 2 Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="69" Name="Medium Grid 3 Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="70" Name="Dark List Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="71" Name="Colorful Shading Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="72" Name="Colorful List Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="73" Name="Colorful Grid Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="60" Name="Light Shading Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="61" Name="Light List Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="62" Name="Light Grid Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="63" Name="Medium Shading 1 Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="64" Name="Medium Shading 2 Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="65" Name="Medium List 1 Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="66" Name="Medium List 2 Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="67" Name="Medium Grid 1 Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="68" Name="Medium Grid 2 Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="69" Name="Medium Grid 3 Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="70" Name="Dark List Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="71" Name="Colorful Shading Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="72" Name="Colorful List Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="73" Name="Colorful Grid Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="60" Name="Light Shading Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="61" Name="Light List Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="62" Name="Light Grid Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="63" Name="Medium Shading 1 Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="64" Name="Medium Shading 2 Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="65" Name="Medium List 1 Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="66" Name="Medium List 2 Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="67" Name="Medium Grid 1 Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="68" Name="Medium Grid 2 Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="69" Name="Medium Grid 3 Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="70" Name="Dark List Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="71" Name="Colorful Shading Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="72" Name="Colorful List Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="73" Name="Colorful Grid Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="60" Name="Light Shading Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="61" Name="Light List Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="62" Name="Light Grid Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="63" Name="Medium Shading 1 Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="64" Name="Medium Shading 2 Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="65" Name="Medium List 1 Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="66" Name="Medium List 2 Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="67" Name="Medium Grid 1 Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="68" Name="Medium Grid 2 Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="69" Name="Medium Grid 3 Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="70" Name="Dark List Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="71" Name="Colorful Shading Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="72" Name="Colorful List Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="73" Name="Colorful Grid Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="60" Name="Light Shading Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="61" Name="Light List Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="62" Name="Light Grid Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="63" Name="Medium Shading 1 Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="64" Name="Medium Shading 2 Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="65" Name="Medium List 1 Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="66" Name="Medium List 2 Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="67" Name="Medium Grid 1 Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="68" Name="Medium Grid 2 Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="69" Name="Medium Grid 3 Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="70" Name="Dark List Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="71" Name="Colorful Shading Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="72" Name="Colorful List Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="73" Name="Colorful Grid Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="60" Name="Light Shading Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="61" Name="Light List Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="62" Name="Light Grid Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="63" Name="Medium Shading 1 Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="64" Name="Medium Shading 2 Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="65" Name="Medium List 1 Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="66" Name="Medium List 2 Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="67" Name="Medium Grid 1 Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="68" Name="Medium Grid 2 Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="69" Name="Medium Grid 3 Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="70" Name="Dark List Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="71" Name="Colorful Shading Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="72" Name="Colorful List Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="73" Name="Colorful Grid Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="19" QFormat="true"
Name="Subtle Emphasis"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="21" QFormat="true"
Name="Intense Emphasis"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="31" QFormat="true"
Name="Subtle Reference"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="32" QFormat="true"
Name="Intense Reference"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="33" QFormat="true" Name="Book Title"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="37" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" Name="Bibliography"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="39" SemiHidden="true"
UnhideWhenUsed="true" QFormat="true" Name="TOC Heading"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="41" Name="Plain Table 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="42" Name="Plain Table 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="43" Name="Plain Table 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="44" Name="Plain Table 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="45" Name="Plain Table 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="40" Name="Grid Table Light"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="46" Name="Grid Table 1 Light"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="47" Name="Grid Table 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="48" Name="Grid Table 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="49" Name="Grid Table 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="50" Name="Grid Table 5 Dark"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="51" Name="Grid Table 6 Colorful"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="52" Name="Grid Table 7 Colorful"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="46"
Name="Grid Table 1 Light Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="47" Name="Grid Table 2 Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="48" Name="Grid Table 3 Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="49" Name="Grid Table 4 Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="50" Name="Grid Table 5 Dark Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="51"
Name="Grid Table 6 Colorful Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="52"
Name="Grid Table 7 Colorful Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="46"
Name="Grid Table 1 Light Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="47" Name="Grid Table 2 Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="48" Name="Grid Table 3 Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="49" Name="Grid Table 4 Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="50" Name="Grid Table 5 Dark Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="51"
Name="Grid Table 6 Colorful Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="52"
Name="Grid Table 7 Colorful Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="46"
Name="Grid Table 1 Light Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="47" Name="Grid Table 2 Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="48" Name="Grid Table 3 Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="49" Name="Grid Table 4 Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="50" Name="Grid Table 5 Dark Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="51"
Name="Grid Table 6 Colorful Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="52"
Name="Grid Table 7 Colorful Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="46"
Name="Grid Table 1 Light Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="47" Name="Grid Table 2 Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="48" Name="Grid Table 3 Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="49" Name="Grid Table 4 Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="50" Name="Grid Table 5 Dark Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="51"
Name="Grid Table 6 Colorful Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="52"
Name="Grid Table 7 Colorful Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="46"
Name="Grid Table 1 Light Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="47" Name="Grid Table 2 Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="48" Name="Grid Table 3 Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="49" Name="Grid Table 4 Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="50" Name="Grid Table 5 Dark Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="51"
Name="Grid Table 6 Colorful Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="52"
Name="Grid Table 7 Colorful Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="46"
Name="Grid Table 1 Light Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="47" Name="Grid Table 2 Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="48" Name="Grid Table 3 Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="49" Name="Grid Table 4 Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="50" Name="Grid Table 5 Dark Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="51"
Name="Grid Table 6 Colorful Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="52"
Name="Grid Table 7 Colorful Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="46" Name="List Table 1 Light"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="47" Name="List Table 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="48" Name="List Table 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="49" Name="List Table 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="50" Name="List Table 5 Dark"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="51" Name="List Table 6 Colorful"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="52" Name="List Table 7 Colorful"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="46"
Name="List Table 1 Light Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="47" Name="List Table 2 Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="48" Name="List Table 3 Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="49" Name="List Table 4 Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="50" Name="List Table 5 Dark Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="51"
Name="List Table 6 Colorful Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="52"
Name="List Table 7 Colorful Accent 1"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="46"
Name="List Table 1 Light Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="47" Name="List Table 2 Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="48" Name="List Table 3 Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="49" Name="List Table 4 Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="50" Name="List Table 5 Dark Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="51"
Name="List Table 6 Colorful Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="52"
Name="List Table 7 Colorful Accent 2"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="46"
Name="List Table 1 Light Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="47" Name="List Table 2 Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="48" Name="List Table 3 Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="49" Name="List Table 4 Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="50" Name="List Table 5 Dark Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="51"
Name="List Table 6 Colorful Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="52"
Name="List Table 7 Colorful Accent 3"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="46"
Name="List Table 1 Light Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="47" Name="List Table 2 Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="48" Name="List Table 3 Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="49" Name="List Table 4 Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="50" Name="List Table 5 Dark Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="51"
Name="List Table 6 Colorful Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="52"
Name="List Table 7 Colorful Accent 4"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="46"
Name="List Table 1 Light Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="47" Name="List Table 2 Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="48" Name="List Table 3 Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="49" Name="List Table 4 Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="50" Name="List Table 5 Dark Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="51"
Name="List Table 6 Colorful Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="52"
Name="List Table 7 Colorful Accent 5"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="46"
Name="List Table 1 Light Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="47" Name="List Table 2 Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="48" Name="List Table 3 Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="49" Name="List Table 4 Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="50" Name="List Table 5 Dark Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="51"
Name="List Table 6 Colorful Accent 6"/>
<w:LsdException Locked="false" Priority="52"
Name="List Table 7 Colorful Accent 6"/>
</w:LatentStyles>
</xml><![endif]--><!--[if gte mso 10]>
<style>
/* Style Definitions */
table.MsoNormalTable
{mso-style-name:"Normal Tablo";
mso-tstyle-rowband-size:0;
mso-tstyle-colband-size:0;
mso-style-noshow:yes;
mso-style-priority:99;
mso-style-parent:"";
mso-padding-alt:0cm 5.4pt 0cm 5.4pt;
mso-para-margin-top:0cm;
mso-para-margin-right:0cm;
mso-para-margin-bottom:8.0pt;
mso-para-margin-left:0cm;
line-height:107%;
mso-pagination:widow-orphan;
font-size:11.0pt;
font-family:"Calibri",sans-serif;
mso-ascii-font-family:Calibri;
mso-ascii-theme-font:minor-latin;
mso-hansi-font-family:Calibri;
mso-hansi-theme-font:minor-latin;
mso-bidi-font-family:"Times New Roman";
mso-bidi-theme-font:minor-bidi;
mso-fareast-language:EN-US;}
</style>
<![endif]-->
</span><br />
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">-SURETLER-</span></div>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">
</span><br />
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">
</span>
<br />
<div align="center" class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="mso-bidi-font-style: normal;">“Veâyetun
lehumu-lleylu nesleḣu minhu-nnehâra fe-iżâ hum muzlimûn<span style="mso-bidi-font-style: italic;">(e)”</span></span><span style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12.0pt;"></span></span></span></div>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">
</span>
<br />
<div align="right" class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-align: right;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">
</span>
<br />
<div align="center" class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="mso-bidi-font-style: normal;">“Gece
de onlar için açık bir kanıttır. Gündüzü ondan çekip alırız da karanlıkta
kalıverirler.” – </span></span></div>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">
</span>
<br />
<div align="center" class="MsoNormal" style="line-height: normal; margin-bottom: .0001pt; margin-bottom: 0cm; text-align: center;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="mso-bidi-font-style: normal;">Yasin
Suresi, 37. Ayet.</span><span style="mso-bidi-font-style: normal;"><span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 12.0pt;"></span></span></span></div>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">
</span>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">
<div class="MsoNormal">
<br />
<div style="text-align: center;">
OKUYACAĞINIZ BU ÖYKÜDEKİ KİŞİLER, KURUMLAR VE OLAYLARIN HEPSİ, BİRER KURGU VE <u>HAYAL ÜRÜNÜDÜR.</u></div>
<br />
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Işıkları söndürülmüş otobüsün
retarder sesiyle gözlerimi açtım ve hemen yanımda onu gördüm. Otobüs
koltuklarının vücudu acıtan o rahatsızlığına rağmen, huzurlu gibiydi. Aslında
kendisiyle çok fazla samimiyetim olmasa da severdim Ömer'i. Okulda hep sessiz
sakindir; sadece muhtelif zamanlarda biraz daha eğlenceli bir hale gelen
biridir aslında. Herhangi bir arkadaş grubuna dahil olmayan, erkeklerin pek
konuşmadığı, kızlarınsa mesafeli davrandığı ortalama çocuklardan biridir. Yeni
kayıt zamanlarından hatırlıyorum, ilk senesinde ucube gibi hareketleri olduğu
için başta herkesi tedirgin etmişti. Zamanla o çekingenliği üzerinden attı;
ikinci sene bittiğindeyse normal şekilde sosyalleşip, okulda kendine bir yer
edinmeyi başarmıştı. Fakat bunlara rağmen, kimseyle normalin ötesinde bir
samimiyeti yoktu. Herkes evine gittiğinde ve bütünlemeler başladığında beraber
takılır olmuştuk. Ömer, tüm sınav dönemi boyunca, İzmir'deki yazlıklarının ne
kadar güzel olduğunu ve orada çok eğleneceğimizi anlatıp durmuştu. Benim de
aklıma yatmıştı. Evdeki o sıkıntılı ortamdan ne kadar uzak kalabilirsem, benim
için o kadar iyiydi. Ömer'in davetini kabul ettim ve evi arayıp, durumu
anlattım. Her şey hazırdı. Yurtta aceleyle bavullarımızı toplamış,
biletlerimizi almıştık ve yazlık yolundaydık.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Otobüs, sabah vakti başkent Konak
Otogarı'na giriş yaptı ve Ömer'i uyandırdım. Valizlerimizi aldık ve Gümüldür'e
doğru yola çıktık. İki saatlik yolculuktan sonra taksiye binerek yazlığa
gelmiştik. Yazlık, sık ve uzun ağaçların arasından belli belirsiz görünüyordu.
İlk andaki görünümüyle daha çok eski bir patika yolun üzerinde yalnız kalmış,
uzun ve ince bir adamı andırıyordu. Kalabalıktan uzakta, orman içinde bir yere
konuşlandırılmıştı. Fakat yine de önünden geçen yol, görece daha derli
topluydu. Yazlığın etrafındaki otlar ve çiçekler büyümüş, yazlığın balkonuna ve
üst kat penceresine kadar taşmıştı. Uzun zamandır buranın bakımının
önemsenmediği belliydi. Etrafta ailesinden veya akrabalarından birini görmeyi
umarken, Ömer, ağır ağır kapıya doğru ilerledi ve cebinden anahtarı çıkarıp,
kapıyı açarak, valizleri içeri fırlattı. Rahatlığını garipsemiştim. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Bizimkiler İzmir'de uzaktan
akrabaların yanına uğrayıp öyle gelecekler, bu akşam muhtemelen gelmezler, yani
biz bizeyiz".</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Bunu söylerken gözleri
parıldamıştı. Biraz keyiflenmiştim. Ailesi gelene kadar en azından bir kaç
saatlik özgürlük hissi bana güzel gelmişti. O rehavetle, girişteki büyük
koltuklardan birine yılışıkça kendimi attım. Burada eşyalar gösterişsiz, basit
ve sıradandı. Tipik bir yazlık eviydi. Hava sıcak olmasına rağmen, yerler halı fleks
ile kaplıydı. Gözüm bir an duvardaki fotoğraflara takılmıştı. Evin duvarlarında
oldukça mutlu aile fotoğrafları vardı. Fotoğraflar, klasik orta-üst sınıf bir
aileye aitti: Ömer'in ebeveynleri olduğunu düşündüğüm bir doğum günü kutlaması,
dedesi ve anneannesine yapılmış bayram ziyareti, ebeveynlerinin nişan ve düğün
merasimleri, Ömer'in ilk kez (ve muhtemelen burada yaşadığı) deniz suyuyla
tanışması... Saadet ve huzur dolu tüm bu fotoğrafların arasında asıl dikkati
çeken ise diğer fotoğrafların tam ortasında duran daha büyük bir başka
siyah-beyaz fotoğraftı. Fotoğraftaki, genç ve güzel bir kızdı. Kumral ve düz
saçları, ok gibi kaşları vardı. Gözleri fazla canlı ve koyu renkliydi; anlamlı
ve biraz da hüzünlü gözlere sahipti. Dudakları dolgunca, çenesi de sert hatlı
fakat biçimliydi. Ağzının kenarına belli belirsiz bir gülüş sığdırmıştı.
Gülüşündeki ifade, belli etmek istemese de biraz sert ve despotçaydı.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Halam. Pelin halam. Ne
kadar güzel değil mi?" Ömer, fotoğraflara dikkatlice baktığımı görmüştü. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Evet, gerçekten
güzelmiş" diyerek yanıtladım. Fotoğrafları böyle dikkatli incelediğimi ben
de sonradan fark edip biraz kendimden utanmıştım. Yeni nesil her genç gibi
çevreden ve dünyadan bir kaçış yolu olan telefonuma davrandım. Sosyal medya
için tatil fotoğrafları çekme hayallerim, mobil internetin çekmediğini
gördüğümde suya düşmüştü. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Evet, çekmez. Wi-fi de
bağlatmıyorlar, zaten durduğumuz bir ay bile değil, benim için de zor
oluyor". </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Ömer, üst raftan çay kabını
indirip, çay koymaya girişmişti. Ben de üst kata yerleşebileceğim bir oda
aramaya çıkmıştım. Ağır ağır merdivenleri çıkarken, karşımda hareket eden
devasa bir kara suret görüp duraksadım. Suret, gulyabani gibi kollarını açıp
beni kapıp götürecekmiş gibi duruyordu. Daha dikkatli bakıp, gözlerimi kısınca,
suretin, büyük ve ağır bir ayna olduğunu gördüm. Üstü tozluydu; görünümü de
antika gibiydi. Aynanın etrafında gotik figürler ve kıvrımlar içeren pirinç bir
çerçeve vardı.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Gördün mü?"</div>
<div class="MsoNormal">
İrkilmemi zapt edememiştim. Ömer arkamdaydı. Yüzüne muzur
bir ifade yerleştirmişti. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Neyi gördüm mü?". Sesim
beklemediğim kadar cılız ve çatallıydı.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Aynayı diyorum. Aile yadigârı
bu ayna. Dedem zamanında çok pahalıya almış bunu. Dokundurtmuyor da. Yaşlılar
işte. Ah! Bence pencereye bakan oda tam sana göre kardeşim."</div>
<div class="MsoNormal">
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span><span style="mso-tab-count: 1;"> </span>Yerleştikten sonra üzerimi
değişip, aşağı indim. Ömer bardakları hazırlarken ben de biraz aksiyon olsun
diye mutfak penceresinde duran radyoyu çalıştırmayı başarmıştım. Ömer, gayet
komik hareketlerle evin içinde dans ediyordu.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Ses ver ses!" </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Şarkının aralarında cızırtılar
başlamıştı: "Kalbimde kırılmadık yer mi bıraktı....". </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Oğlum şu kadın anam yaşında
ama... Ah bir elime geçse var ya...". Bir yandan da çayları dolduruyordu.
Frekans, şarkı bitmeden, saat başı haberlere geçiş yaptı: </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Gündem: Uluslararası
İstanbul Devleti sözcüsü Jeffrey Keller, İngiliz parlamentosuyla işbirliğine
devam edeceklerini açıkladı... Ege Devleti, eski belediye başkanlarından Çelik
Toker'e fahri başkanlık unvanını törenle verdi...<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Anadolu İslam Devleti lideri Abdürrezzak
Aydoğdu, genel seçimdeki %70'lik oy yüzdesi için seçmenlerine, "Halkımız,
bizi bölmek isteyen dış güçlere hak ettiği dersi, demokrasi ile vermiştir, tüm
seçmenlerimize teşekkür ediyorum." cümleleriyle seslendi. Sıkıyönetim ile
ilgili sorulara ise "Sayın İstanbul Hükümeti'nin uygun gördüğü şartlar
sağlanırsa, sıkıyönetimin bozulması konusunda tekrar müzakere talebinde
bulunacağız" cevabını vermekle yetindi... Spor: Bugün Şampiyonlar Ligi
grup kuraları, saat 19:00'da çekilecek. Son şampiyon Galatasaray, kuraya
birinci torbadan katılacak... Müzik: Pop müziğin yükselen değeri Gizem
Karadayı, Sıla'nın Kanlıca'daki yalısında görüntülendi. Sıla'dan yepyeni üç
şarkı aldığını ve yeni albümünde bu üç şarkının da olacağını hayranlarına
müjdeledi..."</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Ömer bir sigara yakıp bana da
uzattı ve birlikte verandaya çıktık. Duyabildiğim tek şey, radyonun içeriden
gelen cızırtılı sesiyle birbirine karışan böcek ve kuş sesleriydi. Denizin ve
sahilin sesi de belli belirsiz kulağıma çalınıyordu. İçimdeki huzurun arttığını
hissetmiştim; ailemin bitmek bilmeyen yakınmaları ve suçlamalarındansa,
burasının daha özgür ve daha huzurlu bir yer olduğuna kendimi çoktan ikna
etmiştim bile. Çayım biterken, Ömer, omzunda havlularla gelip, denize gitmeyi
teklif etti. Biraz düşündükten sonra uzun yolculuğun bedenimi yorduğunu fark
ettim ve nazikçe reddettim. Ömer de havlusunu alıp denizin yolunu tuttu.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Akşam güneş batarken Ömer gelip
beni uyandırdı. Gelirken yiyecek bir şeyler almıştı. Ömer'in bilmediğim bir
yönü de, mutfakta ne kadar becerikli olduğuydu. Hava kararmıştı. Tekrar
verandaya çıktık ve birer bira açarak sohbet etmeye başladık. Akşamın
serinliğinde laf lafı açarken, konu da git gide daha gizemli ve mistik konulara
doğru kayıyordu. Bildiğim kadarıyla Ömer'in bu konularda fazla olmasa da
bilgisi vardı. Okulda bunlarla ilgili bir kaç şeyden bahsettiğinde, sınıftaki post
modern ateist kalabalığın uzunca dalgasına maruz kalıp bana dert yandığı
zamanları hala hatırlarım. Ayrıca komplo teorilerine de inanırdı. Eskiden
Trakya'da, Batı Karadeniz'de ve Ege'de anlatılagelen bir kaç ürpertici hikâye
anlatıp lafını bitirdikten sonra, silah patlaması gibi geğirdi.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Pelin halam, şu duvarda
büyük resmi olan güzel kadın... Onu çok severdik…” Yüzünü ekşitmeye
başladığında, benim de boğazım düğümlenmişti.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Onun hikâyesi de
gizemliydi. Bunu sana anlatacağım ama aramızda kalacak”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Benden onay almasa bile hareketlerinden,
anlatmaya hevesli olduğunu anlamıştım. Doğru dürüst samimi bile olmadığım
arkadaşımın ailesinin gizemli geçmişini öğrenmek konusunda yoğun bir dürtüye
kapılmıştım. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Tamam, anlatmayacağım."</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Söz ver!”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Ulan söz? Kime anlatacağım?”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Tamam. Biraları alalım da içeri
girelim. Hava çok serinledi.”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Biraları üst kata taşıdık. Ömer’in
karşısındaki koltuğa oturdum ve bekleyen bakışlarla ona bakmaya başladım.
Alakamı cezbettiğine emin oldu ve anlatmaya başladı:</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Bundan yaklaşık yirmi sene
önceydi...”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
<br />
<br />
<br />
...Pelin, akşam için hazırlığını
yaparken, kendisine fazladan önem verdiğini, aynada kendisini izlerken fark
etmişti. Üniversitenin ilk yılını, çoğu kız öğrenci gibi çekimser kalıp, etrafı
tanımaya çalışarak geçirmişti. İkinci senesinde de sosyalleşmeye başladığını
hissediyordu. Bunun en bariz emaresi de, gönlünü kaptırdığı Volkan'dı. Sürekli
kaçamak kesişmeler, sohbetlerde yapılan karşılıklı atışmalar ve yer yer
yükselen libidoya rağmen, Pelin, kendisini frenlemeyi iyi biliyordu. Fakat
Volkan'a dair bazı güvensizlikleri vardı. Volkan'ın çevresindeki çok sayıdaki
kız ve Volkan'ın onlara davranış biçimi, Pelin'de bazen soru işaretleri yaratıyordu.
Tüm bunların ötesinde, Pelin, Volkan'a kayıtsız şekilde güvenip, tüm ruhu ve
benliğiyle Volkan'a kendini bırakmak istiyordu. Ama Volkan, her seferinde
bilerek ya da bilmeyerek söylediği veya yaptığı bir şeyle Pelin'i bundan
vazgeçiriyordu. Fakat Pelin bu sefer kararlıydı. Şehirden uzak bir orman evinde
toplanacakları bu gecede, Volkan'a içindekileri bir bir dökecekti. Normalde
ketum biri olduğu için bunu nasıl yapacağını da kendisine sorup duruyordu.
Aynada bir kez daha kendisine baktı ve güzel olduğunu kendisine ikna edip,
kafasındaki dönen tüm bu düşüncelerle birlikte yurttan çıktı. </div>
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
...ortada sönmekte olan bir ateş
yanıyordu. Saat, gece yarısından sonra iki buçuğa gelmişti. Evin içinden ve
etrafından mutlu sesler, gülüşmeler ve konuşmalar duyuluyordu. Pelin, elindeki
bira şişesiyle ateşin başında oturmuş, düşünceli bir tavırla gözlerini
ayırmadan ateşi izlemekteydi. Herkes eğlenirken, Pelin'in melankolik halinin
sebebi, yine Volkan'dı. Volkan, sarhoş kafayla, okulun en hafifmeşrep kızı
Gözde'nin yaptığı kura karşılık vermiş, orman evinin arkasındaki kuytu köşede
kızla öpüşürken, grubun geri kalanı tarafından görülmüş ve bu olay bir anda
partiye damga vurmuştu. Kız halinden çok memnundu; Volkan'sa başta utansa da
sonradan alkolün etkisiyle ortama uymayı tercih etmişti. Daha da kötü tarafı,
tüm bunları Pelin'in gördüğünü biliyordu ama artık çok geçti. Pelin, umutsuzca
böyle olmamasını istediğini fark etti ama elinden artık bir şey gelmiyordu.
Volkan'ın yaptığı bu çiğlik ve olmamışlık, yaptığı seçimin yanlışlığı ve
gizlemeye de çalışsa tüm bu hissettiklerinin aslında boş olduğu gerçeğine vakıf
olduğu bir aydınlanma anında bir refleks ve öfke patlamasıyla ayağa kalkıp,
elindeki birayı, sönmekte olan ateşin üzerine yavaşça dökmeye başladı ve şişeyi
de yere atıp, hızlı adımlarla uzaklaştı. Şişe patlayarak, hala yanmaya devam
eden közleri etrafa savurdu. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, kimseye haber vermeden
patika yola çıktı ve yürümeye başladı. İçindeki ateş öyle harlıydı ki, peşine o
ormanlık alanda kurt sürüsü bile takılsa, gözlerinin hiddetinden korkup
kaçarlardı. Pelin, evi arkasında bırakmıştı; artık etrafta tek duyup
görebildiği, ağustosböceklerinin sesleri ve açık gecede büsbütün seçilebilen
yıldızların ışığıydı. Biraz yorulduğunu fark edip, adımlarını yavaşlattı. Kafasını
kaldırıp, yıldızlara baktı. Bir an, içinden geri dönüp, Volkan'ın taşaklarını
sağlam bir tekmeyle kullanılamaz hale getirmeyi düşündü. Dönmesine ramak kala,
aklından bunun artık anlamsız olacağına karar verdi ve yürümeye devam etti.
Yüzü ekşimişti. Henüz bir kaç adım atmıştı ki, arkasından gelen sesle irkildi: </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Pelin?"</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, sesi tanımıştı. Arkasını
döndüğünde, Volkan'ı, bir ağacın arkasında dikilirken gördü. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Ne istiyorsun?"</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Volkan hareket etmeden biraz
bekledi. Ağacın gölgesinde öylece dikiliyordu.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Neden yaptın Pelin?” </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin biraz duraksadı. Volkan’ın
bu tarz deliliklerine alışıktı, yer yer sersemliğe vardıracak kadar
saçmalamalarına da tahammül edebilirdi. Her niyeyse, bu seferkinde içinde
dizginleyemediği bir tedirginlik hâsıl olmuştu. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Herife bak ulan, hem suçlu
hem güçlü! Ne yaptım ulan şerefsiz herif?"</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Volkan’ın vücudu, bu cevapla
birlikte bir anda kaskatı vaziyette dikleşerek tepki vermişti. Karanlığın
içinden konuşmasa da, Pelin, Volkan’ın homurtularını ve kesik kesik hareketlerini
fark edebiliyordu. Pelin’in tedirginliği artmıştı. Gözlerini kısıp, Volkan'ı
görmeye çalışsa da, Volkan, ağacın tam arkasında kaskatı bir şekilde dikiliyor,
Pelin kafasını uzattıkça kıkırdıyordu. Pelin iyice sinirlenmişti. Volkan'a
doğru bir kaç adım attı. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Ulan amına koyduğumun oğlu,
çocuk mu var lan senin karşında?!?!" </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin’in lafı bitmeden, Volkan,
gurultuya benzer sesler çıkararak bağırmaya başlamıştı. Pelin, duyduğu sesten
ürkmüştü. Etrafına bakınmaya başlayan Pelin, yüzünü ağaca döndüğünde, hardal
sarısı iki parlak gözün kendisine dikildiğini dehşet içinde fark etti. İçinde
biriken tüm öfkesi, yerini şok ve korkunun etkisine bırakmıştı. Karşısındaki
her ne ise o kişi Volkan değildi. Geri geri sendeleyip koşmaya başladı.
Bacaklarının titremesine aldırmadan koşmaya devam etti. Durursa, o şeyin
kendisini yakalamasından korkuyordu. Ve tüm bu korkusu, bacaklarındaki kuvveti
adeta çekip sömürüyordu. Ama Pelin'e asıl dehşeti yaşatan, arkasından yükselen
bilinmeyen bir dildeki hırıltılı lanetlerdi. Pelin, yolun yokuş aşağı olan bir
kısmında hızlanırsa, belki bir ihtimal arkasındaki "şeyi"
atlatabileceğini düşündü. Yokuşun tepesinde biraz daha hızlandı ve bir ağaç
dalına takılıp kafasını vurmadan önce son görebildiği şey, yokuşun tepesinden
ona bakan ve gecenin zifir karanlığında dahi parlayan sapsarı gözlerdi.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, sıçrayarak uyandığında, arkadaşı
Merve hemen kalkıp yanına gitti.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Şşş tamam, geçti, sakin ol."
</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Çok korktum Merve. Orman
evindeki o yolda bir şey, Volkan'ın kılığına girmiş şekilde bana geliyordu, çok
korktum!"</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>Pelin, soğuk soğuk terlemişti ve Merve'yi
yanında görmek, iyi hissettirmişti. Merve, gözlerini Pelin'in gözlerine dikerek
gülümsemeye başladı. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Senin için geliyorlar değil
mi?"</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, Merve'nin dudaklarının
odanın karanlığında uzamaya başladığını fark etti. Gözlerinin feri sönüyor,
sanki bilinmeyen bir güç, iki gözünü de sömürüyor, dipsiz bir kuyuya
çeviriyordu. Pelin, hareket etmek istiyor, çığlık atmak istiyordu fakat
başaramıyordu. Heyula, insanı yerine çivileyen bir bakış attı ve korkunç bir
böğürtüyle bağırdı. Pelin, boğazından kopan sessiz çığlıkları dizginlemeye
çalışırken uyandığını fark etti. Bir hastanedeydi. Koşarak gelen hemşire,
gerekli olabileceğini düşünerek hazırladığı sakinleştirici şırıngayı da alarak
odaya girdi.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
"Işıkları aç!"</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Şşş, tamam sa….”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Işıkları aç dedim!”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Hemşire, odanın ışıklarını
yaktığında, Pelin bu sefer gerçekten uyandığını anlayıp rahatlasa da sabah
ezanına kadar gözüne uyku girmemişti.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, sonraki günlerde olup
bitenlerden ne ailesine, ne de arkadaşlarına tek kelime etmedi. Volkan'ın
yüzüne bakamıyordu. Volkan'la karşılaşmamak için derslere girmediği bile
oluyordu. O yarıyılı, uyku problemleri, bitmeyen kâbuslar yüzünden üç zayıf
dersle bitirebilmişti. Pelin'in oda arkadaşlarıysa, hem Pelin için endişe
duyuyorlar, bir taraftan da korkularını gizlemeye çalışıyorlardı. Pelin
sıklıkla geceleri uykusunda bilinmeyen ve anlaşılmayan bir dilde hızlı hızlı
sayıklıyor, uyandığında ise hiçbir şey hatırlamadığını söylüyordu. Ve yine oda
arkadaşlarının söylediğine göre, Pelin'in belli belirsiz sayıkladığı anlarda,
odanın içi bir anda buz gibi oluyordu. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin ise tüm bu yaşadıkları
sanki gerçek değilmiş gibi davranıyordu. Yine de durumun ciddiyetini sadece
kendisi biliyordu. Geceleri uykusunda belli belirsiz gördüğü o korkutucu
imgeler ve suretler yüzünden delirdiğini düşünüyordu. Anlayabileceğini
düşündüğü kişilere tüm bunları anlatmak istese de, hemen vazgeçiyordu. O
dönemki son bütünleme sınavına da girdikten sonra, güz dönemindeki üç kırık
dersini ev ahalisine nasıl açıklayacağını düşünerek valizini hazırlamış ve yola
koyulmuştu. Uzun yolculukta bir kez bile otobüste uyumayı başaramayan Pelin,
tüm İzmir yolunda huzursuz da olsa, uyumayı başarmıştı. Otobüsteki kalabalık ve
ışıklar sayesinde kendini biraz daha güvende hissetmişti.<span style="mso-spacerun: yes;"> </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Eve vardığında ailesi, Pelin’deki
solgunluğu ve keyifsizliği fark etmişti. Annesi, onu böyle görünce, endişesini gizlemeye
çalışarak karşılamıştı Pelin’i. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Miniğim mi gelmiş benim? Aman da
hoş gelmiş, sefalar getirmiş. Nasıl bakalım Ankara?”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Soğuk. Sıkıcı. Öyle işte. Siz
nasılsınız? Nasıl gidiyor?”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Biz nasıl bıraktıysan öyleyiz.
Baban akşama gelecek. Irmak’la Selim de okuldalar. Sen açsındır, ne yemek
istiyorsan onu yapacağım bu akşam. Hem bir misafirimiz var.”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Hayırdır, istemeye mi geliyorlar
yoksa?”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, bir an bunun gerçek
olmasını diledi. Oldukça iyi giden eğitimi ve okulu, garip ve tanımlanamayan
olaylar yüzünden sekteye uğramıştı. Fütursuzca, zengin ve yakışıklı bir oğlanın
bir anda çıkıp gelerek onu tüm bu kasvetten ve sıkıntıdan kurtarmasını düşledi.
Daha sonra bunu düşündüğüne hayret ederek, kendi kendine bıyık altından gülmeye
başladı. Annesi Füsun, kızının yüzündeki gülümsemeyi görünce keyiflenmişti.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Noldu kız? İnşallah bir gün o da
olur. Köyden Nebahat teyzenin çok samimi bir dostu, bize oturmaya gelecek.”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Gelsin bakalım.”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
<span style="mso-spacerun: yes;"> </span>O akşam, sofrada ailesiyle birlikte olmak,
Pelin’e çok iyi gelmişti. Yabancı bir şehirde, yabancı bir yatakta geçirdiği
uzun bir sürenin ardından, geceyi kendi evinde ve yatağında geçirecek olmanın
huzuru vardı yüzünde. Mutluydu. Güvende hissediyordu. Telefonunun kilidini açtı
ve Twitter’dan gelen bir mesajı gördü.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Naber bebeksu?”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, mesaja cevap yazarken,
kapının çalındığını duymamıştı. Yaklaşık bir saat sonra, annesi, kapıyı yavaşça
çalarak seslendi:</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Pelin? Müsait misin kızım?”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Evet?!”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Biraz gelir misin, sana bir şey
soracağım?”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Geliyorum!”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin kalktı ve mutfağa bakındı
ama annesi orada değildi. Salona doğru yöneldiğinde, annesi ve babasını,
yaşlıca bir adamla birlikte otururken gördü. Babasının endişeli, annesinin ise
mahcup tavırları gözünden kaçmamıştı. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Kızım bak, bu Settar Hoca.
Köyden Nebahat teyzenlerin aile dostudur. Bir hoş geldin de bakalım?!”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Hoş geldiniz.”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, yaklaşarak, adamın büyük
ve nasırlı elini öpüp başına koydu. Adamın parlak beyaz saçları, sigaradan
hafifçe sararmış bir bıyığı ve yaşanmışlık dolu gözleri vardı. Gözleri, baktığının
ötesini görebiliyor gibiydi. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Hoş bulduk kızım.”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Babası, Pelin’e, oturmasını
söyleyen bir bakış attı. Pelin, koltuğun yanındaki sandalyelerden birine
oturdu. Settar Hoca, endişeli bir tavırla elindeki tespihi çekerek, davudi
sesiyle sordu:</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Son zamanlarda sana garip gelen
ya da anlam veremediğin bazı şeyler yaşadın mı kızım?”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Hayır yaşamadım?!”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin’in titreyen sesi, yalan
söylediğini belli etmişti. Dönüp annesine baktı. Nasıl olduğunu bilmese de,
annesi durumdan haberdardı. Sinirlenmişti. Annesi, o daha lafa girmeden,</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Yurttan arkadaşın Gizem
telefonda anlattı kızım. Sen bizim için her şeyden önemlisin. Eğer bize
anlatamadığın bir şey varsa, Settar Hoca’ya anlatabilirsin. O bu işlerin yolunu
yordamını bilir. Nebahat teyzeni aradım. Bana Settar Hoca’yı söyledi, biz de
rica ettik, köyden buraya geldi. Eğer biraz hatırımız varsa, ne yaşıyorsan, ne
biliyorsan, bildiklerini anlat yavrum.”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, annesinin içindeki
korkuyu, babasının gözlerindeki endişeyi görmüştü. Başından geçenleri tek tek
Settar Hoca’ya anlattı. Lafını bitirdikten sonra, Settar Hoca, ayağa kalktı.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Korkma kızım. Allah’a sığın. Her
derdin bir çaresi vardır.”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Settar Hoca, Pelin’in
karşısındaki sandalyeye oturdu ve Pelin’in annesi Füsun’a göz kırptı. Füsun,
evdeki tüm ışıkları söndürmüştü. Settar Hoca, su dolu bakır bir tas istedi ve
tası, Pelin’le arasına koyup, tek elini tasın içine daldırdı. Bir de mum
yakılmasını istedi. Pelin’in babası Şükrü bir mum yaktı ve Settar Hoca’nın
işaret ettiği yere mumu koydu. Hoca, diğer elini de Pelin’e uzatıp, elini
tuttu. Pelin, gözlerini kapatıp mırıldanmaya başlayan Settar Hoca’yı dikkatle
izliyordu. Bir kaç dakika sonra, salonda devasa bir gürültü koptu. Panikle
ışığı açtıklarında, sesin, devrilen büyük salon aynasından geldiğini anladılar.
Settar Hoca, aynayı gördüğünde, bembeyaz kesilerek, ayağa kalktı ve Pelin’e
sordu:</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Akşam ezanından sonra kızgın
kora su mu döktün kızım?”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin şaşırmıştı ve cevap
verememişti.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Durum sandığımdan da öte. Nasıl
çare bulunur, hemen birkaç tanıdığımla istişare yapacağım. Bir şey olursa, saat
fark etmez, beni arayın. Çok geç olmadan geri geleceğim inşallah.”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Settar Hoca’yı yolcu ettikten
sonra, Pelin’in ve ailesinin tedirginliği artmıştı fakat Pelin, ilk anda hocanın
ne demek istediğini de anlamamıştı. Volkan’ın suretini gördüğü geceyi tekrar
hatırladığında, o akşam yanan ateşin içine öfkeyle bira şişesini döküp
fırlattığını hatırladı. Annesi, hemen Settar Hoca’ya durumu bildirmişti fakat
hocanın daha da korkutucu ses tonuyla anlattıklarını dinledikçe, rengi bembeyaz
olmuştu. Pelin, hocanın ne dediğini sorsa da, annesi yanıtlamamıştı.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Hoca bizi arayacak yavrum. Sen
düşünme bunları. Allah izin verirse hepsinin çaresini bulacağız inşallah. Vakit
çok geç oldu. Hadi yatalım artık.”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, merak etse de,
duyacaklarından korktuğu için daha fazla ısrar etmemeyi düşündü ve odasına
doğru gidip kapıyı kapattı. Annesi, Pelin’in odasına girdiğinden emin olunca,
eşine, telefonda Settar Hoca’nın söylediklerini anlattı: <span style="mso-spacerun: yes;"> </span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Kızın göz perdesi kalkmış. Çocuk,
görülmeyenleri görüyor!”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, yatağının içinde
oturuyordu. Settar Hoca’nın karanlıkta yaptığı şeylerden etkilenmişti. Adamın bembeyaz
kesilmesindense, daha çok etkilenmişti. Bunları düşünmemeye çalışıyordu; eğer
düşünürse, yine uykusu zehir olacaktı. Kendi evindeydi; öğrenci yurdundaki o
sıcakmış gibi hissedilen ama dibine kadar soğuk olan rahatsız yatakta değildi.
Yine de içini bir huzursuzluk kaplamıştı. Uzanıp, gece lambasını yaktı. Yatakta
doğrulmadan, telefonunun kilidini çözüp, amaçsızca fotoğraf galerisini
karıştırmaya başladı. Volkan ile çekindiği fotoğraflara gelince duraksadı. Daha
önce böyle garip ve açıklanamayan şeyleri, doğru dürüst dinlememişti bile. Bununla
ilgili en son dinlediği-okuduğu şey, Twitter’da kendisine, “bebeksu” diye hitap
eden anonim hesaplı adamdı. Pelin, (çoğu kız gibi) iş olsun diye ya da canı
öyle istediği için, sosyal medyada kendisiyle tanışmak isteyen erkeklere böyle davranır,
onların sandıkları gibi olmadığını anlasa bile bozmaz, devam ederdi. Twitter’daki
adam, bir kaç ay önce, “gizemli” olayları konu eden öyküler yazdığını
söylemişti. “En fazla bir anonimin hayal dünyası” diye geçiştirdi. Acaba gerçek
olabilir miydi? Yoksa gerçekten de internetteki bir anonimin gereksiz libido
yükselmesi miydi?</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, yatağa oturdu ve
telefonundan kısık sesle bir müzik açtı. Gözlerini kapatıp, gerçekten de beyaz
atlı bir prensin gelip onu tüm sıkıntılarından kurtardığı hayalini düşünüp, kendini
neşelendirmeye çalıştı. Yatağının karşısında duran elbise dolabının aynasından
kendine bakıp dil çıkardı. Sonra balkona çıktı…</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
…saat, gece yarısını hayli
geçmişti. Pelin hala uyumamıştı. Uyumak da istemiyordu. Gündüz vakti içtiği
fazla kahve, uykusunu kaçırmıştı. Aslında uykusunu kaçıran şey, kendi zihniydi.
Düşündükçe aklı yeni şeyler buluyor, aklı yeni şeyler buldukça da daha çok
düşünüyordu. Gecenin serinliğinde üst üste yaktığı sigaraların da faydası olmuyordu.
Sigarayı söndürdü ve balkon kapısını sıkıca kapatıp, yatağa girdi ve gözlerini
kapadı.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Birkaç dakika geçmişti ki, Pelin,
yorgana sarınmasına rağmen, odanın soğuduğunu fark etti. Öyle soğuktu ki,
nefesinin dahi buharlaştığını fark edebiliyordu. Ne olduğunu anlamaya
çalışırken, burnuna gelen yoğun bir nem kokusu, ilk anda Pelin’in başını döndürmüştü.
Pelin, koku ağırlaştıkça midesinin bulandığını hissetti. Daha fazla
dayanamayacağını anlayıp ayağa kalktı ve lavaboya gitmek için odasının kapısını
açtı. Kapı eşiğinden bir adım atmıştı ki, belli belirsiz kıkırdamalar duydu. Pelin,
kıkırdamaların, ormanda Volkan’ın suretine giren yaratığın sesine çok
benzediğini hatırladığında kanı vücudundan çekilmeye başlamıştı. Pelin,
korkuyla o sesi ve geceyi tekrar hatırladı ve panikle, kısık sesle müzik
çalmaya devam eden telefonunu şarjdan söktü. El fenerini yakıp, koridora
tuttuğunda bir sürü ufak gözün ona aniden çevrildiğini gördü ve çığlığı bastı.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, sıçrayarak uyandığında
babasını ve annesini yanı başında bulmuştu. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Korkma kızım, geçti. Tamam
geçti!”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, o gece yaşadıklarını
hatırladı ve telaşla uzanıp, ışığı yaktı. Kâbus görmüştü. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Kızım noldu? Sen uykunda
sayıklamazsın. Garip şeyler söyleyip duruyordun, ne gördün rüyanda?”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Bilmiyorum. Hatırlamıyorum.”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Annesi, Pelin’e sarıldı ve onu
öptü. Babası da telefonla hocayla konuşuyordu.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Gel ben seni bir okuyayım, öyle
yat. Settar Hoca da aradı, birkaç gün gecikecekmiş, ‘sakın korkmasın’ diye de
tembih etti.”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, yine aklını yitirecek gibi
olmuştu. Tüm bunların bir çeşit döngü olmasından korkuyordu. Yine de
olabileceği en güvenli yerdeydi. Başını tekrar yastığa koyarken, elbise
dolabının aynasının örtülü olduğunu gördü. Annesine dönüp baktı.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Hoca öyle söyledi. Vardır
herhalde bir bildiği. ”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Kadının endişesi ve korkusu,
yüzünden okunuyordu. Pelin’in gözleri, uykuya daha fazla direnemiyordu. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, kulağındaki uğultu sesiyle
tekrar uyandı. Annesi yanında yoktu; ışığı açık bırakmış, uyumaya gitmişti. Pelin’in
kulağındaki uğultu, ilk anda artarak çoğaldı, sonra git gide azalarak yok oldu.
Odanın içinde derin bir sessizlik olmuştu. Pelin, bir süre etrafına bakındı ve
gözleri açık şekilde başını yastığa koydu. Tam o anda duyduğu sesle irkildi.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Tlok!”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Ses, tavandan geliyordu. Pelin,
ne yapacağını şaşırmıştı.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Trrrrrrrrrrrrrrrrrr!!!!!”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Sanki üst katta, birileri bir şey
sürüklüyor gibiydi. Ses, eskiyip rulo yapılmış bir halı ya da ağır bir vitrinin
sürüklenme sesine çok benziyordu. Her seferinde belli aralıklarla ve derinden
geliyor, git gide şiddetleniyordu. Sesler bıçak gibi kesilmişti. Birkaç saniyelik
sessizlik anında, Pelin, yatakta doğrulup etrafına bakarken, duyduğu sesle, tekrar
olduğu yere çivilenmişti. Ses, elbise dolabından geliyordu! </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Tlok! Tlok! Tlok!”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Dolap her vurulduğunda, Pelin
yerinden zıplıyordu.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Tlok! Tlok! Tlok! Tlok! Tlok!
Tlok! Tlok! Tlok! Tlok!” </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, yatağa girip, yorganına
sarılarak, bunların birer rüya olmasını ummuştu. Ama sesler artıyor, vurulmalar
daha da sıklaşıyordu.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Tlok! Tlok! Tlok! Tlok! Tlok!
Tlok! Tlok! Tlok! Tlok! Tlok! Tlok! Tlok! Tlok! Tlok! Tlok! Tlok!”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, artık dayanamayıp, sesleri
susturabilmek için bir an cesaretini topladı. Ayağa kalktı ve dolabın önüne
gitti. Dolabın arkasında, sanki o dolaptan çıkmak isteyen bir “şey” var
olduğunu hissetti. Vuran şey her ne ise oldukça kararlı şekilde vuruyordu. Her
seferinde de dolap, sesin şiddetiyle sarsılıyordu. Dolabın aynasını örten
çarşaf da dolapla birlikte süzülüyordu.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Tlok! Tlok! Tlok!”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, dolabın önünde durduğunda,
sesler bıçak gibi kesilivermişti. Pelin, merakının, korkusuna galip gelmeye başladığını
hissediyordu. Örtünün altındaki “şey”, muhtemelen o gece gördüğü “şey” idi; merakını
dizginleyemiyordu. Bilemediği bir şekilde, örtüyü kaldırıp, o “şeyi” görmek
konusunda çok derin bir istek duyduğunu fark etti. Elini uzattı, fakat hemen korkarak
geri çekti. Göreceği şeyden dolayı aklını yitirip, delirmenin ötesine geçeceği
fikri, onu çok korkutmuştu. Fakat merakını ve cesaretini besleyen başka bir şey
vardı. Pelin, anlık bir refleksle örtüyü tek hamlede çekip aldı. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, artık kendi kalp
atışlarını çok rahat duyabiliyordu. Odanın loş ışığında, aynada görebildiği tek
şey, kendisiydi. Gözlerini kapatıp, yine kötü bir kâbusun içinde olduğunu
düşündü. Kendini telkin etmeye, sakinleştirmeye çalışıyordu. Aklının uydurduğu
oyunlara bile ses çıkarmıyordu. Rahatlamak için içinden koyun saymaya
başlamıştı: 1… 2… 3… 4... </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Ona kadar sayacaktı ve sürekli
tekrar eden bu kâbustan da uyanacaktı. Saymaya devam etti: 5… 6… 7… Pelin, bunların
neden başına geldiğini düşünüyordu. Gözlerini açacak ve hayatına kaldığı yerden
devam edecekti: 8… 9… 10.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin, gözlerini açtı. Aynada
gördüğü şey, yine kendisiydi. Geri birkaç adım attı. Fakat yansıması aynı yerde
duruyordu!</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Pelin’in aynadaki sureti, donuk
ve boş bakışlarla, gözlerini Pelin’e dikmişti. Aynı ormanda Volkan’ın kılığına
giren “şey” gibi, hareketleri hızlı ve kesik kesikti. Yavaş yavaş suretin yüzüne
şeytani bir sırıtış yayıldı. Suretin ağzı gitgide büyüyor, Pelin’in görünümünde
korkunç bir yaratığa dönüşüyordu. Pelin, kulağını sağır eden bir uğultu duymaya
başladı. Duyduğu uğultu, hareket halinde insanın içine kadar işleyen ve
titreten bir uğultuydu. Kulaklarını tıkasa da fayda etmiyordu: Uğultu, Pelin’in
çığlıklarını dahi bastıracak kadar şiddetliydi. Heyulanın çirkin, bozuk, çarpık
ve insana aklını kaçırtabilecek dehşetteki görüntüsü, Pelin’i bitap düşürmüştü.
Yaratık, aynı anda her şeyin suretine girebiliyordu; karmaşık ve akla
gelebilecek her şeyin suretine. Ama aynı zamanda da hiçbir şey gibiydi;
fazlasıyla vardı ama bir o kadar da yoktu. Pelin, bir süre sonra, camgöbeği
renginde iki korkunç gözün kendisine baktığını gördüğünde, kanının donduğunu
hissetti. Fakat bu gözlerin, ormanda gördüğü gözlerle aynı olmadığını anlamıştı.
Ecinni, kambur şekilde durmuş, aynadan Pelin’e bakıyordu. Derisi yanmış
kömürden bile daha karaydı. Yaratık, asıl suretine dönüşünü bitirdiğinde, uğultular
kesilmişti. Pelin de hipnoz olmuşçasına yaratığa bakıyordu artık. Yaratık, bir
süre Pelin’i inceledikten sonra aniden korkunç bir çığlıkla bağırıp, Pelin’i
yakalamak için kolunu uzattı. Sesi kadın çığlığını andırıyordu. Pelin, koşarak
odadan çıkarken, yaratığın sesi boğuklaşmış, derinden boğuklaşan bir erkek
sesine dönüşmüştü. Pelin, hızlıca salona doğru ilerlerken, kâbusunda gördüğü
ufak adamlar kendisine kıkır kıkır gülüyorlardı. Pelin, çaresizlikle bağırarak
salona ilerlemeye devam etti. Babası ve annesi telaşla kalkıp, ne olduğuna
bakmaya gittiklerinde, Pelin’i salonun ortasında korkuyla dikilirken gördüler. Pelin’in
kardeşleri de seslere uyanmışlardı. Ne olduğunu anlayamadan, devrilen aynadan
uzanan kapkara bir el, Pelin’i bacağından yakaladı. O aynanın da üzeri
örtülmüştü fakat alt kısmı tam kapanmadığından, heyula, o aralıktan elini
uzatarak, kızı yakalamayı başarmıştı. Ailesinin çaresiz bakışları arasında,
Pelin, korkunç bir çığlıkla, karanlık bir varlık tarafından aynanın içine
çekildi ve kayboldu.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Settar Hoca, sabaha karşı yanında
getirdiği diğer havas âlimleriyle birlikte geldiğinde, artık çok geçti. Diğer âlimlerle
neler yapılabileceği konuşuldu. Settar Hoca, her birinden ayrı çözüm önerisi
dinledi. Fakat yapılabilecek bir şey yoktu.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Aylar sonra, Pelin’in babası
Şükrü, yazıhanesinde işlerini yoluna koymaya çalışırken, masasının üstünden
titreyen telefonuna baktı. Arayan Settar Hoca’ydı. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Selamın Aleyküm Şükrü.”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Aleyküm selam hocam, buyurun?”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Şükrü, akşam müsait bir anında
benim eve gel, sana önemli bir konudan bahsedeceğim.”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Hocam?”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Telefon kapanmıştı…<br />
<br />
<br />
</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“…peki sonra noldu?”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Hem alkolün, hem de sıcağın
etkisiyle büsbütün mayışmıştım. Tüm bunların üstüne, yıldızlı ve sıcak yaz gecelerinde,
ateş başında anlatılan o ürkütücü hikâyelerden birini tüm gerçekliğiyle
dinlemek, zihnimi büsbütün allak bullak etmişti. Çift görüyordum ve iyiden
iyiye kafayı bulmuştum. Saat, gecenin üçüydü.</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Sonrası daha da garip.”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Ne gibi?”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Şimdi göreceksin Kerem kardeşim.”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Ömer, yavaşça kalktı ve
merdivenin başında duran ağır aynayı bana doğru çevirdi. Hep böyle kaba saba
şakalar yapmasına alışık olduğum için, gülmeye başlamıştım. Tüm vücudum
uyuşmuştu. Kolumu bile kaldıramıyordum. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Dedem, akşam ezanından sonra, Settar
Hoca’ya gitmiş. Settar Hoca, dedeme Anadolu’daki diğer ilimcilerden deva
bulamadığını, fakat Erzincan’da isim yapmış bir büyücünün kendisine bahsettiği
bir anlaşmadan söz etmiş. Daha sonra, ona kızını görebileceğini ama bunun bir
bedeli olacağını söylemiş. Ve kabul ederse, bunun için bir anlaşma yapabileceğini
söylemiş.”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Eee kabul etmiş mi?”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Ömer ışıkları söndürmüştü. Tedirgin
olmuştum. Artık odadaki tek ışık, kalitesiz sivrisinek kovucu lambanın yaydığı
loş ışıktı. Ayağa kalkmaya çalıştıysam da başaramadım. Hareket edemediğimi
anladığımda, gözlerim fal taşı gibi açılmıştı. Sadece dehşet içinde Ömer’in
neyin peşinde olduğunu anlamaya çalışıyordum. Ne yapmaya çalışıyordu?</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Evet.”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
“Ecinniyle anlaşma yapılmış. Her
yıl, bir günlüğüne, ecinni, Pelin halamı aynadan gösterirmiş bizimkilere. Bunun
karşılığında da her sene, bir insanın ruhunu istermiş.”</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
Neyin içinde olduğumu bilemiyordum
artık. Hareket edemiyordum, umutsuzca etrafa bakmaktan başka bir şey
yapamıyordum. Önümdeki devasa aynada Pelin Hala’yı gördüğüm anda, vücudumdaki
kan çekilmişti. Pelin Hala, şeytani bir şekilde gülümseyip, elini uzattı. Kapkara
ve sivri tırnaklı bir el, beni bacağımdan bir hayvan gibi kapıp içeri doğru
çekmişti. Aynanın içine çekilirken son hatırladığım şeyse, yarım kalmış bir bira
şişesinin tıngırtısıydı. </div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
<div align="center" class="MsoNormal" style="text-align: center;">
- SON -</div>
<div class="MsoNormal" style="text-indent: 35.4pt;">
<br /></div>
</span></div>
Unknownnoreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2468800895546773346.post-7341064770789770812019-04-05T18:16:00.001+03:002019-09-10T17:46:04.509+03:00Kara Kara Kapkara - OKUR GÖZÜYLE İNCELEME<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhGrvguq3puSYNcNi3wt4-9yWFfwp-VuuCh2JuRgm_RNOe_KTP8A6zYl9GfG6a3XH-fPx9icQEVOCd4C29ockUGFa3vquap2OXsMrw0HaMbyx63jLwSdsz0eVY1TjL2wz7yZnEHIRYSJbw/s1600/Karakarakapkara.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="900" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhGrvguq3puSYNcNi3wt4-9yWFfwp-VuuCh2JuRgm_RNOe_KTP8A6zYl9GfG6a3XH-fPx9icQEVOCd4C29ockUGFa3vquap2OXsMrw0HaMbyx63jLwSdsz0eVY1TjL2wz7yZnEHIRYSJbw/s320/Karakarakapkara.jpg" width="180" /></a></div>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Merhabalar, uzundur buraları boşlamıştım, biliyorum. İşlerimin yoğunluğu bir kenara dursun, şu sıralar Türk korku edebiyatı, öyle üretken ki, ortaya çıkan birbirinden güzel kitapları okumaya pek fırsatınız kalmayabiliyor. Anadolu Korku Öyküleri üçleme kitap serisinin kendimce bir incelemesini yazıp yine blogumda paylaşmıştım. Özellikle bu üçlemede okuyup sonradan sıkı takipçisi olduğum sevgili Işın Beril Tetik'in kitabının çıkacağını duyunca, ergen kızlar gibi çığlık atasım geldi. Sevgili Tetik, sıkı takibinde olduğum bir yazar. Kendisi, ayrıca çok da sevdiğim bir yazar. Ben kendisiyle tanıştıktan sonra, "böyle dünya tatlısı bir insandan, böyle korkutucu bir atmosfer nasıl çıkabiliyor?" diye şaşırmıştım. Hatta kendisinin çok çok çok çok çok çok uzaktan yengem olduğunu öğrenince, şaşkınlığım katlanarak arttı. Başlayalım mı? Hadi başlayalım.</span><br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Kara Kara Kapkara, Tetik'in zarif eşine yapmış olduğu kısa ama çok anlamlı bir önsözle karşılıyor sizi. Daha sonra birbirinden tekinsiz ve sizi huzursuz edecek sekiz öyküye başlıyorsunuz.</span><br />
<br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><i><b>DİKKAT!
POSTUN BUNDAN SONRAKİ KISIMLARI, KİTAP HAKKINDA DETAYLI ŞEKİLDE SPOILER
VE YÜKSEK ORANDA EZBERBOZAN İÇERİR. KİTABI EĞER HENÜZ OKUMADIYSANIZ YA
DA OKUMAYI DÜŞÜNÜYORSANIZ, SAYFADAN HEMEN AYRILMANIZ TAVSİYE OLUNUR.</b></i></span></span></b></i></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">1- Yolcu Yolunda Gerek</span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Yolcu Yolunda Gerek, baş karakter Şükrü'nün gözlerini bir anda İzmir otobüsünde açması ile başlıyor. Şükrü, İzmir'den İstanbul'a daha iyi bir hayat umuduyla gitmiş, fakat umduğunu bulamayıp, ailesinin yanına dönmek için İzmir otobüsüne bilet almıştır. Normalde bu yolu oldukça iyi bilen Şükrü, dışarıya göz gezdirdiğinde yolu tanıyamaz ama içinden "yeni bir yoldur herhalde" diye geçiştirir. Tam o esnada yanında oturan yaşlıca ve çirkin suretli adamın sıkıcı sohbetine maruz kalır. Adamın tuhaf ve garip hareketleri, Şükrü'yü tedirgin eder. Adam, garipliklerine devam ettikten sonra, karşı koltukta oturan ve Şükrü'ye kurtlu fındık ikram eden kadın hakkındaki gerçekleri söylemeye başlayınca, Şükrü, daha da tedirgin olur ve gitgide otobüsteki havanın sıcaklamaya başladığını fark eder. Adam, otobüste oturanlar hakkındaki korkunç gerçekleri söylemeye devam eder ama Şükrü, tüm bunları yaşlı bir adamın orta yaş krizi olarak görür. Otobüsün koridor ışıkları söner ve gece ışıkları yanar. Adam anlatmaya devam ettikçe, Şükrü, otobüstekilerin vücutlarının kesik kesik eğilip büküldüğünü görür. Adam anlatmaya devam ettikçe, Şükrü'nün nefesi kesilmeye, vücudu yanmaya başlar. Adam dönerek, Şükrü'nün yaptıklarını tek tek saymaya başlayınca, Şükrü aklını yitirecek gibi olur. Otobüste çığlıklar koparken, yaşlı adam, şöföre devam etmesini söyler. Şöför ve muavin dönerek adama bakarlar. Ama korkunç bir surete bürünmüşlerdir.</span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Aslında ne kadar kabus olarak nitelendirilir bilmem ama gerçekten bu çeşit otobüs yolculuklarında gereksiz sohbet açmaya çalışan orta yaş krizli adamların bazen gerçekten bu tip tekinsiz konuşmalar yaptığını kendim de gözlemledim. Cehenneme giden günahkarlarla dolu bir otobüs ve onlardan sorumlu zebani figürü, bu öyküde çok farklı ve beklenmedik şekilde yazılmış. Öykünün bir anda otobüsün içinde başlaması, o tedirginlik ve diken üstünde olma atmosferiyle açılması çok güzel. Geceleri genellikle otobüsün içinde rahatsız edici bir sessizlik olur. Sesler azalır ve eğer uyanıksanız dışarıya, uzaktaki minik ışık noktalarına bakmaya başlarsınız. Tetik, bu detayı atmosfer olarak kullanmış, çok başarılı olmuş. Giriş öyküsü olarak, ben çok beğendim. Özellikle gizem kısmı çok başarılı. Bunu "otobüsteki geyikçi dayı" üzerinden yapması da, Tetik'in gözlem yapmaktaki üstün başarısı. </span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">2- Kızıl Rüya</span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"> </span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"> </span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Kızıl Rüya, halihazırda kötü kabuslardan dolayı uyku problemi yaşayan, yalnız bir kadının hikayesini anlatıyor. Genç kadın, tüm bu rüyalar ve kabusların haricinde, işe gidip gelirken kullandığı kestirme ama izbe bir yolda, iriyarı bir adamın tacizine uğrayınca, hayatı büsbütün travmatik bir hale gelir. Tüm bu düşüncelerle aklını yitirecek gibiyken, evinin önündeki kesik sokak lambasında, bir kadın silüeti görür. Silüet, genç kadını çağırır gibi kendince bir şeyler söylemektedir. Genç kadın, silüeti takip eder ve silüet, onu bir inşaat alanına götürür. Sonra, silüet, kendisini taciz eden adamın yaptıklarını, genç kadına gösterir ve onu uyarır. Genç kadın, haftalar önce bu psikopat tarafından aslında tecavüz edilip, öldürüldüğünü dehşet içinde fark eder. Izdırap içinde cinayete kurban gittiği için, ruhu cennete ulaşamaz ve hala dünyada gezinmeye devam eder. O sırada orada bulunan psikopat ise başını kaldırıp, genç kadının hayaletini görür. Genç kadının hayaleti, yaptığı tüm korkunç şeylerin daha da fazlasını yaşatarak, psikopatı öldürür. </span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"><br /></span></span></span></span></span></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Sevgili Tetik, bu öyküde Türk toplumunun kanayan yarası olan kadına şiddet-taciz-tecavüz-cinayet olaylarına farklı bir bakış açısı vermek istemiş, gayet de güzel olmuş. Özellikle kötü niyetli bir erkek tarafından taciz edilmenin dahi kadınlarda nasıl bir travmaya yol açtığını hepimiz biliyoruz. Tetik, tüm bu süreci, psikolojik tahlilleriyle birlikte bize bunu çok güzel anlatıyor. "Acı içindeki intikamcı ruh" ve " kadın dayanışması" gibi öğeler de tek potada gayet güzel anlatılmış. Sorun şu ki, bu öyküyü çok daha iyi bir şekilde anlayabilmek ve etkisini gözlemlemek için, kadın olmak gerekiyor. Her ne kadar bu öyküyü "kadın gözüyle" okumak istesem de, sanırım bir kadının hassaslığı, öykünün altmetnini anlayabilmek için en birincil şeylerden biri. </span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"><br /></span></span></span></span></span></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">3-Yatırım</span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Yatırım, (tahminen Güneydoğu'daki) ufak bir kasabaya geçici gelen, şark kurnazı bir karakterin gözünden anlatılıyor. Karakter, otuzlarının sonunda, kız kardeşini evlendirmiş ve tamamen kendi çıkarı ve refahını düşünen bir karakterdir. Öğleden sonra, kahvede otururken, meczup köylülerden biri olan Zühtü gelir ve karaktere bir yatır bulduğundan bahseder. Baş karakter, başta diğerleri gibi Zühtü'nün saçmaladığını düşünse de, yine de onunla birlikte Zühtü'nün tarif ettiği araziye giderler. Bir müddet sonra gerçekten de bomboş arazide bir adam boyu bir kerpiçten yapı görürler. Fakat, yapının üzerinde ne bir işaret, ne bir Arapça yazı, ne de başka bir şey görürler. Akşam çökmüştür ve baş karakter, içeride ne olduğunu merak edip, binanın kapısını kırarak içeri girer. İçerisi zifiri karanlıktır. Baş karakter, zeminde tahta bir kapak bulur. Zühtü de korka korka onu takip eder. Kapıdan içeri girdiklerinde sürgülü bir demir kapıdan sonra, büyükçe bir odaya girerler. Gerçekten de burada bir yatır durmaktadır. Yatırın yanında da içi altın dolu bir sandık bulurlar. Baş karakter, hemen bu altınlarla yapacaklarını iştahla düşünmeye başlar. Zühtü'ye sevinçle döndüğünde, Zühtü'nün orda olmadığını fark eder ve altınlara tek başına konacağını düşünüp, daha da keyiflenir. Kapağı kapatıp, çıktığında, dehşet içinde Zühtü'nün kapıda dikildiğini görür. Zühtü, değişmiştir; kambur ve ürkek duruşunun aksine, dimdik ve kendinden emin bir şekilde durarak, baş karaktere gözlerini dikerek bakmaktadır. Tam da kapının ağzında durup, baş karakterin ceketinin cebine gülerek hafifçe vurur. Ceketin cebinde de baş karakterin yürüttüğü tek sikke altın vardır. Zühtü, "bir şey aldın, bir şey vermelisin abey" der ve şekli değişmeye başlar. O anda da baş karakterin vücudu, peynir gibi eriyip, dökülmeye başlar. </span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"><br /></span></span></span></span></span></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Şark kurnazlığının ve doğu insanının aslında çok küçük hesaplar peşinde koştuğuna dair genel olarak çok güzel bir tespit niteliğinde bu öykü. Küçük hırsların, (hırslarımızın?) insanı nasıl da felakete götürebileceği, öyküde çok güzel işlenmiş. Anadolu'daki "gizemli hazinelerin", "sahipli" olduğu, çoğunlukla anlatılagelen bir kavram. Benim yaşadığım yerde de benzer bazı öyküler duymuşluğum olduğu için, biraz yüzümde gülümseme ile okudum bu öyküyü. Karanlığın son model akıllı telefon flaşıyla aydınlatılması, sevgili Tetik'in "teknolojinin Anadolu korkusunun dokusunu bozması" ile ilgili söylediklerini aklıma getirdi. Vermeden almak ise sanırım Orta Doğu'nun geneline hakim bir dürtü.</span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">4-Şeffaf</span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Şeffaf, Harbiye'deki bir şeker dükkanında başlıyor. Dükkanın sahibi Defne, her gün şeker almaya gelen yaşlı Anasti Dede'den, hayatı boyunca korkmuştur. Yine Anasti Dede, dükkana şeker almaya gelir, fakat bastonunu dükkanda unutur. Defne, kardeşi Dilber'i telefonla ararken, Anasti Dede'nin bastonunu vermeye gider. O esnada, Dilber de evden çıkıp, Defne'nin yanına giderken, Anasti'yi görür. Anasti, aslında bir yaratıktır ve Dilber'in bedenine geçer. O sırada, Charon Dimitris adında gizemli bir adam, semte gelir ve Defne ile görüşür. Defne'ye, Anasti'nin bir yaratık olduğunu, kendisinin de yıllar boyu Şeffaf isimli bu yaratığın peşinde olan bir avcı olduğunu anlatır. Şeffaf'ın kardeşinin bedenine yerleştiğini ve hemen harekete geçilmesi gerektiğini söyleyip, Defne'nin evine giderler. Charon, küvette yatan kızı görür görmez, sert bir darbeyle yere yığılır. Şeffaf, aslında Defne'ye geçmiştir. Şeffaf kaçar, Charon da taksiyle kovalar. En son Şeffaf'ı, Boğaz'da yakalar. Fakat Şeffaf, Charon'la tartışır ve suyun kenarında kaybolup gider. </span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Bence yerli korku türündeki en büyük eksiklik, İstanbul gibi tarihi dokusu çok derin olan bir şehirde, gerçekten yurtdışındaki türevleriyle yarışabilecek bir öykü çıkmaması. Tetik, seri olabilecek (hatta üzerine öykü evreni kurulabilecek) bir öykü yazmış bence. Gerçekten yüzyıllardır parazit olarak yaşayabilen kadim bir yaratığın öyküsü, hem de İstanbul'da geçmesi, çok hoşuma gitti. Charon Dimitris'den biraz Van Helsing tadı almadım değil. Bir öykü, eğer genişletilebiliyorsa, bence güzel bir öyküdür. Böyle bir açıdan bakılırsa, çok orijinal ve avangart bir öykü. Gerçekten çok beğendim.</span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"><br /></span></span></span></span></span></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">5-Hasat</span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Köyde yaşayan Emine, annesiyle birlikte köylü tarafından hor görülmektedir. Emine'nin babası, zamanında annesini istediğinde, dedesi karşı çıkar ve "ecinnilerden gelin almam" der. Buna rağmen, Emine'nin babası dinlemez ve evlenirler. Bir sene sonra da Emine doğar. Geceleri Emine'nin camının altına yanında köpeklerle gezen bir adam gelmektedir. Artık bir süre sonra, Emine de, gizemli adamın yolunu gözler olmuştur. Bir gece, Emine, adama neden buradan geçtiğini sorar. Adam da, "ben bana söz verileni almak için buradan geçerim, hasadım için. orağım da sensin" der ve yanındaki köpekler bir anda şekil değiştirip, dev insan formuna dönüşmeye başlar. Aradan zaman geçer, köylüyse Emine ve annesini öldü sanarken, bir gece köyün girişine bir sürü köpek gelir. Köylü huzursuzlanırken, köpeklerin ardından bir kadın silüeti görünür. O kadın, Emine'dir. Köylüden tüm o ezilmişliğin acısını çıkarmak için vakti gelmiştir. Köyde nefret dolu bir kıyım başlar.</span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"><br /></span></span></span></span></span></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Aslında bu öyküyü, sevgili Demokan Atasoy'un Anadolu Korku Öyküleri'ndeki Kuyu öyküsüne biraz benzettim. Buradaysa, aynı intikamcı köylü güzeli, aslında ne olduğunu ve kim olduğunu, gizemli bir adam sayesinde öğreniyor ve içindeki tüm nefreti, ezilmişliği ve çaresizliği, tüm köylüye ödetmek ve "hasadını" toplamak için geri geliyor. Normalde bunun bir itbarak öyküsü olduğunu düşünmemiştim, bu açıdan öykü, beni de biraz ters köşe yaptı. Malum, "gizemli adam" figürünün biraz daha korkutucu olmasını ve öykünün bu karakter üzerinden gideceğini düşünmüştüm, çünkü sevgili Tetik'in tarzında bu tip öyküleri çok okuyoruz. Öykünün varsa en kötü tarafı, kısa olması! Yazarın atmosfer oluşturmadaki başarısı, burada da göze çarpıyor. "Gece 3" detayı da bence güzeldi. Fazla ufak ama bence bütünleyici bir detaydı.</span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"><br /></span></span></span></span></span></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">6-Kara Kara Kapkara</span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Kitaba adını veren öykü, şehirde yaşayan, modern hayatın her türlü imkanına sahip olan Kenan'ın, annesinin isteğiyle köydeki düğüne gelmesiyle başlıyor. Kenan, köye geldiği günden itibaren, korkunç kabuslar görmekte ve huzursuz hissetmektedir. Köylü de bir gariptir. Kenan, geceleri odasında garip şeyler hisseder ama bunu anlamlandıramaz. Uyandığında, teyzesi köylünün mezarlığa gideceğini, oradakilerin "rızasını" isteyeceklerini söyler. Kenan istemeye istemeye gider. Burada Kenan'ın dikkatini çeken şey, ölenlerin hepsinin çocuk olduğudur. Kenan, orada bir müddet daha kalır ve garip şekilde ölen çocuklar, Kenan'a görünür. Kenan, olup bitene anlam veremeyerek dönüp, düğüne katılır. Gerçek dehşet, Kenan uyuduğunda başlayacaktır.</span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"><br /></span></span></span></span></span></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Öykünün tamamını özet geçmek istemedim, zira kitabın en iyilerinden biri de bu öykü. Öykünün altyapısını oluşturan çocukların birer korku öğesi olması, (masumiyetin zaman zaman çok korkunç olabilmesi) odada tek başımızayken bazen izlendiğimiz hissi, bizden başka odada "bir şeyin" olduğu hissi, etrafı tekrar tekrar kolaçan etme gibi çok çok çok derin ayrıntılar gerçekten çok hoş olmuş. Kenan'ın üstüne çullanıp, yaşamını sömüren iğrenç yaratığın kıkırdamaları da (ciddi anlamda) korkutucu. Öyküyle ilgili çok daha fazla detay vermek istemiyorum çünkü gerçekten tadına varmak için alıp okumalısınız. Klasik umacı hikayesini böyle etkili şekilde okumamıştım, kabul ediyorum. Çocukların tekerlemeleri daha da ürkütücü ve biraz Elm Sokağı'nda Kabus'u anımsattı. Gerçekten kitabın adına yaraşır öykü olmuş.</span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"><br /></span></span></span></span></span></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">7-Boşluk</span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Boşluk, dağınık ve pis bir otel odasında başlıyor. Ana karakter olan genç kadın, ailesinden koparak, hızlı bir hayatı tercih ediyor ve sevgilisiyle birlikte kirli işlere bulaşıp, "yanlış yapmamaları gereken kişilere" yanlış yapıyorlar. Genç kadın, lavaboya gidip, kendine çeki düzen verip, geçmişini sorgularken, kopan gürültüyle korkuya kapılıyor. Erkek arkadaşının çığlıklarını duyduktan sonra, korkuyla saklanabileceği tek yer olan küvetin içine girip, saklanıyor. Gelenler, genç kadını da buluyorlar. Genç kadın, küvette gözlerini açıyor fakat her şeyi daha derli toplu halde buluyor. Hayatta kaldığına şükrediyor ama tuzak olduğunu düşünüp, dışarı çıkmak istemiyor. Kapının altından baktığında çocuk suretindeki bir şeytan kendisine kıkırdayınca korkup tekrar saklanıyor. Korkusunu arttıran şey, odaya girip, bu minik şeytanı parçalara ayıran şey oluyor. Genç kadın, bu kişinin erkek arkadaşı olduğunu ama oldukça "değiştiğini" farkediyor. Erkek arkadaşı, genç kadını hissediyor ama bulamayıp, gidiyor. Genç kadın, korkusunu yenip, dışarı çıktığında tekinsiz bir yaşlı kadınla karşılaştıktan sonra lobideki şekli bozulmuş ve yaratığa dönüşmüş insanları görüyor ve umutsuz şekilde çıkıp evine doğru karanlıkta yol alıyor.</span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Boşluk da benim için kitabın en iyilerinden diyebilirim. Oldukça iyi düşünülmüş bir araf hikayesi. Öykünün bütünlüğü bozmadan sürekli yön değiştirmesi ve tekrar tekrar farklı şekillerde başlaması, çok hoşuma gitti. Baş karakter olan genç kadının her uyanışında, siz de onunla birlikte bitmeyen ve sonlanmayan bir rüyayı yaşıyormuş gibi hissediyorsunuz. Öykünün izbe bir otelde başlayıp, gelişmesi, okuyucuyu biraz daha kendine çeken bir detay. Ben aslında öykünün önce komiserden başlayıp, sonra farklı karakterlerin "günahları" üzerinden biraz daha uzatılacağını düşünmüştüm, öyle olmamış. Araf öğesi, biraz da buna müsait bir öğe. Aynı şekilde öykünün kötü bir tarafı varsa, o da yine kısalığı! Öykünün sürekli başlaması, bana Carpenter filmi izliyormuşum hissi verdi, yalan değil. Çocuk şeytanın parçalanması kısmı da, sinir bozucu bir detaydı; yazarın Anadolu Korku Öyküleri: Yılgayak kitabının Taş Uyur öyküsünden beri şiddeti, kanı ve travmayı biraz daha arttırdığını gözlemledim, çok da güzel, iyi olmuş. </span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"><br /></span></span></span></span></span></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">8-Genç Dünya</span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Genç Dünya, geceyi bıçak gibi yırtan bir çığlıkla başlıyor. Çığlığın sahibi, on yaşlarında, küçük bir kız. Çığlığın sebebi, ailesi katlediliyor. Katliamın sebebiyse, odanın karanlık tarafına sinip, kıkırdayarak ona bakan kardeşi. Kardeşi, kıza "bizimle gel" diyerek bir teklif yapıyor ama kız tüm bu boşluk hissinde evden dışarı çıkıp, var gücüyle koşmaya başlıyor. Geçtiği yollarda, çocukların, ebeveynlerini katledip, onlardan beslendiklerini dehşet içinde farkediyor. Sürekli koşarken, çocukların yaptığı tekinsiz daveti kafasının içinde işitiyor. Kız, bir ara bir sokağa girip, olan biteni anlamaya çalışırken, karşı caddedeki özel koleji görüyor ve okula girip, kapısını da kapatıyor. Kız, bomboş okulda gezerken, burada okumayı ne kadar istediğini, diğer çocukların ve ailelerin de çocuklarını burada okutmak istediğini aklından geçiriyor. Sınıflardan birine girdiğinde, sınıfın her türlü imkanını ve lüksünü görüyor ve deri kaplamalı öğrenci koltuklarından birine oturup önündeki panelden ders listesine bakmaya başlıyor. Diğer bilindik derslerin dışında, bir ders dikkatini çekiyor: Genç Dünya. Derse dokunduğunda, önündeki panel açılıyor ve görüntülerde, sınıftaki çocukların, bilimsel bir deney ile uğraştığını görüyor. Kız, o esnada yankılanan ses ile irkiliyor.</span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Evet, Kara Kara Kapkara, çoğu kişi gibi, benim de favori öyküm. Ardından da bu öykü geliyor. Oldum olası post-modern apokaliptik öyküleri okumayı (veya izlemeyi) çok sevmişimdir. Kitapta gösterişsiz gibi görünüp, aslında çok etki bırakan bir öykü bu. Günümüz ailelerinin veya ebeveynlerinin çocuklarını robotik şekilde, yarış atı gibi yetiştirmek istemesi eleştirisinden ziyade, yine atmosfer, çaresizlik, yalnızlık hissi çok güzel geldi bana. Gecenin karanlığında, her türlü tehlikeye açık olan masum, saf bir kişilik ve onun saf kötülük ile çaresizlik içinde başa çıkmaya çalışması, yapamadığı yerde de kaçması, Tetik'in öykülerinde çok sık kullandığı (ve benim okumaya bayıldığım) bir tema. Yukarıda da bahsetmiştim, eğer bir öykü, genişletilebiliyorsa, kesinlikle iyi bir öyküdür. Genç Dünya da tam olarak böyle bir öykü. Kızın koridor ayrımına geldiğinde "sol" tarafı seçip, oraya gitmesi de çok güzel bir ayrıntıydı:)</span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"><br /></span></span></span></span></span></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------</span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"><br /></span></span></span></span></span></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Burada açıktan fanboy'luk yapmak istemem ama "saf korku" seven biri olarak, Işın Beril Tetik'in korku türünde yazıp karaladığı şeyler, benim korku tanımıma tam olarak uyuyor bunu söyleyebilirim. Kitabı alırken, tabii ki Anadolu Korku Öyküleri serisindeki gibi insanı dehşete düşüren şiddette öyküler beklemiyordum ama yazar, gizemli bir öyküyle iyi bir başlangıç yapıp, sonlara doğru dozu iyice arttırmış, bu da yine tam olarak Tetik'in tarzı. Kitap, sizi en rahatladığınız anda yükseltip, eskisinden daha şiddetli şekilde çarpıyor ki, yaşlı teyzeler gibi, "gitme evladım oraya, deli misin sen, dön geri!" diye düşünmeden edemiyorsunuz. </span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"><br /></span></span></span></span></span></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Son olarak, kitabı gerçekten çok beğendim diyebilirim. Alırken ve okurken (haliyle) beklentilerim oldukça yüksekti. Kara Kara Kapkara, o beklentilerin fazlasını da verebilmiş bir kitap. Tabii ki okurdan okura değişebilir fakat "saf korku" hissini yaşamak istiyorsanız, alın, aldırın ve okuyun. </span></span></span></span></span><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">Sevgili Tetik'in aklına, kalbine, kalemine ve zekasına sağlık</span></span></span></span></span> deyip, yorumumu sonlandırıyorum.</span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;">NOT: Kitapla ilgili bir başka übermensch hadise de, kitabın ikincisi galiba yolda:) </span></span></span></span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "times" , "times new roman" , serif;"><br /></span></span></span></span></span></span></span>
<br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span>
</span><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span>
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><i><b></b></i></span></span></b></i></span></span>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2468800895546773346.post-47145072783793111192017-12-06T22:05:00.010+03:002018-01-02T23:06:02.076+03:00Anadolu Korku Öyküleri 3 Yılgayak - OKUR GÖZÜYLE İNCELEME<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj48sj5CFnuKq6LFDs6O_qDW2JwjzVES6f67_N7XLpQgEc-8vQQofQPNC6bu7S7112fkyXQhjdHEtiNZtayoq3pPJbqirpdsb3A-1kMOcYoUYIxlTAFp-aiZ1PzS5GoGSNndMmQgwB4YdQ/s1600/20171204_223623.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="900" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj48sj5CFnuKq6LFDs6O_qDW2JwjzVES6f67_N7XLpQgEc-8vQQofQPNC6bu7S7112fkyXQhjdHEtiNZtayoq3pPJbqirpdsb3A-1kMOcYoUYIxlTAFp-aiZ1PzS5GoGSNndMmQgwB4YdQ/s320/20171204_223623.jpg" width="180" /></a></div>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Önceki iki kitabın yarattığı etkiyle birlikte uzun bir bekleyişe başlamıştım: Acaba üçüncü kitap gelecek miydi? </span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">İlk iki kitabın yazarlarıyla kurduğum temaslar dahilinde, Anadolu Korku Öyküleri 3'ün sadece bir fikir, bir taslak olarak kaldığı söylenmişti bana. Tabii bu esnada ben de boş durmadım; kendi öykülerimi yazmaya başladım. Bana ilham verebilecek şeyleri araştırdım: Gizli ilimler, dini bilgiler, okültizm vs gibi. Gerçekten de güzel ve tam "Anadolu korkusu" tarzında öyküler yazmıştım. Hala da yazmaktayım. Beklenen müjde, en sonunda 2017 ortalarında geldi, sonbaharda da kitabın kendisi geldi. Açıkçası kitabı dört gözle bekleyen tek kişi olmadığımı sonradan anladım ve bu çok hoşuma gitti. Önceki iki kitap gibi Bilgi Yayınevi'nde kitabın ön siparişe açıldığını görmemle beraber, onca işin arasında kartımı çıkardım ve bilgileri girip, "onayla" tuşuna basarken içimden "shut the fuck up and take my money" diye sayıklamış da olabilirim, hatırlamıyorum. İşin bundan sonraki kısmı da oldukça tuhaftı. Kitabın raflara dağıtılacağı gün, halen daha kitapla ilgili bilgi almaya çalışırken, kargodan telefon geldi ve kitabı almaya gittim. Taze taze kitabın bir fotoğrafını çekip Twitter'da paylaşmamla çift taraflı olarak dumurlardan dumurlara sürüklenmiştik: Kitabı, yazarlarından önce almıştım. Sevgili yazarlar, kendi yazdıkları kitabı ellerine alabilmek için bir gün fazla beklediler, bense ilk öyküyü okumuş, Funda Hanım'la ufak bir kritiğini bile yapmıştım. Gönül, İstanbul'da olup, kitabın tanıtımına katılmayı ve severek takip ettiği yazarlarla tanışmayı çok istedi, yalan yok. Ama malumunuz, iş hayatı ve mesafeler, bla bla bla. Ayrıca, şimşek hızı sayesinde, yazarları bile şaşırtan Bilgi Yayınevi'ne gelsin tüm alkışlar. Evet. Kitap taze bitti, hemen yorumlara geçeyim, zira kitap, üçlemeye yakışır bir üçüncü kitaptı. (Dördüncüsü de gelir mi ki?)</span><br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><i><b>DİKKAT!
POSTUN BUNDAN SONRAKİ KISIMLARI, KİTAP HAKKINDA DETAYLI ŞEKİLDE SPOILER
VE YÜKSEK ORANDA EZBERBOZAN İÇERİR. KİTABI EĞER HENÜZ OKUMADIYSANIZ YA
DA OKUMAYI DÜŞÜNÜYORSANIZ, SAYFADAN HEMEN AYRILMANIZ TAVSİYE OLUNUR.</b></i></span></span></b></i></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><i><b>1-<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"> Yılgayak (Funda Özlem Şeran)</span></b></i></span></span></b></i></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"></span></span><b><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><i><b><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"> </span></b></i></span></span></b><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"></span></span></i><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Kitaba adını veren öykü Yılgayak, tekinsiz, soğuk ve dolunaylı bir geceyle başlıyor. Kendine göre "ahlaksızlık" yapan insanları soğukkanlılıkla öldüren ve her kurbanından hatıra olarak bir eşyasını alan manyak bir seri katil, gece vakti bir travestiyi öldürür. Gitmek için arabasına binse de, araba marş almaz. Yorgunluk ve soğuğun etkisiyle katil, rüyasında, öldürdüğü annesini elindeki yemenisiyle ona bakarken görür ve sıçrayarak uyanır. Uyandığında dışarıdan sesler duyup, dikkat kesilir. Biraz uzakta iki genç ve güzel kız, beceriksiz ve sevimli şekilde büyük bir ağaç kütüğünü taşımaya çalışmaktadır. Kızlar, ilginç şekilde adamdan korkmazlar; hatta yıllardır onu tanıyormuş gibi rahat şekilde onunla konuşurlar. Katil, kendisini Burhan ismiyle tanıtır. Kızlar, yılbaşını kutladıklarını söylerler; on iki kişi olduklarını, eğer isterse onlarla gelebileceğini söylerler. Mart ayının ortasındayken, Burhan, olup biteni anlamaz. Sonradan bu kızların erkek arkadaşlarıyla toplanıp, "ahlaksız ve günah dolu" bir şekilde eğlendiklerini düşünür. Hepsini öldürmeyi kafasına koyar ve kızlarla ormanda yürümeye başlar. Vardıkları yer, çadırlarla çevrili açık bir alandır. Ateş yanmaktadır ve etrafta Burhan'dan başka erkek yoktur. Burhan'ı ateşin başında Umay Ana adındaki yaşlı kadın karşılar. Burhan ayaklanacakken, bilinmeyen bir güç tarafından hareketsiz bırakılır. Burhan'ın kurbanlarından topladığı eşyalar, kadınlar tarafından çember şeklinde dizilir ve Burhan çemberin ortasına konur. Daha sonra kadınlar, üzerlerinde Türk mitolojisindeki hayvanların kılığında gelirler. On ikinci olan Gökçe Kız da gelir. Gökçe Kız, elindeki davulu her vurduğunda yer sarsılmaktadır. Burhan ise gördüklerine inanamayacaktır.</span></span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Kitapta da dipnot olarak bahsedilen Erlik Han (kendisi Yunan mitolojisindeki Hades'le eşdeğer gibidir) ın kızları olan kötülük tanrıçaları Kara Kızlar'ı ve onların ürkütücü ayinlerini konu alan bir öykü. Burhan'ın arabada sızıp rüya gördüğü kısım, özellikle ani şekilde ürkütebiliyor. (Filmlerdeki jumpscare hissiyatına benzer bir his) Benim ilk okuyuşumda, ritüeldeki hayvanların Çin astrolojisindeki hayvanlar olduğu, yazarın da bundan esinlendiği yönündeydi. Lakin Orta Asya olduğu için, zamanında iki kültürün birbirinden etkilenmesi de çok normal. Tekinsiz bulduğum diğer bir kısım da, iki genç ve güzel kızın gecenin bir yarısı ormanda tanımadıkları bir adama gayet doğal bir şekilde pelinsuluk yapmalarıydı. (En amiyane ve açıklayıcı tabir bu sanırım. Funda Hanım'ın kendisi de oldukça güldü bu tabire) Sevgili Şeran, k</span></span></span></span></span><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">adın - erkek psikolojisi ve Anadolu'daki klasik yobaz ama çok uyanık
erkek profilini de çok güzel analiz etmiş, gözümden kaçmadı, saygı
duydum. </span></span></span></span></span><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Katilin davranışları, gizli manyaklığı, kendi kendine kurşun hesabı yapması ve kızların çok spontane oluşundan yazarın oldukça iyi bir gözlemci olduğu fikrini çıkardım. Açılış öyküsü, aynı zamanda kitaba adını veren öykü olarak Yılgayak, çok güzel bir öykü gerçekten. Sevgili Şeran'ın tam da gece okumalığı yapılacak düzeyde iyi bilimkurgu öyküleri de olduğunu gördüm bu arada. Ben bu öyküye 10 üzerinden 8 verdim. </span></span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><b><i>2- Sakın! (Demokan Atasoy)</i></b></span></span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Sevgili Demokan Atasoy, birinci kitapta bizi Kuyu ile korkutmuş, ikinci kitapta Gece Işığı ile derviş edebiyatını konu alarak, korkuyu farklı bir tarzda ele almıştı. Merak ettiğim öykülerden biri olduğunu başta söyleyeyim. Kitabın ana kahramanı, Anadolu'nun kuytu köşesinde kalmış bir köye atanmış (sürülmüş) bir memurdur (ya da öğretmen). Gece saat 02:15'de, kaldığı evin kapısı, gürültülü şekilde vurulur. Gelen, evlerinin kullanmadıkları bir odasıyla banyosunu ona kiralayan yaşlı çifttir. Yaşlı kadın, ana karaktere eliyle işaret ederek, evin diğer tarafındaki hole doğru götürür. Ay ışığının vurduğu odada bir beşik ve içinde de uyuyan bir bebek vardır. Yaşlı kadın, oğluyla gelininin şehir dönüşü başlarına bir şey geldiğini, uzun süredir de haber alamadıklarını, arabayla onları almaya gideceklerini ve onlar dönene kadar bebeğe göz kulak olmasını söyler. Ana karakter, ne olduğunu anlamadan yaşlı kadın bir anda dönüp, karaktere, "Sakın ola dipteki odaya girme" der. Karakterin sızlanmalarını dinlemeyen yaşlı kadın bir daha dönüp, "Sakın!" der. Karakter, evin içinde yarı uykulu halde gezinirken üst kattan ayak sesleri duyar. Önceleri uykusundan dolayı duyduğunu sansa da, adım attığı anda ses de kesilir. Sonra sesleri tekrar duyar ve bebek aklına gelir. Yukarı çıkarken evin ışıklarını açan karakter, kapının buzlu camından bir karaltı görür. Hole girdiğindeyse holde kimseyi göremez. Tam bu esnada bebek de uyanır ve ortalığı birbirine katar. Karakter, çocukla ilgilenir ve çocuğu besler. Karakter, çocuğu tekrar beşiğine yatırır ve uyumak ister. Ama ilginç şekilde içinde bir huzursuzluk hisseder. Üstelik sabah da olmamaktadır. Yaşlı çifti telefonla aramayı düşünen karakter, ahizeyi kaldırdığında ayak seslerini tekrar duyar. Ve kendisine girilmemesi söylenen odaya girer. Odada üç tane toplanmış valiz durmaktadır.</span></span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Sevgili Demokan Atasoy, her öyküsünde yeni şeyler denemeyi seviyor. Ben Kuyu'ya benzer bir öykü beklediğim için okurken en amiyane tabirle "öcüyü" bekledim ama öykünün ana teması, bir "öcü" üzerine kurulu değil. Öyküdeki gizem had safhada. Finali de keza öyle. Atasoy, bizim alıştığımız "klasik" korku öykülerinin dışında belirsizlik, belirsizliğin getirdiği tekinsizlik ve atmosferin "rahatsız ediciliği" üzerinde durmuş. Ben Atasoy'un öykülerini Masters of Horror bölümlerine benzetiyorum açıkçası. Saf bilindik korku öğeleri yerine, "rahatsız edici" temaları kullanmış, bu da seviyeyi biraz atlatmış. Karakterin, yaşlı evsahibi kadının sürekli flashback tadında "Sakın!" deyişini hatırlaması oldukça ürkünçtü. Korku öğesi daha geri planda kalmış olsa da, gizem unsuru çok yüksek düzeyde. Atasoy, Aşkın Karanlık Yüzü'nde de buna benzer bir öykü kurgulamış, beni yine şaşırtmıştı. Kendisi de benim gibi alışkanlıklarını bozmamış diyorum ve öyküsüne 10 üzerinden 8 veriyorum.</span></span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><b><i>3- Gölgeler (Murat Başekim)</i></b></span></span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Korkuyu farklı şekilde ele alan bir başka öykü de Gölgeler. Gölgeler, agorafobisi olan bir öğretmenin, Ramazan ayında tayinle atandığı kasabaya gelmesini konu alan bir öykü. Ana karakter, fobisinden dolayı gündüzleri açık alanda bulunmak istemez, geceleri daha çok sever. Karakterin gölgeler hakkındaki çıkarımları ve yaptığı tabirler oldukça iyi. Temaşa alanındaki kasvetli ortam, perdedeki Hayali Can Usta'nın Hayal Sahnesi isimli gölge oyunu, gölge oyunundaki karakterlerin gitgide korkutucu hale gelmeleri, öğretmenin sohbet ettiği ailenin donukluğu güzel detaylardı. Gecenin üçünde kalabalığın ellerinde fener ve ışıklarla öğretmenin kapısına gelip öğretmeni temaşa izlemeye çağırmaları kısmı da biraz ürkütücüydü. Murat Bey'e sorduğumda kendisi de, "</span></span></span></span></span><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Hiç degişmeyen hayatlara bakarken psikolojik ve varoluşsal gerilim unsurları katmak istedim. Hikaye de bu şekilde gelişti." yanıtını verdi. Sevgili Başekim, aslında şehir insanlarının gündelik kompleksli ve takıntılı yaşayışlarına daha uygun bir öyküyü, kırsala uyarlamak istemiş. Olmuş da. Ama tipik "Anadolu korkusundan" tabii ki de uzak kalıyor. Ben bu öyküye 10 üzerinden 5 verdim.</span></span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><b><i>4- Hasat (Orkide Ünsür)</i></b></span></span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Hasat, Ege'deki kadim ve efsunlu bir zeytinliğin hikayesini anlatıyor bizlere. Ana karakter, akrabası olan ruhsuz ve paragöz dayısının yaptıracağı otel arazisi için saha araştırmasına yollanır.<b><i> </i></b>Tesadüfen gördüğü Cavırlı Köyü'nden çok etkilenir. Zeytinlikte gördüğü yeşiller içindeki güzeller güzeli bir kız olan gizemli Elaya'ya tutulur. Köydeki yaşlı çift ise, bu ziyaretçinin gelişini zaten biliyordur. </span></span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Sevgili Ünsür, karakterin başta içinde bulunduğu sıkıcı şehir hayatından, saha araştırması için gittiği Cavırlı Köyü'ne ilk görüşte nasıl tutulduğunu bizlere gayet güzel hissettiriyor. Öyle ki, efil efil esen o sıcak Ege köylerine gidip, rüzgarın içinizden geçmesini istiyorsunuz. Karakterin görüp vurulduğu Elaya isimli kız ise, sonradan "Zeytin Kız" olarak anılıyor. Zeytin Kız ismi de kişisel olarak yine böğrüme bir hançer saplamıştır:( (İlgili kişinin fotoğrafı, üşenilmemiş, Orkide Hanım'a gönderilmiştir. Neyse ki Orkide Hanım, Elaya karakterinin, benim gönderdiğim resimdeki kıza hiç benzemediğini söyleyip, tekrar kavuşmamızı dilemiştir; benim açımdan hoş bir detaydı, belirteyim.) Karakterin köye girerken okuduğu Latince yazılar da öyküye daha güzel bir hava katmış. Orkide Hanım, yazdığı öykülere yoğun şekilde romantizm katmayı oldukça seviyor. Öyküyü okurken, bir müddet karakter ile Elaya arasındaki saf aşkın nereye varacağını bir an önce bilmek istiyorsunuz. Öyle ki biraz ürkmeyi umarken, kitabı okurken şapşalca gülümsediğinizi farkediyorsunuz. Korku öğeleri tabii ki geri planda; ama Orkide Hanım, tarzının özgünlüğünü korumak istemiş. Öykü biterken, siz de Cavırlı'daki aileye katılmak istiyorsunuz. Ünsür'ün, Aşkın Karanlık Yüzü'ndeki öyküsünü biraz fazla post-modern bulmuştum ama bu öyküde antik zamanların da öncesini orijin almış. Ben bu öyküye 10 üzerinden 7 verdim.</span></span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><b><i>5- Cazı Nene (Mehmet Berk Yaltırık)</i></b></span></span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Cazı Nene, sevgili Son Gulyabani Mehmet Berk Yaltırık'ın aslında daha önceleri çok ufak tüyolarla takipçilerine sinyal verdiği bir öykü. Şahsen beni de Anadolu Korku Öyküleri 3 için heyecanlandıran öykü aynı zamanda. Öykü Cumhuriyet öncesi dönemindeki Trabzon'da geçiyor. İstibdat zamanı İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin varlığı, İstanbul'da sıkı bir tatbikata yol açar. Karakter de yakalanıp sürgün yememek için, amcasından yardım ister. Amcası da onu, asıl memleketleri olan Trabzon'a hatırlı dostları vasıtasıyla gönderir. Karakter, gözden uzak şekilde Trabzon'a varır. Amcasının hatırlı dostu olan Osman Reis, ana karakteri, amcasının halası olan ve yörede "Cazı Nene" adıyla bilinen akrabasının evine gönderir. Cazı Nene ismini duyan herkesin yüzü bir anda değişmektedir. Kimsenin uğramadığı yüksek bir tepenin ardındaki eski eve varırlar. Ana karakter, şehirli efendiliğiyle Nene'siyle tanışır. Günden güne, evde tuhaf şeyler olduğunu fark edecektir. Bir kaç gün sonra, Giresun'dan gelen ufak bir grup adam, Cazı Nene'yi Giresun'a götürmek istediklerini söylerler. Ana karakter de Nene'siyle beraber Giresun'a doğru yol alır. Bundan sonrası, ana karakter için korkunç olayların sadece başlangıcıdır.</span></span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Yaltırık, kendine has tarzıyla bizi ilk önce kabadayılar, zaptiyeler, jurnaller ve hafiyelerin kol gezdiği eski İstanbul'a şöyle bir götürüyor. Ardından buram buram deniz kokusunu hissediyorsunuz. Özellikle ana karakterin Cazı Nene'nin evine girdikten sonra evde yaşadıkları kısmı anlatan bölüm, tuvaletimi içeri doğru yaptırmıştır. Görsel -1'de görüldüğü üzere,</span></span></span></span></span><br />
<br />
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgziXS0DiuocsuJ87A9D1aA_sYjHApwDsKp00udxBjPyQE08yyFH3apRaJjRHuSHHWQc1dTjR4xGYI0jnmLwrphgmURzH7nWn1x9tlWj0JCH3fw_WPhc1F4B8v92-lUTfTzaGAYrldEy00/s1600/Capture%252B_2017-12-05-00-59-46.png" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1244" data-original-width="1439" height="276" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgziXS0DiuocsuJ87A9D1aA_sYjHApwDsKp00udxBjPyQE08yyFH3apRaJjRHuSHHWQc1dTjR4xGYI0jnmLwrphgmURzH7nWn1x9tlWj0JCH3fw_WPhc1F4B8v92-lUTfTzaGAYrldEy00/s320/Capture%252B_2017-12-05-00-59-46.png" width="320" /></a></div>
<br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">On dakika arayla yüzümdeki ebleh gülümsemenin ne hale geldiğini buradan anlayabilirsiniz. Öykünün Giresun'da geçen kısımlarındaysa, gerilim ve korku giderek yükseliyor. Eski Giresun rıhtımıyla başlayan serüven, kilisede ve sonrasında mahzende devam ediyor. Mahzen kısmındaki dehşeti okuyucuya yine harika tasvirleriyle hissettirmesi, Yaltırık'ın en iyi yaptığı işlerden bence. Mahzen kısmının sonlarına doğru, içerideki korkunç sesler ve Cazı Nene'nin asıl sureti belirdiğindeyse kalp atışlarınız hızlanıyor. Hem de çok. İstanbul'a dönüşte, amcasının karaktere anlattığı öykü de, "öykü içinde mini öykü" tadında. (Eski deyişlerde anlatılan Çerkez ve Abhaz 'cazılarının' savaşları, Kafkasya esintileri ve diğer ufak detaylar da Kafkas kökenli biri olarak, benim için çok hoş bir ayrıntı.) Keza, Fehim Paşa ismi de yine bu öyküde geçmekte. Yaltırık, bu öykü için oldukça detaylı bir araştırma yapmış. Neredeyse ince eleyip, sık dokumuş. Bunu, öyküdeki karakterlerin yerel ağızla konuşmalarından dahi anlayabiliyorsunuz. Diyaloglar ve yerel ağız, ayrıntılı olarak çok başarılı. Mekan-zaman detayları ince ince işlenmiş ve Karadeniz'in gece dahi puslu olan sokaklarına gitmiş gibi hissediyorsunuz. Üniversiteyi Giresun'da okuduğum ve zamanında Giresun Rıhtımı'nda defalarca içip içip pilot olmuş biri olarak, kişisel anlamda benim için çok hoş bir detay daha oldu. Sevgili Yaltırık'ın, çok dikkatli gözlerin yakalayabileceği hoş bir gönderme ve saygı duruşunu bulana da 10 puanlık aferin. Burada söylemek istemedim, sürpriz olsun. Benim Yaltırık'ın öyküsünden beklentim, açıkçası çok yüksekti. Kendisi, beklediğimden de iyi bir öykü yazarak, gece vakti yatağımda toplanıp şişmiş yorgandan tırsıtıp, hiç dinlemediğim Sıla Gençoğlu şarkılarını gecenin ikisinde bana dinleterek harika bir iş çıkarmış. Kitapta bana göre en iyi üç öyküden biri. Ben bu öyküye 10 üzerinden 10 verdim. </span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><b><i>5- Karakura (Ali Yeniay)</i></b></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Karakura, Anadolu'nun ufak bir köyüne atanmış bir öğretmenin hikayesini anlatıyor. Metin, atandığı köyün insanlarıyla yakın ilişkiler kurar. Okulun ve çocukların eksiklerini giderir. Muhtar da, kendisine bir ev tahsis eder. En yakın olduğu kişiler, Muhtar ve köyün yaşlısı Hacı Emmi'dir. Bir gün Metin, köydeki bir çocukla tanışır. Çocuğun adı Musa'dır. Babası İstanbul'a çalışmaya gittiği için, Musa diğer çocukların alay konusudur. Okulun ilk gününde sıra arkadaşı Halil İbrahim, Musa'yı kızdırır ve kavga ederler. Metin, Musa'ya izin verip dersine devam eder. Ertesi günü Halil İbrahim, hayatını kaybeder. Çocuk, vücudu parçalanmış halde odasında bulunur. Köylü, bunu yabani bir hayvanın yaptığını düşünür ve tüfeklerle köyün çevresini dolaşırlar. Metin de onlara katılır. Köylüleri kaybeden Metin, tesadüfen Musa'ların evini bulur. Çocuğu, odunlukta bir "gölge" ile konuşurken bulur. Metin'i farkeden Musa, utanıp, kızarır. Metin, giderken Musa'nın kendi kendine konuştuğunu duyar. Sonraki gün, köy bakkalı Nuri, Musa'yı hırsızlık yaptığı için kovalar. Aynı günün gecesi, Nuri de hayatını kaybeder. Metin, ortak bir nokta bularak, Musa'nın evine gider. Musa'yı evin yanındaki tarlada görür ve geçen akşam odunlukta ne yaptığını sorar. Musa, boğuk ve çatlak bir sesle yanıt verince, Metin arkasını döner ve kaçar. En sonunda Metin, Hacı Emmi'den, çocuğa musallat olan bir varlık olduğunu öğrenir ve zamanında buna deva bulan hocanın talebesine çocuğu götürmeyi teklif eder. Bir goril kuvvetindeki çocuğu zor da olsa yakalayıp, hocaya götürürler. Hoca, duayı okumaya başlar.</span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Ali Yeniay, Hollywood'da sıkça işlenen "possession" öğesini işlemiş bu öyküsünde. Çocukların zalim şekilde alaya aldığı bir çocuğun nefretinden beslenen bir varlığın çocuğu gitgide ele geçirmesi, gayet güzel açıklanmış. Musa'nın tarlada sırtı dönük şekilde dikilip, Metin'e kendisinin olmayan bir sesle gözdağı verdiği kısım hoşuma gitti. Finale doğru hocanın Musa'ya deva bulacağını düşünüyorsunuz ama "korkunç" şekilde yanılıyorsunuz. Metin'in herşeyi bırakıp evden kaçtığı kısımlar da oldukça iyi. Final de öyküyü gayet güzel tamamlıyor. Ben bu öyküye 10 üzerinden 7 verdim.</span><br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><b><i></i></b> </span><br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><b><i>6- Pezevenk Kör Botan'ı Niye Yedim? (Uğur Batı)</i></b></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Aynı zamanda akademisyen, profesör ve köşe yazarı Uğur Batı'nın öyküsü. Güneydoğu bölgesindeki zalimliğin dibine kibrit suyu dökmüş bir grup "karışmış" eşkıyanın öyküsü anlatılıyor. Zaman (muhtemelen 1800'lü yılların sonu, 1900'lü yılların başı) tam olarak seçilemese de, eşkıyaların birbirlerine üstünlük sağlamak için korkunç şeyler yaptıkları, kan donduran cinayetler işledikleri bir dünyaya giriş yapıyoruz. </span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Öykünün başında Amansız Hozan'ın "kusursuz cinayet işleme ve canlı canlı deri yüzme rehberini" okurken kanınız donuyor. Çünkü öyküde üst düzey bir başhekimin belki farkedebileceği anatomik noktalardan bahsediliyor ve Batı'ya saygı duyuyorsunuz. Bahsedilen Kör Botan'ın çete içerisinde gücünü ispat ederken kullandığı aşırı kanlı ve şiddet içeren bölümler bir süreliğine sizi dumura uğratabilir. Çetenin kıdemlisi Cihansız Kaşar'ın, Botan'ın oğlanının beynini bir tokatla dağıtması, ardından Botan'ın delirip, Cihansız Kaşar'ı vahşice katledip, ardından on sekiz yaşındaki yeğenine vahşice tecavüz ettiği kısımları ilk anki şoktan dolayı ikinci, hatta üçüncü kez okumak durumunda kalabiliyorsunuz. Finaldeki Cain alıntısı da gayet güzel yerleştirilmiş. Kitaptaki tartışmasız en gore, en kanlı ve en şiddet içerikli öykü bu. Ben bu öyküye 10 üzerinden 8 verdim.</span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b>7- Taş Uyur (Işın Beril Tetik)</b></i> </span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Evet, sıra geldi bende en merak uyandıran öyküye. Sevgili Işın Beril Tetik'in yakın takibinde olduğumu, önceki postlarımdan anlamış olmanız gerekiyor. Gelin Otu'yla şiddetli şekilde sarsıp, Zifir Karanın Mavisi ile daha da çıtayı yükselten sevgili Tetik'in öyküsü. Öykü, başlangıcın</span></span></span><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">da saldırıya uğrayıp katledilen ve dağılan bir obanın hikayesiyle başlıyor. Obanın yaşlısı, yanında küçük torunuyla birlikte obanın ortasına bir taş dikiyor. Dikiyor ki, gelen, gören bu obayı hatırlasın diye. Öykü buradan itibaren günümüze geçiş yapıyor. Sinan, Karadeniz'de yapılacak çay tesisi projesinden sorumlu mühendistir. Sabah uyandığında inşaat alanının önünde yaşlı adamı görür. Adam, bıkmadan her gün inşaat alanına gelip, Sinan'a "Kaç git buradan!" uyarısını yapmaktadır. Köylüler ve yerel halk da buraya çay tesisi yapılmaması için çok uğraşmış ama paranın gücüne yenik düşmüşlerdir. Sinan, yaşlı adamı gönderirken, yaşlı adam dönüp Sinan'a, "Vay halinize oğul! Vay halinize" diye sayıklar. Şantiye şefi Şükrü Usta, kan ter içinde gelerek Sinan'a kazıda bir taş bulunduğunu söyler. Sinan taşın yanına gider; taş kocaman, ulu bir ağacın dibinde durmaktadır. Taşın orada durması tüm inşaatı durduracağından, tüm işçiler Sinan'a baskı yapmaktadır. Sinan, taşın üzerinde tuhaf Arapça yazılar olduğunu görür. Taşa dokunduğu anda kadim obaya ait tüm görüntüler gözünün önüne gelir. Gördüklerine dayanamayan Sinan, titreyerek yere yığılır. Yarı baygın şekilde taşa dokunulmamasını söyler. Mühendis arkadaşı Davut ise taşın kırılmasının gerektiğini söyler. Tam o anda peşpeşe üç kere derin bir sarsıntı meydana gelir. Sinan, tüm işçilere paydos verir. Sinan, geceleyin kaldıkları barakada Şükrü Usta'nın seslerine uyanır. Pencerenin önünden karaltıları beraber korkuyla izlerler. Bir müddet sonra gelen korkunç bir çığlıkla yerlerine mıhlanırlar. Tam o anda barakaları, görünmez bir el ile kaldırılıp yere atılır. Gelen seslerden diğer barakaların kaldırılıp oyuncak gibi fırlatıldığını anlarlar. Zorlukla dışarı çıkarlar. İşçiler de panik halindedir. Ulu ağacın olduğu tarafta ise yoğun bir sis tabakası vardır. Sisin içinden gelen biri vardır.</span></span></span><br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></span></span>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Sevgili Tetik, bu kez bir taşı korku öğesi olarak kullanmış. Başlarda gayet sakince giden öykünün gerilimi, camın önündeki karaltılar ve boğuk sarsıntıların ardından artmaya başlıyor. Önceki öykülerin haricinde, bu sefer gelen "kötülük" herkes için geliyor. Normalde tipik Anadolu korkusunda paranormal ve açıklanamayan olaylar, yalnızca yaşayan kişinin gözünden anlatılır. Burada dehşet tek kişilik değil; özellikle hoş bir detay. Davut'un çarpıldığı kısım, gerçekten korkutucu. İşçilerin bu olaya şahit olup dehşete kapılmaları, daha da korkutucu. Öykü, bu bölümden sonra giderek vitesi arttırıyor. Sevgili Tetik, yine "umutsuz ve dehşet verici survival run" öğesini burada da çok ustaca kullanmış. Öykünün bir başka farklı ve ilgi çekici detayıysa şu: Biraz gore bir öykü olmuş. Patlayan vücutlar, kırılan uzuvlar, vücuttan aniden fırlayan kökler. Sinan ve Şükrü Usta'nın kaçışı esnasında arkalarında korkunç şekilde devam eden katliam ve çığlıklar, o anda sizi puslu inşaat alanındaymış gibi hissettiriyor. Sinan'ın ağacın önünde taşı toplamaya çalışıp başaramaması ve arkasındaki gölgelerin sabırsızlığı da gayet iyiydi. İlginç şekilde de finale kadar korkunun dozu gittikçe artıyor. Normalde sinema ve televizyonda dahi aynı gerilimi uzun süreli şekilde izleyiciye hissettirmek çok zordur. Işın Beril Tetik, bunu yazarak başarmış, evet, yazarak. Işın Beril Tetik'in öyküsü de, merakla beklediğim öykülerdendi. Kendisi her öyküsünde üstüne biraz daha koyuyor, çıtayı daha da yükseltiyor. Kendisi, Davut'un çarpıldığı kısımın aslında çok daha korkutucu olduğunu, sonradan bu kısmı düzenlediğini de söyledi, dipnot olarak ekleyeyim. Sorsam da anlatmadı, bu da nazar boncuğu olsun. Kitapta seçtiğim en iyi üç öyküden biri de bu öykü. Ben bu öyküye 10 üzerinden 10 verdim ve In The Mouth of Madness filminden bir alıntıyla kendisine sesleniyorum: Do you read Işın Beril Tetik?</span></span></span><br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></span></span>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b>9- Misafirler (Galip Dursun)</b></i></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Galip Dursun'un bu öyküsü, yine öğe açısından zengin bir öykü. Dursun, çok çeşitli öğeleri öykülerinde harmanlamayı seviyor. İyi de yapıyor. Misafirler, Alaca Ovası'nda uyanan bir çobanın öyküsüyle başlıyor. Çoban Çolak Hasan, uyanır ve davarına bir baktıktan sonra, yatağına, evine bir an önce gitmek istemektedir. Sevdiği kızı, Gonca'yı düşünür. Güneş yükselirken, Çolak Hasan, gelen yedi kişiyi görür. Adamlar, çobandan su isterler ama çoban onları su vermeyip, köydeki çeşmeye gönderir. Bir müddet sonra, muhtarın oğlu, besili bir kuzu istediğini söyler. Çoban, çocuğa kuzuyu verir. Çoban, sürüsünü geri gönderirken, yolun üzerindeki bir tepede ağaç görür. Ağacın dibinde bir karaltı vardır. Çoban, kuzuyu ve muhtarın oğlunu vücutları deşilmiş halde bulur. Karaltı da, kara sakallı bir adam suretinde çobana yaklaşır. Üstü başı kan içindedir. </span></span></span><br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b> </b></i></span></span></span><br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Köyün demircisi nalbant Rüstem Ağa, torunu Gonca'yı çok sevmektedir. Öyle ki, çocuğu çiftlik hayvanlarından dahi kıskanmakta, eğer günün birinde kıza zarar gelirse neler yapacağını bile hastalıklı şekilde düşünmektedir. O sırada torununa işlemeli bir hançer dövmektedir. Torunu Gonca da onu izlemektedir. Gonca, on dördüne yeni girmiş bir kızdır ve dilsizdir. Sürüye nasıl katıldığı belli olmayan bir keçiyle oyunlar oynamakta, keçiden ayrılmamaktadır. Gonca'nın annesi, zamanında davarı güderken, geri gelmez. Rüstem Ağa adeta delirir; sonraları köyde hali vakti yerinde "iki adamın" kaybolup gittiğini öğrenir. Her nasılsa kızı, kucağında bir bebekle çıkagelir. </span></span></span><br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></span></span>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Gonca, bilmediği bir yerde uyanır. neler olduğunu anlayamaz ve köyün yolunu bulmaya çalışır. Köye vardığında Misafirler, demircinin dükkanının kapısında belirirler. Dedesi, Gonca'yı korumak istese de başaramaz. Gonca kaçar. Sonra uyandığı yıkık dergaha kaçıp, saklanmak ister. Dolunay ışığı ile birlikte tuhaflaşan Gonca, dergahta gördüğü "canavarların" tadını merak eder. </span></span></span><br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></span></span>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Galip Dursun, önceki kitaplarda olmayan hatta dergiler ve sosyal medyada dahi denenmemiş bir şeyi denemiş. Ben öyküyü bitirir bitirmez kurt adam sanmıştım. Fakat sonradan Galip abi, "Misafir"lerin birer shapeshifter (şekil değiştiren) olduğunu söyledi. Evet, yanlış duymadınız, bir shapeshifter öyküsü var karşımızda. Gerçekten ürkütücü bulduğum kısım, Misafirler'in eve girdikten sonra Rüstem Ağa'yla ocak ışığında yaptıkları ve sürekli tekrar eden konuşmalarıydı; ciddi şekilde ürkütücü ve rahatsız ediciydi. (Galip abi bu kısım için özellikle çalıştığını söylemiş, gerçekten çok da başarılı olmuş) Galip Dursun, normalde bizim kültürümüzde pek adı geçmeyen şekil değiştirenleri öyküsünde kullanarak çok ama çok riskli bir işin altından kalkmasını bilmiş. Kendisinin keçilere olan sempatisini de bu öyküyle görmüş olduk. Ben bu öyküye 10 üzerinden 8 verdim.</span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b>10- Yaşbaz (Murat Baykan)</b></i></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Murat Baykan'ın öyküsü, gece vakti define aramaya giden bir grup genç adamla başlıyor. Buldukları antik anıtmezarda büyükçe bir madalyon bulan adamlar, şen şakrak şekilde kalacakları bağ evin doğru yol alırlar. Adamlardan Kerim'in karısı Dilek, kaynanası Hanife ve onun kardeşi Rıfat<i><b> </b></i>ile birlikte, minik kızı Azime'yi uyutmaya çalışmaktadır. Dilek, yarım saattir sobada duran suyun kaynamadığını Hanife'ye söyler. Hanife'nin burnuna çöven kokusu gelir ve donakalır. Sorduklarında da "Yaşbaz geldi" der ve hemen evi okuyup üflemeye başlar. İçerideki gazlı katalitik sobanın gazından rahatsız olan Dilek'i haşlayıp, kapıları pencereleri katiyen açtırmaz. Evdekilere de eğer gelirse, Kerim'i eve almamalarını söyler. Bağ evindeyse Kerim'in burnuna çöven kokusu gelir. Arkadaşı İzzet, ot içip, Yaşbaz'dan bahsettiği ve kafayı bulduğu için onu evden dışarı atar. Kerim sinirle dışarı çıkıp önce koynundaki madalyona, sonra da saatine bakar. Saat sekizi göstermesine rağmen, hala sabah olmamıştır. Eve doğru hızlı adımlarla yürümeye başlayan Kerim, patika yola girdiğinde yolda dikilen bir karaltı görür. Karaltıya seslenen Kerim, bağ evindeki arkadaşlarından Yasin'in cevap verdiğini duyar. Karanlıktaki çocuğun gülümsemesi korkutucudur. Kerim'e "Hanife ebem seni eve sokmaz Kerim abi!" diye seslendikten sonra yokolur. Kerim, dehşet içinde bağ evine geri döner. Kapıyı yumruklar ama içerde kimse yoktur. Kerim vazgeçer ve İzzet'in traktörüne atlayıp evine doğru yol alır. Evde is Hanife, evdekilere güvenmez ve kapının önündeki sedire oturur ama uykuya yenik düşer. Rıfat da odanın ışığını söndürüp, kırmızı gece lambasını yakar ve burnuna hoş bir koku gelir. O anda kapı çalınır. Rıfat kapıya eğilip, "Kerim?" diye seslenir. Kerim de "Irfad emmi" diye yanıtlar.</span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Kitabın son öyküsü olan Yaşbaz, kitaba yaraşır bir "son öykü". Yolun ortasındaki karaltının tam da seçilemeyen görüntüsü ve karakterin arkadaşının ağzından konuşması kısmı, ilk gerilimi yaşatıyor. Ama asıl dehşet, Rıfat'ın kapıyı açmasından sonra başlıyor. Loş kırmızı ışıkta habersiz uyuyakalan Hanife'nin Rıfat'ı görmesi ve Rıfat'a engel olamaması, kapı eşiğinde kimsenin olmaması gibi detaylar, genç yaştaki okuyucuların tansiyonunu ciddi şekilde yükseltebiliyor. Asıl korkunç kısım, tüm bu olayların döngü şeklinde sürekli ve sürekli şekilde tekrar etmesi. Bir an, minik Azime'nin yaşam belirtileri göstermesiyle ben de Kerim gibi sevinmiştim. Daha sonra şok edici şekilde bebeğin de bu döngüde olduğunu farkediyorsunuz. Finalde, bebeğin her seferinde Kerim'in elinden kayıp düşmesi ve artık yaralanıp, tek gözünün açılması (Özellikle bebeğin böyle korkunç bir olaya maruz kalması durumunu açık şekilde yazmak çok cesurca. Kanım donsa da takdir ettim.) ve en sonunda Kerim'in altında ezilmesi, sizi beyninizden vurulmuşa çeviriyor. Yaşbaz'ın tüm ailenin ömrünü çekip almasıyla öykü final yapıyor. Murat Baykan'ın Aşkın Karanlık Yüzü'ndeki öyküsü Oğullar, kitapta en çok dikkatimi çeken ve en çok beğendiğim öyküydü. Baykan, bu öyküde kullandığı "zamanı ve mekanı eğip bükmek" gibi güzel ve ilgi çekici bir öğeyi, bu öyküsünde de kullanmış, harika olmuş. Gerçekten harika olmuş. Kitapta en beğendiğim üç öyküden de biri buydu. Ama kitabın açık ara en iyi ve en korkutucu öyküsü Yaşbaz. Bundan sonra sevgili Murat Baykan'ın takibinde olduğumu da bildirmek isterim. Hiç tartışmasız, kitabın en iyisi. Ben bu öyküye ezber bozarak, 10 üzerinden 11 verdim. </span></span></span><br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></span></span>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Sonuç itibariyle, zengin kültürümüzden beslenen, "bizden" olan, kendimize ait "korkuyu" biraraya gelerek bizlerle buluşturan bu yetenekli yazarların elinden çıkmış olan bu güzel serinin üçüncü kitabı, korku dozunu daha da arttıran ve serinin benim gibi sıkı takipçilerini fazlasıyla memnun eden bir kitap. Dördüncüsü veya beşincisini (ya da belki altıncısını?) okur muyuz, şimdilik bilinmez tabii. Ama Anadolu Korku Öyküleri serisi, Türk korku edebiyatına dair çok önemli bir mihenk taşı bile sayılabilir. Üç kitapta da öyküleriyle yer edinmiş tüm yazarların aklına, kalemine ve zekalarına sağlık diyor ve yorumumu sonlandırıyorum. </span></span></span><br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></span></span>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">(Yorum kısmına düşüncelerinizi yazabilirsiniz ya da sizi <a href="https://twitter.com/enginozguryavuz" target="_blank">şöyle</a> alalım.)</span></span></span><br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></span></span>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2468800895546773346.post-15030727121443833892017-12-01T00:17:00.000+03:002017-12-01T00:28:26.407+03:00Anadolu Korku Öyküleri 2 - OKUR GÖZÜYLE İNCELEME<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg2fP622vSOreZ5mJvvDGFh_Jlxcig1dGQ8QGVTmrdL5iwC1jfRoxx8uofLmxf9XyGV8QyhkWUatIjCI6B49v1VsPmWoGfdVJREwVtYTNyP-E-FLBbQJP5E4n9zYpsudNxWrQ5IgHg-nIQ/s1600/20171129_195457.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="900" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg2fP622vSOreZ5mJvvDGFh_Jlxcig1dGQ8QGVTmrdL5iwC1jfRoxx8uofLmxf9XyGV8QyhkWUatIjCI6B49v1VsPmWoGfdVJREwVtYTNyP-E-FLBbQJP5E4n9zYpsudNxWrQ5IgHg-nIQ/s320/20171129_195457.jpg" width="180" /></a></div>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">İlk kitabın detaylı yorumunu son postta yazmıştım ve bu akşam da kitabın ikinci cildini uzunca yorumlayacağım. Evet.</span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Dediğim gibi ilk kitabı erbaş koğuşunda okuyup, tuvaletimi içeri doğru yaptığım zamanlar tekrar gözümün önüne geldi. Yüz tane kalıp gibi herifle paylaştığım ortak yaşam alanına rağmen, gözüm hep kapının açık kalmış aralığındaydı, hiç unutmam. Nihayetinde Kurban Bayramı gelip çatmış, yine çift çarşı izninde soluğu yine Dost Kitabevi'nde almıştım. İkinci cilt de elimdeydi. Yine Bourbon Cafe'de söylediğim acı Americano (alışkanlıklarımı sahiplenirim) eşliğinde kitaba başladım. Kavurucu Ankara yazında yine uyku tutmayacaktı. Sorun yoktu; çünkü tezkere almama oldukça az bir zamanım kalmıştı. Üstelik kitaba başladığımda, artık kendi öykülerimi de yazmaya başlamıştım. Evet, başlıyorum...</span><br />
<br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><i><b>DİKKAT!
POSTUN BUNDAN SONRAKİ KISIMLARI, KİTAP HAKKINDA DETAYLI ŞEKİLDE SPOILER
VE YÜKSEK ORANDA EZBERBOZAN İÇERİR. KİTABI EĞER HENÜZ OKUMADIYSANIZ YA
DA OKUMAYI DÜŞÜNÜYORSANIZ, SAYFADAN HEMEN AYRILMANIZ TAVSİYE OLUNUR.</b></i></span></span></b></i></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><i><b>1- <span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Zifir Karanın Mavisi (Işın Beril Tetik)</span></b></i></span></span></b></i></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Gelin Otu gibi çok iyi bir öykünün ardından, Beril Tetik bizi bu güzel öyküsüyle karşılıyor. Öyküde eski Türklerin "Kara Neme" adı verdiği kötü bir ruhun, geçmişte yapılmış bir anlaşma için geri gelmesini anlatıyor. Ana karakter Ekin, kardeşleri gibi gördüğü Azra ve Adem ile birlikte bazı cevapları bulmak üzere köyüne geliyor. Bir anda evin bahçesindeki köpeklerin tuhaf şekilde havlamaları, bizi gelen gerilime hazırlıyor. Dikkatimi çeken ve başarılı bulduğum sekanslar, yaratığın yerde yatan Azra'ya uzuvlarını batırıp, tüm vücudunu emerek çekmesi, yaratığın çıkardığı oldukça ürkütücü sesler ve bilinmeyen kara lisanda nefretle bağırdığı kısımlardı. Eski anlatılarda da sıkça bahsedilen "su saftır, su temizdir" vurgusu da bu öyküde var. Flashback kısımları, verilen adak, gelinin kaderini isteksiz kabullenişi ama aynı zamanda kararlı ve nefret dolu dileğinin anlatıldığı kısımlar da gayet başarılı. Sevgili Beril Tetik, öykülerinde sıkça "survival run" temasını işliyor, iyi de ediyor. Gelin Otu'nda genç bir kadın ve bebeğini okumuştuk. Burada da beraber büyümüş üç gencin yalnızlığı, çaresizliği ve bilinmeyene duydukları korku var. Suyu geçtiklerinde yaratığın arkalarından bilinmeyen bir lisanda bağırıp çağırması da ayrıca korkutucu. Öykünün finali ise, yine iyi sonla bitmiyor. İyi ki de bitmiyor.</span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Sevgili Tetik, yine gizem ve korkunun dozunu oldukça iyi ayarlamış; açılış öyküsü olarak da gayet iyi. Ama atmosfer olarak Gelin Otu'nun biraz gerisinde kalıyor. Ben bu öyküye 10 üzerinden 8 verdim. </span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b>2- Konuşmayanlar (Umut Dülger)</b></i></span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Konuşmayanlar, arkadaşının kaybındaki esrar perdesini aralamaya çalışan bir gazetecinin öyküsünü anlatıyor bizlere. Ali Faik, töre cinayetleri hakkında bir yazı dizisi hazırlamak için bir köye gider. Ama kendisinden günlerce haber alınamaz. Sonraları bulunduğunda aklını yitirmiştir. Bir akıl hastanesine kapatılır. Bir yıl sonra da yattığı yatakta uyanamaz. Arkadaşı Yusuf ise, Ali Faik'in yattığı hastaneye gider, ufak bir "bağış" karşılığında Ali Faik'in ses kayıtlarına ulaşır. Kayıtlarda Ali Faik'in sürekli bahsettiği bir "O" vardır. Yusuf, gazetenin patronu ile konuşur ve Ali Faik'in gittiği köye yol alır. </span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Anadolu mitinde çokça işlenen "köye musallat olan yaratığa adak verme" konusu işlenmiş. Gülcan'ın kendi öz babası-amcası ve kuzenleri tarafından hunharca dövülüp, tecavüze uğraması, ardından da yaratığa teslim edildiği ritüel bölümleri gerçekten çok etkileyici. Ali Faik'e insan suretinde bakan Yelbegen'in o ürkütücü görüntü tasviri de gayet iyi. Zaman kurgusu da okuyucunun aklını bulandırmıyor. Tüm bu artı puanların karşılığı olarak, finali çok daha etkili ve vurucu olabilirdi diye düşünüyorum. Ben bu öyküye 10 üzerinden 6 verdim.</span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><b><i>3- Şer Karışan Vakit (Ayşegül Nergis)</i></b></span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Ayşegül Nergis'in ikinci kitaptaki öyküsü, bir düğünle başlıyor. Ana karakter, arkadaşı Zeynep'in Trakya'daki evinde tatilini geçirmektedir. Düğündeki Gelin, oldukça esrarengiz bir kızdır ve köyde bolca üç harfli hikayeleri anlatılmaktadır. </span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Açıkçası bu öykü de günce tarzında yazılmış gibi duruyor. İlerleyen günlerde köyde yaşanan "açıklanamayan" olaylar, aslında çok da "açıklanamayan" olamıyor. Ya da o etkiyi bırakamıyor diyeyim. Daha çok, iki genç kadının sıkıcı kırsal deneyimlerini anlatmasına benziyor aslında. Finale doğru ortaya çıkan köyün yaşlı nenesi ve korkutucu Gelin karakterinin "fairy" formunda ana karaktere "bööö:)" yapması dışında herhangi bir kopma noktası da yok. Finalde Gelin karakterinin yine ateşböcekleri şeklinde istilaya gelmesi ama yaşlı ecinni kadınla "versus" modunda karşılaşıp sonra da yaşlı kadın tarafından yutulması gibi kısımlar, öyküyü ciddiye almamı zorlaştırdı, hem de çok. Öykünün yakın bir arkadaş ile deneyimlenmiş bir olaydan öteye gitmemesi, (ağır alkollü bir gecede yakın arkadaşınızla meteor yağmuruna tanık olmak gibi) korkutucu öğelerin ciddi anlamdaki azlığı öyküyü biraz aşağıya çekiyor. Gelin karakterinin Istranca Dağları tarafından olması biraz ilgimi çekti. Gelin'in geçmişine daha fazla inilebilirdi. Ben bu öyküye 10 üzerinden 4 verdim. </span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></span></span></span>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Burada genel olarak bir yorumda bulunacağım: Burada yaptığım puanlama, tamamen öznel bir puanlama. Öyküyü okursunuz, etkilenir veya etkilenmezsiniz. Okuyucunun ne talep ettiğine göre değişir. Ben şahsen, okuduğum öykülerde, küçükken köylerde dinlediğim öykülerdeki tadı almak istiyorum mesela. Bir diğer okuyucu da içine romantizm katılmış öyküleri sevebilir, bir diğeri de gerilim ağırlıklı sevebilir. Tekrar söylüyorum, okuyucuya kalmış bişey bu. </span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b>4- Gece Işığı (Demokan Atasoy)</b></i></span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Gece Işığı, okuyanda farklı bir tat bırakan bir öykü olarak dikkati çekiyor. 70'lerin kırsalında geçen bu öyküde, Azil, anasıyla yaşayan ve çobanlık yapan bir gençtir. Bir gün Oğul Derviş adındaki gizemli bir adam, üzerindeki kadim hırkasıyla çıkagelir. Gizemli adam, otuzlarında (ya da kırklarında) görünmesine rağmen, Azil'in dedesinin arkadaşı olduğunu söyler. Azil'in sürüsünü otlattığı çayırda ise, kadim bir orman ruhu, binlerce yıllık uykusundan sonra bir bedene kavuşup, yeryüzünde yürümek ister. Bunun için de kızı olan bir orman perisine, Aykız'a, Azil'i baştan çıkarıp kendisine getirmesini söyler. Aykız, başta buna uysa da, Azil'i görür görmez ona aşık olur ve onu orman ruhuna kurban vermek istemez. O gün otlağa Azil ile birlikte giden Oğul Derviş, bazı gariplikler sezer ve eve dönüş yolunda Aykız karşılarına çıkar. Korkan Azil kaçarken orman ruhu onu bacağından yakalar. Oğul Derviş de buna engel olmaya çalışır. Aykız da Azil'i kendisine istemektedir. Oğul Derviş, kendisini orman ruhuna teslim ederek, Azil'i kurtarır ve asıl görevinin bu olduğunu anlar. Azil, uyandığında Oğul Derviş'in hırkasını üzerinde görür. Anası ve bütün köy ahalisi ona bakmaktadır. Azil, annesiyle beraber köye doğru yol alır; köy ahalisi de onu takip eder.</span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Açıkçası kitaptaki genel klasik korku anatemasında olmayan bir öykü olduğu için, ilk okuyuşta biraz farklı bir his verebilir bu öykü size. Bununla birlikte öykü, altyapısını 13.yy'daki derviş edebiyatından alıyor. Gizemli ve kadim bir kişi olan Oğul Derviş, karakter özellikleri ve çizilen profil açısından, eski kayıtlarda ve deyişlerde sıkça bahsedilen Sarı Saltuk karakteriyle oldukça örtüşüyor. Sarı Saltuk kişiliğinin, Evliya Çelebi'nin Seyahatname'sinde Muhammed Buhari ismiyle sıkça bahsedildiğini de ekleyeyim. Sevgili Demokan Atasoy, korkuda farklı bir türü denemiş ve gerek karakter derinlikleri, gerekse kurgudaki başarısıyla oldukça güzel bir iş kotarmış. Öykünün baş kadın karakterinin adının Reyhan olması ise, kişisel olarak böğrüme koca bir hançer saplamıştır:( Evet, konuyu dağıtmayalım. Ben bu öyküye (korkunun bu türüne henüz alışamasam da) 10 üzerinden 8 verdim. </span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></span></span></span>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b>5- Fırtınalar Takvimi (Koray Günyaşar)</b></i></span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Fırtınalar Takvimi'nde, azılı bir ifritin, birkaç nesilde bir, tüm ordusuyla gelip, köyleri yakıp yıkması ve köylülerin korku içindeki bekleyişi anlatılıyor. Öyküde, böyle bir "istilayı" genç kızlığında görmüş, şimdiyse ihtiyarlamış olan Hafıza adlı kadının ağzından da dinliyoruz. Hafıza Kadın, anlattığı dehşetin içinde bir de Muahhir, İlhan, Çolpan gibi isimlerle anılan, yarı insan, yarı peri olan zamanında "karışmış" kadim bir savaşçının varlığından bahsediyor. Çolpan isimli bu savaşçı, insanoğlunu korumak ve insanoğlunun neslinin devam edebilmesi için yemin etmiş bir varlıktır. Bir yıldırımla başlayan "istila" gitgide daha da korkunçlaşır ve Çolpan, elindeki palasıyla, ecinni ordularının karşısına köy ahalisi ile birlikte dikilecektir.</span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></span></span></span>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Öykü, yarattığı atmosfer ile gayet güzel bir giriş yapıyor. Çolpan'ın "kurtarıcı" rolüne bürünmesi, sonradan Hafıza Kadın'ın ve diğer köylülerin "ele geçirilmesi", Hafıza Kadın'ın bu savaşın neden başladığı ile ilgili konuştuğu kısımlar güzel işlenmiş. Yine de gelişme kısmındaki diyalogların fazlalığı, okuyucuyu biraz öyküden koparabiliyor. Genel olarak, alıştığımız yerel "anadolu korku öyküsünün" biraz daha epikleştirilmiş hali de denebilir. Yine de dediğim gibi, gelişme kısmında biraz öyküden kopabiliyorsunuz. Ben bu öyküye 10 üzerinden 6 verdim. </span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></span></span></span>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><b><i>6- Oba (Galip Dursun)</i></b></span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Galip Dursun'un kendine özel tarzıyla yazdığı Oba, tuhaf şekiller ve Arapça yazıların olduğu bir mağarada başlıyor. Ana karakter Celil, ailesiyle köyüne gelir. Zamanla canı sıkılmaya başlayan Celil'e arkadaşlık etmesi için, köyden Halim isimli bir çocuk getirilir. Halim, köyün dışında oturmaktadır. Halim, Celil'e "akla hayale sığmayacak hikayeler" anlatmaktadır. (Çocukken sitenin bahçesinde diğer çocuklarla bu tür öyküler anlatıp, konuştuğumuzu hatırladım) Sonraki yaz tatilinde de Halim, Celil'e aynı hikayelerden anlatmaya devam eder. Dönüşte, "nereden geldiği belli olmayan bir araba" yüzünden kaza olur ve Celil, ailesini kaybeder. Sonra gittiği köye karşı bir nefret besleyen Celil, kötü işlere bulaşır; en sonunda hapse girip, çıkar. Sonraları basit bir anlaşmazlık yüzünden kariyerini mahveder ve köye gitme kararı alır.</span></span></span></span><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"> Köye geldiğinde bir dizi tuhaf olay yaşar ve mağarada uyanır. Halim, kendisine yeni bir öykü anlatmaya başlar.</span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></span></span></span>
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Özellikle Halim'de bir "sorun" olduğunun ciddi şekilde anlaşılması ve Celil'in mağarada uyandıktan sonra ateşin ışığında gördüğü kara silüetler, gerilimi gitgide arttırıyor. Halim'in Celil'i bir gölgenin elinden kurtarıp, diğer gölgelere gayet doğal bir şekilde "Hop, geri basın bakalım." demesi, bir anda tansiyonunuzu çıkarabilir. Hem de gencecik yaşınızda. Halim'in suretinin de bir gölgeye dönüşmesi ve ayaklarının ters olmasını söylemiyorum bile. Ayrıca Halim'in hikayesiyle ilgili spoiler vermek istemiyorum, zira gerçekten çok ama çok güzel. Celil'in ise grup terapisi gibi yanındaki "gölgelerle" bu öyküleri dinlemesi ise daha korkunç. Son iki sayfayı ise söylemek dahi istemiyorum. Ben bu öyküye 10 üzerinden 9 verdim. </span></span></span></span><br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></span></span></span>
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b>7- Mezardan Gelen (Mehmet Berk Yaltırık)</b></i></span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Sevgili Son Gulyabani Mehmet Berk Yaltırık, kitabın son öyküsünde bizi 1900'lü yılların başındaki Konya vilayetine götürüyor. Kapalı ve fırtınalı bir akşamda hızlıca ilerleyen bir fayton ile öyküye başlıyoruz. Ratıp Bey, Konya Defterdarlığı'na yeni atanmış bir katiptir. O devrin Konya'sı ise, geceleri düzenlenen alemlerle meşhur olmuş bir şehirdir. Hovardalar, rakkaseler, meyler, sazlar ve sözlerin olduğu son dönem Osmanlı şehir tasvirini, Yaltırık'ın kurgudaki başarısıyla adeta yaşamış gibi hissediyorsunuz. Ratıp Bey, devlet dairesine yanında Gavur Efe isimli bir külhanbeyi ile gelen bir rakkaseden etkilenir ve dönemin zenginlerinden birisinin davetine katılır. O sıralarda da şehirde bulunan bazı çocuk cesetleri yüzünden, akşamcıların önemli kısmı, eğlencelerine bir süre ara vermiştir. Ratıp Bey'in gittiği oturak aleminde içki ikram edip, dans eden rakkase, devlet dairesinde gördüğü rakkasedir. Alkolün tesiri ve dansözün aşırı kışkırtıcı raksıyla kendinden geçen Ratıp Bey, kadını elde etmenin yollarını aramaya başlar. Kadının odasına bir cesaret giren Ratıp Bey, rakkaseden Gavur Efe'nin zamanında bir faytoncuyla ilişki yaşayıp hamile kalan Gülsüm adındaki bir kızı, halka linç ettirip öldürttüğünü dehşet içinde öğrenir. Eve giden Ratıp Bey, çarpık ve korkunç bir yaratığın karısını ve oğlunu katledip, kanlarını içtiğini görür. Hortlak, Gülsüm'dür ve asıl istediği Gavur Efe'dir. Gavur Efe'den intikam almak için yola koyulan Ratıp Bey, Gavur Efe tarafından vurulur. </span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Sevgili Yaltırık, aslen tarihçi olup, kabadayılara yönelik karşı konulamaz bir zaafı olduğu için klasik olarak yine 1900'ler Osmanlı'sını konu almış. Özellikle dönemi tam olarak okuyucuya hissettirmesi, Yaltırık'ın en büyük artısı. Tasvirdeki başarısına zaten değinmiştim. Rakkasenin dansının olduğu kısımda ise adeta oturak alemindeymiş gibi hissedip, siz de Ratıp Bey gibi bir nara atmak istiyorsunuz. Hortlağın Ratıp Bey'in karısını ve oğlunu katlettiği kısımdaki gerilim çok başarılı. Final bölümü ise, bolca aksiyonlu geçiyor ve gerçekten öykünün sonunu bir an önce görmek istiyorsunuz. Final sekansı ise, vuruculuğu ile dehşeti tavan yapıyor ve o tedirginlik hissi ile kışın ayazında ortada kalmış gibi hissediyorsunuz. Finalin, Chucky's Bride filminin son sahnesiyle ciddi anlamda benzerliği de gözümden kaçmadı. Yaltırık, kültürümüzde halihazırda bulunan ama biraz daha geride kalmış olan "hortlak" yaratığını kullanmış, çok da iyi etmiş.Tarihi bir kişilik olan Fehim Paşa'nın adının öyküde geçmesi ise benim için kişisel olarak hoş bir ayrıntı. Ben bu öyküye 10 üzerinden 8 verdim. </span></span></span></span><br />
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Sonuç olarak, ilk kitapla "bizden olan" yerel tatlarla da gerçekten çok kaliteli işler çıkabileceğini okuyucuya ispatlamış olan bu yazarlar, ikinci kitapta biraz daha "oturaklı ve olmuş" bir şekilde karşımıza çıkıyorlar. İlk kitaba göre korku öğeleri biraz daha az olsa da, kurgu ve işleniş açısından en az ilki kadar iyi bir düzeyde. Eğer birinci kitabı okuduysanız, bunu da kesinlikle okumak isteyeceksiniz. Üçüncü kitabın detaylı yorumunda nasipse görüşmek üzere. </span></span></span></span>
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"> </span></span></span><i><b><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"></span></span></b></i> </span>Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2468800895546773346.post-65618248470653359812017-11-28T23:01:00.002+03:002017-11-30T10:29:06.002+03:00Anadolu Korku Öyküleri - OKUR GÖZÜYLE İNCELEME<div style="text-align: left;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEPioJNuv0t2kS8NEmnF7opX0a1q0zqHH7qpaOaVHJsX6922zQJMVgmdv-xyUTaxEtdQBdCGNqxxaBajhfHmNV6K8YDKDbD2VmLq4w0pOr3kLAs7v4Zo34GxwbYf8FcXdPkfBuOwTqaOI/s1600/20171128_204029.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="1600" data-original-width="900" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjEPioJNuv0t2kS8NEmnF7opX0a1q0zqHH7qpaOaVHJsX6922zQJMVgmdv-xyUTaxEtdQBdCGNqxxaBajhfHmNV6K8YDKDbD2VmLq4w0pOr3kLAs7v4Zo34GxwbYf8FcXdPkfBuOwTqaOI/s320/20171128_204029.jpg" width="180" /></a><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Yeni öykülere başlamadan önce, size tüm bu korku yazarlığı olayımın başlangıcını sanırım önceki postlarda açıklamıştım. Anıtkabir'deki asker koğuşunda boş boş yatarken (Askerlik, bilen adam için yan gelip yatma yeri. Sizi kandırmışlar.) aklıma küçükken büyüklerden dinlediğim o tekinsiz ve uyku kaçıracak düzeyde korkutucu öyküler gelmişti. Gece yolunu kaybedip, "düğüne" rast gelen adamlar, görünüp kaybolan "gelinler", kaynanasına "cadılık" yapan ama sonunda feci korkunç olaylar yaşayan gelinler. Ya da köylerde herkesin bilip, kimseye anlatmadığı o gizli hikayeler. Çocukken korkudan altıma edecek kadar korksam da, ilginç şekilde bu hikayelerin kendilerini dinletebilmesi, bana çok esrarengiz gelmiştir. İlginç şekilde bu tarz öyküleri anlatan, toplayan veyahut yazan insanlar olmalıydı; ben de Google'a "anadolu işi korku" yazmıştım, hiç unutmam. Arama sonuçlarında ilk çıkan sonuç da, "Anadolu Korku Öyküleri" idi. Kısa şekilde kitabın önsözüne göz gezdirdikten sonra aradığım kitabın bu kitap olduğuna karar verdim. Üstelik iyi haber olarak, kitabın bir ikinci cildi de vardı. Ramazan Bayramı'nda Anıtkabir Komutanı'nın tüm bölüğe çift çarşı vermesi üzerine, soluğu Kızılay'daki meşhur Dost Kitabevi'nde almıştım. Aslında yalan yok, Tolkien'in "Bitmemiş Öyküler" kitabını alıp almamakta çok kararsız kaldım. Sonradan yukarıda bahsettiğim o "gizem" hissi galip geldi ve kitabı alıp, Bourbon Cafe'ye doğru ilerledim. Acı bir Americano söyleyip, kitabın kapağını araladım. İlk öyküyü okuyup bitirdiğimde, Kızılay'ın orta yerinde, onca kalabalığa rağmen etrafıma bakındığımı dün gibi hatırlarım. Korku türüne olan ilgimi arttırıp, beni yazmaya, öğrenmeye ve eğlenmeye sevk ettiği için Anadolu Korku Öyküleri kitap serisinin yeri benim için çok başkadır. Özellikle bu serinin çok ciddi bir takipçisi ve tutkunu olarak, bir okuyucu gözüyle kitabı biraz inceleyeceğim bu postta. Evet, hadi başlayalım...</span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><i><b>DİKKAT! POSTUN BUNDAN SONRAKİ KISIMLARI, KİTAP HAKKINDA DETAYLI ŞEKİLDE SPOILER VE YÜKSEK ORANDA EZBERBOZAN İÇERİR. KİTABI EĞER HENÜZ OKUMADIYSANIZ YA DA OKUMAYI DÜŞÜNÜYORSANIZ, SAYFADAN HEMEN AYRILMANIZ TAVSİYE OLUNUR.</b></i></span></span></div>
<div style="text-align: left;">
</div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Kitabın önsözü, bizi "Beyoğlu Kontu" lakabıyla tanınan, korkunun, gizemin ve fantastik edebiyatın</span><i><b> </b></i></span>üstadı Giovanni Scognamillo'nun öyküleri kısaca tanıtmasıyla başlıyor. Kitapta ufak ufak ipuçları verilen öyküler hakkında daha çok merakınız artıyor ve heyecanlanıyorsunuz. Ufak bir bilgi: Kitaptaki fotoğraf ve figürler, gerçek bir büyü kitabından alıntı.</span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b>1- Karatepe (Koray Günyaşar)</b></i></span></div>
<div style="text-align: left;">
</div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Karatepe, ilk dakikadan bizi "kırsalda geçen tekinsiz öyküler" okuyacağımıza inandırarak başlıyor. Baş karakter Osman, şehirde dikiş tutturamayıp, köyüne geri dönmek zorunda kalmış bir gençtir. Köy meydanına geldiğinde, kimseyi tanıyamaz. Hatta annesi, babası ve kız kardeşleri olduklarını iddia eden insanları da tanımaz. Çünkü onlar değillerdir! Köyün imamıysa, gencin "karıştığını" söyleyip, köylüyü Osman'ı karga-tulumba camiye götürmek için ikna eder. Osman, kalabalık içinden yalnızca köyün delisi Gafur'un aynı olduğunu dehşet içinde fark eder. Osman, camiden kaçıp, bilmediği bir dürtüyle Karatepe'ye doğru koşar ve mağaradan içeri girer. Burada, köyün delisini tekrar görür. Mağaranın içindeki bir kayanın üzerinde ateşten Arapça yazılar görür. Daha sonra köyün imamı mağaranın önüne, Osman'la konuşmaya gelir. İmamın davranışları biraz gariptir.</span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b> </b></i></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Normalde 80'li ve 90'lı yıllardaki Hollywood furyasında sıkça işlenen "istila" öğesi, öyküde tamamen Anadolu tarzıyla ve çok başarılı şekilde verilmiş. İlk anlarda, karakterin ailesini tanımaması ile, okuyucu da ilk etapta kendini karakterin yerine koyuyor, bir müddet sonra da "acaba gerçekten karakterin deliliği mi?" sorusunu sordurtuyor. Başlarda komedi unsuru gibi ortaya çıkan köyün delisinin, aslında başından beri her şeyi bilmesi ve karakterle beraber okuyucuya da verdiği "Kaybettin mi, buldun mu Osmaaaan?" gizli mesajı, sonlara doğru tansiyonu oldukça yükseltiyor, final cümlesinde de okuyucuyu adeta beyninden vuruyor. Kitap okuyucuda beklentiyi yüksek tutan bir öyküyle başlıyor. Ben bu öyküye 10 üzerinden 8 veriyorum. </span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b></b></i><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b>2- Gerçekte Onlar Hayvan Gibidir (Ayşegül Nergis)</b></i></span></div>
<div style="text-align: left;">
</div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Ayşegül Nergis, aslında öykü gibi değil, daha çok günce tarzıyla yazmış bu öyküyü. Dolayısıyla okunması da çok akıcı ve okuyucuyu kendinden koparmıyor. En büyük eksisi, adından dolayı öykünün çok erkenden çözülmesi. Köye yeni atanmış öğretmenin, yobaz ve geri kafalı köy imamıyla zıtlaşması ve öğretmenin bahçesindeki hayvanların anormal hareketleri, öyküyü olması gerektiğinden daha erken çözüyor. Yazar, biraz da köylerde yobazlığa varan tutuculuğa değdirme yapmış. Ama öykü, çözülse dahi, akıcılığından bir şey kaybetmiyor. Özellikle geceyarısı ay ışığında tüm hayvanların bilinçli şekilde ritüel alanına yürümeleri ve yine aynı yobazlıktaki köylülerin imamın pis işlerini yapmaları gibi öğeler oldukça ilgi çekiciydi. Ben bu öyküye 10 üzerinden 6 verdim. Dediğim gibi, öykünün en büyük eksisi, adından dolayı kolayca çözülebilmesi. </span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b> </b></i></span></div>
<div style="text-align: left;">
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b>3- Kuyu (Demokan Atasoy)</b></i></span></div>
<div style="text-align: left;">
</div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Sonraları ikinci ve üçüncü kitapta da güçlü öyküleriyle göreceğimiz Demokan Atasoy'un öyküsü. Öykü, kabaca intikamcı bir köylü güzelinin hikayesini anlatıyor bizlere. Ana karakter Anşa, kızı Güles ile köyün dışında yaşamaktadır ve köydeki tüm erkeklerin (köy muhtarı başta olmak üzere) rüyalarını süslemektedir. Köyün kadınları, Anşa'dan bu yüzden nefret etmekle birlikte, bir yandan da Anşa'ya mecburlardır: Çünkü Anşa, kendi atalarından büyü ilmini öğrenmiştir ve kadınlara isteksizce yardım etmektedir. Kadim zamanlarda dibindeki kuyunun su vermesi için insanların kurban edildiği koca bir ağaçtan da söz edilir. Anşa, kuyudan su çekmeye gittiğinde, ağaca küfreder. Tam o anda elindeki kova ağırlaşır ve Anşa, dengesini kaybedip, kuyudan aşağı düşer. Köyün kadınları ise, Anşa'yı çekemedikleri için ondan uzak bir yerde dururlar. Kadınlar, Anşa'nın yaralı olduğunu görürler ama ona yardım etmezler. Anşa, boğularak ölür. Ama ruhu intikam için geri gelir. Köydeki erkeklerin hepsine birer birer musallat olur ve hepsini öldürür. Köyün muhtarı, son çare olarak köyün en yaşlısı olan Hatça Nene'ye danışır. Hatça Nene de, muhtara "Topraktandoğan" ismiyle çağırdığı kadim bir tabiat ruhunu bulmasını söyler. Muhtar, Topraktandoğan'ı bulur. Topraktandoğan, bir adak istediğini, bu adağın da buluğa ermemiş bir çocuk olacağını söyler. Kadınlar, Anşa'nın küçük kızı Güles'i kurban ederler. Topraktandoğan, Anşa'yı kovar. Ama Güles'in ruhu geri gelir. Hamile olan Zeynep'in karnındaki bebeğin ruhunu alıp gider.</span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Anadolu'da anlatılagelen tabiat ruhlarını konu alan bir öykü. Özellikle okurken o köyde olduğunuzu hissedebiliyorsunuz, bu önemli. Selma Ana ve Zeynep'in Anşa'nın evine gittiği ve Anşa'nın Zeynep'i önce kızdırıp, sonra zorla kanını aldığı kısımlar çok güzel ve detaylı yazılmış. Diğer bir husus, kitapta okuyanın bile içini hoş edebilecek Anşa karakteri, giderek korkunç bir karaktere dönüşüyor. Kısıtlı bir sürede karakterin kararlı şekilde değişimi, koca bir takdiri hakediyor. Topraktandoğan isimli tabiat ruhu ise, öyküdeki "kurtarıcı" rolüne bürünür gibi olsa da, okuyana pek güven vermiyor, hatta belirsizliği ve gizemi açısından bir müddet Anşa'yı unutuveriyorsunuz. Finalde mutlu son beklerken, Güles'in ruhunun çok masum bir şekilde gelip (hayvani korkutucu bir öğedir bu) Zeynep'in doğmamış çocuğunu alıp götürmesi, final için gerçekten korkutucu. Ben bu öyküye 10 üzerinden 9 veriyorum. Kitabın da en sağlam öykülerinden. </span><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">(The Ring ve Samara diyeni ıslak sopayla kovalarım.) Bir de bu öykü diziye veya sinemaya uyarlansa, Anşa karakterini İpek Tuzcuoğlu harika oynarmış diye düşünmeden edemedim.</span></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><i><b>4- Gelin Otu (Işın Beril Tetik)</b></i></span></div>
<div style="text-align: left;">
</div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Gelin Otu, eşi köy dışında olduğu için, yeni doğmuş bebeğiyle fırtınalı bir gecede evde yalnız başına kalan genç bir kadının yaşadığı dehşeti anlatan bir öykü. İlk önce genç kadının ensesinde duyduğu histerik kıkırdamalar size ilk korkuyu yaşatıyor. Genç kadının içten içe hissettiği, ama kimseye duyuramadığı, görünmez bir "ziyaretçinin" varlığı ile, siz bile okurken o fısıltıları kulağınızda duyuyor gibi oluyorsunuz. </span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Kadının yaşadığı evde elektrik olmaması, fırtınalı bir gece, her yerinden sesler gelen ahşap bir ev, yalnızlık, çaresizlik ve tüm bunlardan habersiz minik bir bebek. Yazar, oluşturduğu müthiş atmosferle, çaresizlikle gelen korkuyu okuyucuya çok güzel hissettiriyor ki, kocaman bir artı puan. Genç kadının danışmak için gittiği köy imamı ve karısı ile diyaloğa girdiği sekanslar özellikle çok ilgi çekici. "Sakın karanlıkta bahçene su dökme". "Gece yalnız başına çeşmeye gitme, sabah ezanından önce ahıra girme, biri seni çağırıyor gibi hissedersen cevap verme, duymamış gibi yap. Gelin otuna dokunma, sana bu otu getireni eve sokma." diyalogları gerçekten gizemi ve korkuyu oldukça yukarılara çekiyor ve inanılmaz başarılı. Sonlara doğru yükselen gerilim, korkunç bir finalle sonlanıyor. Bize de soluksuz şekilde öyküyü okumak kalıyor.</span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Şahsen ilk okuyuşumda şakağıma kurşun yemiş gibi olmuştum, hiç unutmam. Hatta sonraları, kendi öykülerimi yazarken de sevgili Beril Abla'nın bu öyküsünden ciddi şekilde etkilendiğim doğrudur. Bende Beril Tetik hayranlığı başlatan öyküdür ayrıca. Kitabın tartışmasız en iyisi. Ben bu öyküye 10 üzerinden 10 veriyorum. (Işın Beril Tetik'in askerleriyiz!)</span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><b><i>5- Cevizin Gölgesi Hain Olur (Kayra Küpçü)</i></b></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><b><i><br /></i></b></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Kitapta aslında beni en çok hüzünlendirip, kalbimi sıkıştıran öykü buydu. Zira, öyküde anlatılan aşk çok saf. Doğayla içiçe gelişen öykü, çoban Kadir'in ölmüş sevgilisini görmesi, her gün onunla buluşmak için erkenden ceviz ağacının altına gitmesi, vuslat anı gibi öğeler vurgulandıkça korkmak şöyle dursun, Münir Özkul gülümsemesiyle olan biteni okuyorsunuz. Hatta öykü, belli bir kısımda ciddi ciddi erotizme de selam çakıyor. Çözülme süreci de burada başlıyor. Komşusu olan usta ve hanımının Kuran-ı Kerim'den Nas-Felak okuması, Kadir'in titreyip, kriz geçirmeleri ve en sonunda kızın ruhunun Kadir'e değişik bir ses tonunda hönkürmesi ve en sonunda yaratığın, Kadir'in tüm yaşam özünü çekip almasıyla öykü final yapıyor. Açıkçası duygu yoğunluğu, ürkünçlüğünden daha baskın bir öykü. Ama güzel mi? Tabii ki! Ben bu öyküye 10 üzerinden 7 veriyorum. </span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /><i></i><b><i></i></b></span></div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><b><i>6- Güzay'ın Bin Dilek Ağacı (Galip Dursun)</i></b></span></div>
<div style="text-align: left;">
</div>
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Kitaptaki en zengin otantik ve yerel öğelere sahip öykü. Okuyanlar, demek istediğimi anlayacaklar. Girişteki ritüelin gerçekleştirilmesi, Zeynep'in rüyalarında gördüğü Çakıl Sokak ve sokağın yuttuğu sünnetlik çocuğun bahsedildiği kısımlar gayet başarılı. Köy kahvesinde muhtarın, aslında bir "üç harfli" olan Ural'a köydeki ecinnili hikayeyi anlattığı kısımlar, ayrıca başarılı. Öyküde bahsedilen Çakıl Sokak, bende niyeyse Stephen King'in Pet Semetary'sindeki patika yolu anımsattı. Kitabın son öyküsü olan Güzay'ın Bin Dilek Ağacı, içeriği ve yazılışı itibariyle kitabın en "oturaklı" öyküsü. Ben bu öyküye de 10 üzerinden 8 verdim. </span></div>
<br />
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">Sonuç olarak, kitabı alın, aldırın, buldurun. Son zamanlarda sinema haricinde yükselememiş Türk korkusunu düşünürsek, yazın olarak da Türk korkusuna yeni bir boyut kazandıran bir kitaptır Anadolu Korku Öyküleri. </span><br />
<div style="text-align: left;">
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;"><br /></span></div>
<span style="font-family: "helvetica neue" , "arial" , "helvetica" , sans-serif;">İkinci kitabın yorumunu da boş vaktimde nasip olursa buralara karalarım. İkinci kitabın yorumunda buralarda olabilmek dileğiyle.</span><br />
<div style="text-align: left;">
</div>
<div style="text-align: left;">
</div>
<div style="text-align: justify;">
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2468800895546773346.post-18325442807050035202017-07-18T22:30:00.001+03:002017-07-28T22:33:51.473+03:00Kaset 5: Istrancalı<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjJksG4UpOa4n5nGdOlxcEmk-uhoGgLE_PKLLqIaX-Kzfye_y0FM8ZXBJfM5TCeTgAI893U3DeunTo4zorGNq54JSl3EBmpZB-YjyTe1BdT8AsJvFNUCZ6ROfONhoW2gx_g7rbiHUiAtoQ/s1600/riddim.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="366" data-original-width="550" height="212" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjJksG4UpOa4n5nGdOlxcEmk-uhoGgLE_PKLLqIaX-Kzfye_y0FM8ZXBJfM5TCeTgAI893U3DeunTo4zorGNq54JSl3EBmpZB-YjyTe1BdT8AsJvFNUCZ6ROfONhoW2gx_g7rbiHUiAtoQ/s320/riddim.jpg" width="320" /></a></div>
Ersin, kaseti sürdükten sonra, Istranca diye bir yer olup olmadığını düşünmeye başladı. Gazetenin spor servisinden ve futbola olan ilgisinden dolayı, bu kelime, Balkan bölgesini çağrıştırmaktaydı. Romanya ve Romenler geldi aklına; orası değilse bile muhtemelen ya Bulgaristan ya da Arnavutluk taraflarına dair bir kelimeydi bu.<br />
<br />
Görüntüler cızırtı ile açılmıştı. Ekranda sarışın ve oldukça güzel bir kız, telefonu ile kayıttaydı. Odada yüksek sesle yabancı müzik çalıyordu. Kız, ayaklarına oje sürerken, müziğe de eşlik ediyordu. Sonra, kamerayı odanın içine doğrulttuğunda, iki kız daha görüldü. Kızlardan birisi esmerdi; diğeriyse kızıl saçlıydı. Kızıl saçlı olanı, "Öff Cansu, çek şunu, manyak mısın?" diyerek, Cansu'nın eline vurmuştu. Cansu, telefonu düzeltti ve tek tek arkadaşlarını tanıtmaya başladı: "Evet, şu elime vuran deli kaltak (gülüşmeler) kendisinin adı Nazlı. Hobileriii, Instagram, Facebook ve Periscope'da götünü açmaya bay... (tekrar gülüşmeler)" Nazlı bağırdı: "Amına koyiiim senin Cansuu. Ağzına sıçıcam senin. Cansu, tekrar gülerek kamerayı diğer kıza çevirdi: "İşteee bu gördüğünüz asık suratlı kezo daaa, Sibel. Sibeeeel, selam versene tatlııım?" Sibel, donuk bir şekilde kameraya bakıp, tekrar tırnaklarını törpülemeye devam etti. Cansu, bir anda ayağa kalkarak, "Eveeet, şimdi bu gördüğünüz harika şeyiiii, bitanecik kocacım Taylan'cım bana aldıııı, artıııı aşkım beni göl evine götürüyoo, o yüzden bu gece aşkıma sürprizim vaar" dedi. Kamera, yatağın üzerinde duran kırmızı IPhone'u çekiyordu. "Ayyyy" diye çığlık atan Cansu, kaydı durdurdu.<br />
<br />
Görüntü tekrar geldiğinde, Cansu, sokaktaydı. Kayıt işini ise Nazlı'ya devretmişti. Sokağın başından gelen gürültü ile Cansu kameraya döndü ve çocuk gibi ellerini çırparak, "Aaaaiiyy, geldi işte aşkıcım" diyerek gülümsedi. Elindeki telefona tüylü bir kılıf takmıştı ve histerik şekilde telefonu elinde küçük bir kız gibi sallamaktaydı. Sokağın başında onları bekleyen beyaz BMW'nin şöför koltuğunda, güneş gözlüklü iki genç oturuyordu. Kızlar, çocuklara el sallayarak, arabaya bindiler. Nazlı, ön kameraya geçti ve dudaklarını büzerek muzipçe bir poz verdi. Görüntü kesildi.<br />
<br />
Gençler, göl evine varmışlardı. Gerçekten bu evin manzarası şahaneydi; kızlar hemen göl iskelesine koşarlarken, erkekler de valizleri eve taşıyorlardı. Taylan, elindeki valizleri yere bırakıp, kameraya bağırdı: "Alp, biz salağız di mi amına koyayım. Bırak şu telefonu da, gel yardım et." Alp ise, çaktırmadan Nazlı'yı çekmeye çalışıyordu: "Geliyorum abi, geliyorum. Mert, kanka şu ağır olanı alalım da diğerlerini tek tek getiririz." Mert, ağzında sigarasıyla bagajın arkasındaki valizi çıkarmaya çalışıyordu. Görüntü değişti.<br />
<br />
Görüntü, evin verandasındaydı. Gençler, viskilerini yudumlarken, bir yandan da Taylan'ın problemini konuşuyorlardı. İçeriden deli gibi müzik geliyordu. Alp, "Nolucak şimdi abi? Napıcaksınız yani?" diye sordu. Taylan, alnını ovuşturarak, "Nerden bileyim abi. Diğer büyük mekanın patronuyla birbirlerine girmişler işte. Adam taşşaklı. Bizimki de bi iş olmasın diye buraya iteledi beni." Mert, "Mekan gidiyo mu şimdi yani? Koskoca Seyfi Saner mekanını elden çıkarıyo vay be" dedi. "Onun gibi bişey. Alacaklarına karşılık istemiş mekanı." diye yanıtladı Taylan. Verdiği cevap, Alp ve Mert'in hoşuna gitmemişti. İkisi de derin bir of çektiler ve viskilerini yudumlayıp, içeriye girdiler. Alp, Nazlı'yı gecelikle görünce bir an duraksadı ve kaydı durdurdu.<br />
<br />
Görüntüler, büyük bir gürültüyle açıldı. İyice sarhoş olan Cansu, üzerinde geceliği ile Taylan'a sarılıyordu. Sürekli bir şeyleri kayda alıyordu. Taylan, moralsiz şekilde Cansu'yu boynundan öptü. Cansu, coşmuş şekilde sürekli bağırıyor, Alp'e kucak dansı yapan Nazlı'yı ve Mert ile yakın temas halinde olan Sibel'i görüntüye alıyordu. Cansu, televizyondaki müzik klibini çekmeyi de ihmal etmiyordu. Biraz sonra, Nazlı, çırılçıplaktı, Sibel ise Mert'in kucağındaydı. Cansu, klipteki kalça dansını yapmak için Taylan'ın önüne geldi, görüntü televizyona geldiğinde, bir anda televizyon cızırdamaya başladı. Müziğin kesilmesiyle herkes, televizyona bakakalmıştı. Görüntü netleşirken, ekranda 20'lerden kalma bir müzik eşliğinde bir reklam oynamaya başladı: "Borçlarınızdan dolayı iflas mı ettiniz? Eşiniz sizi aldatıyor mu? Alacaklılar artık sabrınızı mı zorluyor? Hiç dert etmeyin! Istrancalılar Hukuk Bürosu, emrinize amade. Artık boynunuz bükük dolaşmak zorunda değilsiniz! Hemen 666 7 666'yi arayın, deneyimli personelimiz size 7 gün 24 saat boyunca hizmet verecektir!" Reklamdaki boğuk ses, aşırı derecede mutlu bir sesti. Reklamın görüntüsü ise, sesin okuduğu metinlerden oluşuyordu. Cansu, "Bu ne yaaa!" diyerek, kanalı çevirdi. Fakat, diğer kanallarda da aynı reklam oynuyordu. Bir kaç kez kanalı çevirdilerse de, sonuç aynıydı: Tüm kanallarda aynı reklam vardı. Mert, ayağa kalkarak, televizyona vurmaya başladı. Çabaları faydasızdı. "Noluyo abi yaa?!" diye çaresizce ekrana bakıyordu. "Artık eskidi abi bu, bırak uğraşma." diye cevap verdi Taylan. Mert, son bir kez daha şansını denemek için sertçe televizyona vurduğu anda, televizyondaki ses, daha da artmıştı. Mert, ".mına kodumun televizyonu!!!!" diyerek fişi çekti. Televizyon, kapanmakta direnir gibi, yavaşça kapandı. Saniyeler içinde, hepsinin telefonuna gelen mesaj aynıydı: TV'deki reklam, metin olarak telefonlarına gelmişti. Sinirlenen Taylan, "Neymiş bakalım bu? .mına kodumun sahtekarları." diyerek, numarayı aradı. "İyi akşamlar ben Tay..." derken, evin kapısı çalındı. Nazlı ve Sibel, koşarak üst kata çıktılar. Erkeklerse, toplanmaya çalışıyordu. Taylan, herkesin müsait olduğunu kontrol edip, kapıyı açtı. Kapıda gelen biri yoktu; aynı televizyondaki cızırtılara benzeyen insan suretinde bir silüet, kapıda görünüyordu. Silüet kamburdu; burnunun uzunluğu ilginç şekilde seçilebiliyordu. Silüet çok nazik şekilde eğilerek, "İyi akşamlar Taylan Bey, değil mi efendim?" dedi. "Evet, benim.". Cansu, ön kameraya geçmişti. Bol makyajlı ve hafif botokslu yüzünün ifadesi sıkkındı. "Uuff yaa, azına sıçıcam senin Taylan. Bozuldu bu telefon yea! Uf!" diye hayıflanarak kayda devam etti. Arada telefonun ekranına vuruyor, menülerini değiştiriyordu. Puflayıp, sıkılmayı da ihmal etmiyordu. Ekranda silüet gibi görünen adam konuşmaya devam etti: "Bize yaptığınız çağrıyı, patronumuza ilettik. Size tez elden ilgi ve alaka göstermemizi emrettiler efendim." Cansu, Taylan'ın arkasında duruyordu. O esnada, üst kattan giyinip gelen Nazlı ve Sibel göründü. Garip adam, kızlara dönüp baktı ve "Bu hanımlar zevceleriniz mi efendim?" diye sordu. "Evet" diye tedirgince yanıt verdi Taylan. Cansu, yanına gelen kızlara, "Ya baksana bebeğim ya, bu bozuk galiba, azına sıçiyim bu Taylan'ın ben! Bi baksana yea, herhalde kamera ayarlarından; baksana adam cızırtı gibi görünüyo" diyerek, telefonu Nazlı'ya verdi. Nazlı'nın telefondaki hırslı ve agresif parmak hareketlerinin sesleri duyulabiliyordu. Sonra silüet, eğik bedeni üzerinde ayrıca hareket ediyormuş gibi görünen kafasını daha da eğerek, Cansu'ya gülerek bir bakış attı: "Mühim maruzatınızı patronumuz, bizzat kendisi duymak ister. Mümkünse zevceleriniz ile." dedi. "Kendisi burada mı?" diye yanıtladı Taylan. Silüet, "Elbette buradadır. Kendisinin sağlığına zeval gelmesin, çoğu şeyden haberi oluverir!" dedi. Şaşıran Taylan, "Tabii, gidelim." deyince, Cansu, yavaş bir ses tonuyla, "Aşkım ya, bu telefon bozuk" diye çıkıştı. Taylan, "Kızım saf saf konuşma, biz neyin peşindeyiz, bunun aklı telefonda, siktirme şimdi telefonunu. Hadi üstüne bişey giy hadi." dedi ve Cansu, kaydı durdurdu.<br />
<br />
Kaydı tekrar başlatan, Cansu'ydu. Hala, telefonu kurcalıyordu. Kayıt, sürekli sonlanıp, yeniden başlıyordu. Her seferinde farklı efektlerle kayıt yapıyor, düzelip düzelmediğini anlamak içinse, Silüet Adam'ı çekiyordu. Taylan ise silüeti takip ediyordu. Alp ve Mert ise arkadan geliyorlardı. Kızları arkadan geliyolardı. Silüet, onları patika yolda bekleyen ve 30'lardan kalma gibi görünen bir Mercedes'in yanına doğru götürüyordu. Araba, simsiyahtı. Genel hatları itibariyle arabadan çok, tekerlekli bir şatoya benziyordu. Arabanın hemen dibinde, belli belirsiz, ama daha ufakça bir silüet daha belirdi. Kambur silüeti görünce ayağa kalktı ve hırlamaya başladı. Ufak silüet, bir köpek olmalıydı. Yabancılara saldıracakken, kambur silüet, köpeğe, "hiç lüzumu yok" deyince, köpek olduğu yere çöktü. En az at arabasının boyunda olan iri yarı başka bir adam vardı. Öyle iriydi ki, Cansu onu hareket edene kadar farketmedi bile. Adamın devasa sureti, Cansu'nun telefonunda aynı korku filmlerindeki "öcülere" benzemekteydi. Dev adamı gören Nazlı, çığlığı bastı. Erkekler de tedirgin olmuşlardı. Kambur adam, gençlere dönüp, "burada bekleyin, patronumuz da sizleri pek merak eder beyzadem" deyince hepsi, arabanın önünde beklemeye başladılar. İri yarı adam, arabanın kapısını açarken, Cansu, telefonuna yüklediği bir uygulamayı karıştırıyor, aynı zamanda kayda da devam ediyordu. Görüntülerin renkleri çok hızlı değişiyordu. "Uff yaaa, bunun ayarlarını bozmuşlar!!!!" diye pufladı. En sonunda bulduğu bir efekt, silüet görünümünü yok etmişti. Şimdi herkes, Taylan ve grubu dahil olmak üzere, normal görünüyordu. Cansu, kambur silüetin ve arabacının yüzlerini gördüğünde, içini bir dehşet kapladı. İkisinin yüzleri de korkunçtu. Arabanın kapısı gıcırdayarak açıldı. Bir kaç saniye hareketsizlikten sonra, tok bir ayak sesi, arabanın basamaklarında duyuldu. Arabanın içi, zifiri karanlıktı; ilk seste irkilen çocukların şaşkınlığı, daha da artıyordu. Ayak sesleri, üç kere daha duyuldu. Arabadan inen, en az kapıyı açan adam kadar uzundu; ama ne hikmetse onun kadar enine kalıplı değildi. Üzerinde vücuduna tam oturan simsiyah bir takım elbise, başında da yüzünü neredeyse tamamen gizleyen bir fötr şapka vardı. Omuzları çok geniş ve sağlamdı; onları gece gibi örten uzun saçlara sahipti. Neredeyse yıkılmayacak gibi heybetli duruyordu. Adamın bu heybeti karşısında gençlerin dili tutulmuştu adeta. Cansu bile, adamın hatlarını daha net görebilmek için karanlıkta onu daha net çekmeye çalışıyordu. Uzun boylu adam, kambur adama, "Fatin, biçare beyzade bu mudur?" diye neşeli bir ses tonuyla sordu. Fatin, "Budur efendim. Şahsen tanışmak isteğinizi kendilerine ilettim, talebinize istinaden buradalar, maruzatlarını da bizatihi bildirecekler." deyip, kenara çekildi. Uzun adam, Taylan'a doğru ilerleyip, "Önce sizlere kendimi tanıtayım." dedi. Başındaki fötr şapkadan yalnızca pala bıyıkları ve uzun, kemerli burnu seçilebiliyordu. Yüzünde anlamsız bir gülümseme vardı. "İsmim Şerruh Istrancalı'dır genç bey." Sonra dönüp, kızlara doğru bir bakış attı ve Fatin'e dönüp, sitemkar şekilde, "Osmanlı adabından nerelere geldiğimize bir bak Fatin!" diye gürledi. Sonra Taylan'a yaklaşarak, "Şu naçizane ömrümde şu devirdeki rezalet kadarını görememişimdir. Saneroğlu Taylan, nedir maruzatın?" diye sordu. Çocuk, karanlıkta bir gölge gibi duran adama şaşırarak, "Adımı nerden biliyorsunuz?" diye haykırdı. Şerruh, gülümseyerek, Taylan'ın tam karşısına dikildi ve "Taylan bey oğlum, Fatin size kendi aramızda yoğun istişare yaptığımızdan bahsetmedi mi?" dedi. Taylan, adamın nefesini hissettiği anda, donup kaldı ve kekelemeye başladı. Taylan, "Şe,Şerruh Bey, ailemize ait bir mekanı alacaklılar...Alacaklarına karşılık istiyorlar. Vermezsek, yarın bizi öldürmekle tehdit ediyorlar." diyebildi. Şerruh, dişlerinin arasından hafifçe nefes vererek güldü ve tekrar arkasını dönmeden, "Eski zamanları hatırlar mısın Fatin? Karı kısmına konuşmaktan aciz şu cahil sabiler, erkek olmayı tez elden öğrenmişler nihayetinde." dedi. Fatin, onu başıyla eğerek onayladı. Şerruh, elini Taylan'ın omzuna babacan şekilde koyup, "Ben ve hizmetkarlarım sizi içinde olduğunuz elemden kurtaracağız. Tasalanmayınız." dedi. Adamın elini vücudunda hisseden Taylan, kesik şekilde titredi. "Hanenizi, yerinizi, yurdunuzu Fatin'e bildirin. Gerisi bizim zahmetimiz." deyip, arkasını döndü. Ağır adımlarla arabasına yürümeye başladı. Adam, öylesine heybetliydi ki, tüm bunları kayda alan Cansu bile büyülenmiş gibiydi. Uzun boylu adam ve kahyası, arabaya tekrar bindiler ve acı bir kamçı sesiyle kişneyen atların çektiği araba, karanlığın içinde kayboldu. Kendilerinden geçmiş gibi sersemleyen gençler birbirlerine bakakaldılar. Cansu, olan biteni umursamamış, Nazlı ve Sibel'e, "Doğru efekti buldum kızlaaaar." diyerek, kaydı durdurdu.<br />
<br />
Görüntüler, pahalı bir gece kulübünün alt katındaki kapalı otopark alanını görüyordu. Kaydı yapan, yine Alp'ti. Mert de oradaydı. Gece kulübü ise kapalıydı. Taylan ise çok gergindi. Sürekli telefonda konuşuyor, arayabileceği yerleri arıyordu. Dönüp, diğerlerine, "Yok abi, bu adam gelmeyecek herhalde. Hem gelse bile dünyaları ister bu adam! Ne yapıcaz Allah kahretsin!" diye bağırdı. Mert, onu sakinleştirmek için, "Sakin ol abi, vakit daha erken. Sonuçta ismini cismini biliyordu bu adam, ona göre de hazırlığını yapmıştır." diye yanıtladı. "O da ayrı bi mevzu, iki laf etmeden herif şeceremizi çıkardı amına koyayım, kimbilir kimin nesi" diye yanıtladı Taylan. Tam o esnada, otoparkın giriş kapısında iki el silah sesi duyuldu. Taylan, "Ananı sikiyim, geldiler." diye umutsuzca bağırdı. Alp, telefonu arabanın üstüne koyup, belindeki silahın şarjörünü çekti. Mert de hazırdı. Altı adet lüks araba, hızlıca yanyana durdu. Arabadan inen adamlar, Şerruh'un adamlarına hiç benzemiyordu. En arkadaki arabadan inen göbekli bir adam, purosunu yaktırdı ve ağır ağır yürüyerek, "Taylan, babana selamlarımı ilet. Alacaklar için gelmiştik evladım." diyerek gülmeye başladı. "Burada kimin eski, veya kimin daha iyi iş yaptığı önemli değil çocuğum. Kimin daha güçlü olduğu önem..." Lafını bitirmeden otoparkın ışıkları gitmişti. Kısa bir karanlıktan sonra jeneratörlerin sesi duyuldu ve ışıkların bir kısmı kısa aralıklarla yanmaya başlamıştı. O anda otoparkın girişinden gelen araçların sesi duyuldu. Alp, kamerayı doğrulttuğunda, otoparka ağır ağır giren siyah Mercedes'i gördü. Arabanın sakinliği, çok dikkat çekiciydi. Araba ağır aksak gelip, diğer arabaların tam arkasında durmuştu; herkes bir hareket bekliyordu, ama arabadan inen kimse yoktu. İyice panikleyen Taylan'la beraber, alacaklılar da bu tuhaf araca dikkat kesilmişti. Herkes elini beline götürmüş, bekliyordu. Bir-iki saniyeliğine sönen ışıklar yüzünden herkes diken üstündeydi. Mercedes ise, hala olduğu yerdeydi. Göbekli adam gülerek, "Ulan şerefsiz herif! Götünün korkusund..." Sesi kesilmişti. Işık yandığında, adamın kafası kopmuştu. Alp, çığlık atarak, "Hassiktir!" diye bağırmıştı. Mert ise, " Noluyo lan??" diyerek arabanın arkasına gizlenmişti. Alp, telefonu adamlara doğru tutup, olanı izlemeye çalışıyordu. Işık her yandığında, alacaklıların kafası, kolları ve bacakları kopuyordu, etraf mezbahaya dönmüştü. Alp, korkudan altına kaçırmıştı, daha fazla dayanamadı ve kamerayı kendi yüzüne çevirmişti. Bembeyazdı. Hala arkadan kopan vücut sesleri, fışkıran kan sesleri geliyordu. Bazılarının bilinçsizce sayıklamaları bağırışları duyuluyordu. Taylan, kafasını kollarının arasına almıştı, Mert, yüzünü yere kapamış, herşeyin bitmesini istiyordu. Birkaç dakika sonra sessizlik oldu. Birkaç saniye sonra, Fatin'in sesi duyuldu: "Buyrunuz genç efendim!"<br />
<br />
Korkudan delirmek üzere olan gençler, ayağa kalktıklarında, otoparkta katliam yapıldığını dehşetle gördüler. Mert, sendeleyerek olduğu yere düştü: "Hana... Haananı skiyim!!" Taylan ise boş boş bakabiliyordu sadece. Alp, kamerayı yamultmadan, "Abi nasıl yaa?!" diyebildi. Fatin'in sesi, kulübün girişinde yankılanıyordu: "Patronumuz Şerruh Bey, sizi görmek ister efendim. Acele etmeyiniz. Kendisi yukarıda, odanızda sizi bekliyor." dedi. Hepsi anlamayan bakışlarla birbirlerini süzerek, koşar adımlarla gece kulübüne doğru hızlıca ilerlediler. Mert ve halen kayıtta olan Alp de onu takip ettiler. Taylan hızlıca odasına girdiğinde, Şerruh, Taylan'ın masasına oturmuş, ayaklarını da uzatmış, oturuyordu. Odanın içi, her mekan sahibinde olduğu gibi kırmızı loş ışıklarla donatılmıştı. Alp'in dikkatini, Şerruh'un bileğindeki oltu taşından yapılma tespih çekmişti. Kule gibi dikilip, sessizce duran adamları da odanın karanlık tarafındaydılar. Alp, adamlarda bir tür gariplik olduğunu sezdi. Taylan daha konuşamadan, Şerruh, yine gülümseyerek, "Hizmetkarlarım aşağıdaki nahoşluğun sorumlusudur. Seni şu tüysüz ve kocamış eşkıyadan kurtardım. Soru sorma. Paran sana kalsın. Benim köküm Osmanlı'dır, benim adıma burada bir şenlik düzenleyeceksin, başka şey istemez!" Taylan tüm bu olup biten karşısında iyice kafayı sıyırmış gibiydi. Alp'e doğru ilerleyip, telefonu eliyle kapadı. Görüntü karardı.<br />
<br />
Görüntüler geldiğinde, gece kulübünde müthiş bir kalabalık olduğu görüldü. Kızlı-erkekli bir sürü insan, o gece, kulüpte eğleniyordu. Alp, Nazlı'yı, sahneye bakarken gördü. Sahneye bir anda gelen kara renk giyinmiş adamlar, sahnenin üstüne yüksekçe ve ağır bir sandalye yerleştirdiler. Sandalye daha çok, Orta Çağ'dan kalma bir tahtı andırmaktaydı. Nazlı, gördüklerinden etkilenmişti: "Taylan kafayı yedi galiba hıı?" Alp yanıt verdi: "O Taylan için değil. O gece konuştuğumuz adamın şerefine parti veriyor. Adam da burada oturmak istemiş. Garip bi herif, ama zevki kıyak ya!" Herkes, Alp'e gelen "tahtı" soruyordu, gelenlerin çoğunluğu da Taylan'ın zengin ve üst sınıftan arkadaşları ve tanıdıklarıydı. Nazlı, kalabalık içinde Alp'e, "Dönüp, arabadan çantamı almamız lazım Alp!" Alp, "Ya ne çantası yavrum ya. Gerek yok, dikkatli oluruz." dese de, Nazlı ısrar edince dışarı doğru ilerlediler. Alp tekrar kaydı durdurdu.<br />
<br />
Alp ve Nazlı, arabaya varmışlardı. Alp, arabanın kapısını açarken, otoparkın arkasından bir gümbürtü sesi duyup, o tarafa döndü. Baktığı yerde, hiçbişey yoktu. Alp, arabaya tekrar döndüğünde Nazlı'yı göremedi. "Nazlı?" diye seslendiğinde, kafasına inen bir sopa darbesiyle yere yığılmıştı. Telefon yere düşmüştü. Ekranda cızırtılar vardı. Sonra, telefon, sanki kendi kendine yükseliyor gibi havalandı. Bir ses duyuldu: "Hunaşamzadeler bile bunun gibi efsunu bağlamamıştır." dedi. Ses tanıdıktı, Fatin'di telefonu alan. Bir müddet etrafı çekmeye devam etti. Görüntüler değişti.<br />
<br />
Gelen görüntü Cansu'nun telefonundandı. Hemen yanında Taylan duruyordu. Çok gergin bir hali vardı. Gözünü ayırmadan sahneye bakıyordu. Şerruh, kendisi için getirilen tahtın üzerinde bacak bacak atmış, oradan sanki hiç inmeyecekmiş gibi oturmaktaydı. Cansu'nun kaçamak şekilde Şerruh'a bakması ve kayda alması, onu esas sinirlendiren şeydi. Cansu'nun Şerruh'a zoom yaptığını gören Taylan için, bu bardağı taşıran son damlaydı. Taylan, sinirlenerek, Cansu'nun elindeki kadehi alıp yere fırlattı. Müzik durmuştu. Herkes, ne olduğunu anlamaya çalışırken, Şerruh, ayağa dikilmişti: "Taylan bey oğlum, bu hal, hareket, sizin gibi delikanlılarda hiç münasip durmuyor!" dedi. Taylan, Şerruh'a doğru ilerleyip, "Şerruh Bey, size minnettarım. Hayatımı, varlığımı size borçluyum. Ama benim yerimde böyle davranamazsınız!" Şerruh, bu cevap üzerine sırıtmaya başladı: "Ben istediğim yerde, istediğim gibi davranırım Taylan bey oğlum. Ailen sana büyüğüne edebi hayayı hiç öğretmedi mi?" Taylan cevap verdi: "Edebi, utanmayı sizden öğrenecek değilim!" Şerruh, Taylan'a sırtını dönüp, ellerini arkasında birleştirmişti. Ağır ağır yürüyordu: "Adab-ı muaşeret en sona kalsın. Daha tahsilatımı almadım." Artık herkes susmuş, Şerruh ve Taylan'ı dinliyordu. Ortam iyice gerilince, Taylan, silahına davrandı ve Şerruh'a bir el ateş etti. Kurşun, Şerruh'un omzuna saplandı, ama tesir etmedi bile. Silah sesinden korkan kalabalık, çıkışlara doğru hızlıca ilerlemeye başlamıştı ki, Şerruh, Taylan'a dönüp, "Gıdıklamak karı cilvesidir evlat!" dedi. Bir anda kulübün tüm kapıları kendiliğinden kapanmaya başladı. Kimse dışarı çıkamıyordu. Şerruh, Taylan'a dönüp, "Kerametin kendinden menkul, kıçındaki boku temizlemeyen dünkü velet, sen kim olur da Istrancalı Abdülharis Şerruh Paşa'ya silah çekersin!!" diye gürledi. Şerruh'un dişleri sivri bıçak gibi uzamıştı; gözleri de kıpkırmızıydı. Şimdi, olduğundan daha büyük görünüyordu. Kimse korkudan sesini çıkaramıyordu. Taylan ise kıpırdayamıyordu. Bir anda, görünmez bir güç, Cansu'yu, Şerruh'a doğru çekiyordu. Cansu bağırıp, çığlık atsa da nafileydi. Şerruh, "Benim zahmetimin diyeti budur Saneroğlu Taylan. Ama sadece benim!" diye gülümsedi ve Cansu'nun çığlıkları arasında, dişlerini Cansu'nun boynuna geçirdi. Mekanın karanlık yerlerinde bekleyen diğer adamların gözleri de, aynı Şerruh'unki gibi kıpkırmızı olmuştu. Mekandaki tüm davetliler, şimdi çember içindeydi. Telefon, Cansu'nun elinden düştü ve görüntü kesildi.<br />
<br />
Fatin, dışarıdan mekanı çekmeye devam ediyordu. İçeriden onlarca kişinin korkunç çığlıkları koptu. Fatin, gayet sakince dış kapıya gitti. Kapıdan içeri girecekken, Taylan'ı kapıya yapışmış vaziyette gördü. "Ay ay ay!" diye bir iki adım kapıdan uzaklaşır uzaklaşmaz, Taylan'ın kafasının vücudundan ayrıldığını gördü. Ve sonra kaydı durdurdu.Unknownnoreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-2468800895546773346.post-17274890431526923372017-07-17T21:49:00.001+03:002019-09-10T17:48:43.237+03:00Kaset 4: Klido<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br />
<span style="font-size: 13.5pt;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhvGFnxA0QWCp4Gu_Db9aWTlo7qULTYqcTTJjeUs43pFT6O0ORFBQ-pq1ZBCmPuzGiRkDZQ8JlJ07QUD5ZJBwRbHU9fdvedgcbSvFiVCtrT1LK-RudxeKZO4zp71OyR0kR75lH3_TZRLes/s1600/b4%252810%2529.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" data-original-height="757" data-original-width="1387" height="174" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhvGFnxA0QWCp4Gu_Db9aWTlo7qULTYqcTTJjeUs43pFT6O0ORFBQ-pq1ZBCmPuzGiRkDZQ8JlJ07QUD5ZJBwRbHU9fdvedgcbSvFiVCtrT1LK-RudxeKZO4zp71OyR0kR75lH3_TZRLes/s320/b4%252810%2529.jpg" width="320" /></a><span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 13.5pt;">Karlı görüntü düzeldiğinde, oldukça güzel ve modern bir evin,
büyükçe olan salonu görüldü. Postmodern tarzda düzenlenmiş bu ev, Amerikan
dizilerinden fırlamış gibi görünmekteydi. Kayda başlayan kamera, sessizce
mutfağa doğru yöneldi. Çok şık dizayn edilmiş ankastre mutfağın tezgahında,
sarışın genç bir kadın görüldü. Üzerinde geceliğe benzer bişey vardı. Geceliğin önü ise kabarıktı. İlk bebeğini bekleyen
kadın, kamerayı farketmedi; elindeki bıçakla meyva kesmekle meşguldü. Kamera
sessizce yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı... Uzanan bir el, genç kadının omzuna
dokunur dokunmaz, genç kadın çığlığı bastı. Kameraman gülüyordu, genç kadın ise
kameramana vuruyordu.<o:p></o:p></span></span></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 13.5pt;">"-Ömer, Allah kahretmesin seni! Kaç kere dedim şunu yapma
diye!"<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 13.5pt;">"-Hahahah hayatım sürpriz yapıcaktım, bak bozdun yine!"<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 13.5pt;">"-Bıktım senin şu sürprizlerinden! Şöyle aptal şeyler yapma
diye daha ne kadar söyliycem?!"<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 13.5pt;">Bu sırada attığı tekme, Ömer'ın canını oldukça yakmıştı.<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 13.5pt;">"-Ya Merve, ba... aşkı... Durur musun artık?!"<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 13.5pt;">Merve durmuyordu. Kameraya histerikçe bakmaya devam etti. Ömer da gülüyordu. Bunu bir oyuna çevirmişlerdi artık. En sonunda Merve'yi yakalayan Ömer, onu hareketsiz bırakmıştı. Kamera, yerdeki parkeleri birkaç
saniyeliğine görüntüledi. Ömer, Merve'yi öpüyordu. Görüntüler değişti. Merve,
tv kanepesinde oturmuş, somurtuyordu. Ömer,<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 13.5pt;">"-Yaa bak, böyle yapma ama hayatım?" deyince, Merve ona
dönerek,<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 13.5pt;">"-Ya neyi yapma? Neyi yapma yaa Ömer? Haftalar önce
planlamıştık göl kıyısındaki o tatili! Köye gitmek nerden çıktı şimdi??" diyerek çıkıştı. Ömer ise,<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 13.5pt;">"-E demiyo muydun geçende gidelim gidelim diye? Hem ben de ilk kez gitmiş olacağım. Geçen akşam konuştum, illaki gelin dediler, hem annemle babamlar da gelecek arkadan. Sen de duydun?"<o:p></o:p></span></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><br /></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 13.5pt;">"-O saçma sapan
adetleri yaptırmayacaklar değil mi?" diyerek başını çevirdi Merve. Yüzünde alaycı ve küçümser bir ifade vardı. Ömer, biraz bozularak (ve de sinirlenerek) "Ne alakası var. Hem bitmiş o adetlerin devri. Eskidenmiş eskiden!" diye yanıtladı</span><span style="font-size: 13.5pt;">. Böyle şeyler köy çevresinde önemli sayılıyo işte. Üç- dört günlüğüne biraz idare
et."</span></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 13.5pt;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 13.5pt;">Merve, sinirlenerek, doğruldu. Ömer ona yardımcı oluyordu. Ömer, kalkmadan önce kamerayı kapamıştı.</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 13.5pt;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">Görüntü geldiğinde bir benzinlikteydiler. Merve, arabanın içinde sinirli şekilde oturuyordu. Umursamadan, Ömer'in yüzüne bakıp, kafasını çevirdi. Ömer, biraz mahcup şekilde, "Nası? İyi misin şimdi?" dedi. Merve, arabanın kapısını vurarak kapattı. Ömer de kamerayı kapatmıştı.</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">Ömer, başındaki şapkanın yanına monte ettiği minik kamerayı açmıştı. Otobüs yolculuğundaki gibi yol, daha geniş bir açıyla görünüyordu. Ömer, tuhaf bir dilde yılışıkça konuşuyor, sonra da gülümsüyordu. Ersin, konuştuğu dilin Abhazca olduğunu anlamıştı. Ömer, arasıra Merve'ye dönüp, ona yarım yamalak bir şeyler anlatmaya çalışıyordu, ama Merve hala somurtmaktaydı. Sonunda Ömer'in tuhaf şekilde ve uzatarak söylediği bir kelimeyi duyunca, Merve, istemese de gülmeye başlamıştı. Onu gören Ömer de gülüyordu. Sonunda başarmıştı. Ömer, konuşurken görüntüyü kesti.</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">Ömer, kamerayı tekrar açtığında, araba köy yoluna girmişti, evin önüne doğru ilerliyorlardı. Ömer, avluyu ve evi gözlüyor, dışarıda birileri var mı diye kontrol ediyordu. Gördükleri ev, küçük bir avlunun içinde bulunan, kutu gibi, çok sevimli bir evdi. Verandası kapalıcaydı; bahçesi de görece küçüktü. Ömer, arabayı evin önündeki büyük ağaca parketti. Avludan içeri girdiklerinde konuşma kalabalığının arasında, Ömer, yaşlı bir adamın elini öptü ve ona sarıldı. Ömer'in amcasıydı bu adam. Daha sonra sarışın ve daha heyecanlı bir kadın, Ömer'den önce, Merve'ye sarılmıştı. Merve'nin belli belirsiz, "Halacım" demesinden de, Ömer'in halası olduğu anlaşılıyordu. İçeriden ağır aksak adımlarla ve zorluklarla yürüyebilen bir kadın çıkageldi. Çökmüştü; zorlukla yürüyordu, ama Ömer'i gördüğü için yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşmişti. Ömer, "Yengecim, nasılsın?" diyerek, kadına gidip sarıldı. "Ooooy oy, kaç sene oldu kimbilir görüşmeyeli?" deyince, kadın, gülerek karşılık verdi ve kocasına seslenip, "Niyazi. çocuklar girsin de, şu ilaçlarını al." diye bağırdı. Niyazi, "Yav dur, çocuk kaç sene sonra geldi şu eve. Geldiğinde hatırlamıyodu bu evi bile! Hehehe." diyerek, hepsini içeri buyur etti. Ömer, merakla evin içine girip, içeriyi incelemeye başladı. Ev, klasik köy eviydi; tahtadan inşa edilmiş, yürüdükçe gıcırtı sesleri veren, oldukça basit ve eski bir evdi. Odaların kapısı aralıktı. Ömer, odalara üstünkörü bakarken, kapı aralığından ona bakan genç bir kız farketti. "Kim bu" anlamında halasına soran gözlerle bakınca, halası, "O mu? O Didar. Bizim yardımcımız oğlum. Siz gelmeden odayı temizlesin diye göndermiştik." dedi. Ömer tekrar odaya baktığında, Didar, ortalıktan kaybolmuştu. Ömer, kamerayı kapadı.</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">Ömer kamerayı tekrar açtığında, tüm ev halkı, evin verandasında oturuyorlardı. Didar ise ayakta dikiliyordu. Koyu renkli elbise ve basma etek giyiyordu. Hareketsiz ve donuk duruyordu. Niyazi, </span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Torun ne zaman geliyor torun? diyerek gevrek gevrek güldü. Merve,</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-iki ayı kaldı amcacım, artık bişeyi kalmadı diyerek tekrar doğruldu. Halaları, ona yardımcı oldu ve evin arka tarafına gittiler. </span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">Ömer,</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Amca, buraya ne zaman gelmek istesem, babam engel oluyor, bana bişey de anlatmıyor. Nedir Allahaşkına bunun gizemi? diye sordu.</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">Niyazi,</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Boşver oğlum. Öğrenmesen daha iyi. Ailemizi ilgilendiren bişey bu. Eski bişey. Üzerinden çok geçmiş. Vardır bir bildiği diyerek yanıtladı. Ömer, etrafı çekerken, kameraya donuk şekilde bakan Didar'ı da görüntüye alıyordu. Sonra, halası onu çağırınca içeri gitti ve kaydı durdurdu.</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">Gece olduğunda, Ömer, görüntülerin tekrarını izliyordu. Şapkasındaki kameranın görüntüleriydi bunlar. Ömer, önce Merve'ye baktı. Uyuduğundan emin olunca, kaydı oynatmaya başladı. Kayıttaki görüntülerde, Didar'ın inanılmaz güzelliğini farketti ve büyülenmiş gibi görüntüleri izlemeye başladı. Bir süre görüntüleri izledikten sonra, Merve'nin uyanmaya başladığını farkedip, kamerayı hemen kapadı.</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">Ertesi gün kahvaltı yaparlarken, Merve de, bahçede geziniyordu. Halası, Ömer'e,</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Bugün Saadet Hanım'lara gideceğim. Merve'yi de götüreyim, herkes gelini çok merak ediyor diyerek, hevesle çayını yudumladı ve ayağa kalkıp, Merve'nin yanına gitti. Beraber bahçeden ayrıldılar. Niyazi, gazetesini aldı ve verandaya gitti. Ömer'in yengesi ise, zaten rahatsız olduğu için odasına çekilmişti. Ömer, koridorun sonunda ona bakmakta olan Didar'ı gördü. Didar, yüzüne uzunca baktıktan sonra, evin arka tarafına doğru gitti. Ömer, tekrar etrafına bakıp, kimsenin görmediğinden emin olunca, hızlıca Didar'ın peşinden gitti. Kapıdan çıkar çıkmaz, karşısında dikilen Niyazi'yi gördü. Adamın gözlerinden ateş çıkıyordu. Ömer'in yakasına yapışıp, Ömer'i duvara yapıştıran Niyazi, </span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Ulan neyin peşindesin sen? Hepimizi bitirirsin, hepimizi! diye tısladı. Ömer, suçluluğun da etkisiyle yarım yamalak bişeyler gevelediyse de, Niyazi, </span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Sus ulan! Sanki bilmiyorum! Geldiğin günden beri bakıp duruyorsun! </span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">Sonra bir anda durdu ve ciddi bir ifadeyle,</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Oğlum hepimizin sonunu getirirsin! dedi bir kez daha. Sonra toparlanarak, </span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Millete ne deriz evladım? dedi. Ömer, adamın tekinsiz hareketlerinden çok korkmuştu. Niyazi gülümseyerek,</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-O kıza baktığını bile görmeyeyim Ömer. Anladın mı evladım? Dedenin anlaşmasını bozarsak, sonuçları ağır olur." Ömer'in başını okşuyordu. Adamın gülümsemesine bakamayan Ömer, küçük çocuk gibi kafasını onaylar gibi sallayabildi sadece. Niyazi gitmişti. Ömer, hırsla kamerayı kapadı.</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">Gece, herkes yattığında, Merve, Ömer'deki durgunluğa anlam veremiyordu: Neyin var senin ya?</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">Ömer, keyifsizce,</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Yok bişeyim. Sen beni merak etme, kendine dikkat et. demekle yetindi. Merve ise, imalı şekilde Ömer'e bakarak, </span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Nasılsa çıkar kokusu deyip, yorganı üzerine örttü ve gözlerini kapadı. Ömer, isteksiz şekilde kalkıp, su içmeye gittiğinde, Didar'ın odasından çıktığını gördü. Didar'ın üzerinde geceliği vardı; hafif esen serin rüzgarla beraber dalgalanan saçları, Ömer'in aklını başından almıştı. Ömer, tuhaf sesler çıkarabildi ancak. Didar, onu biraz izledikten sonra gülümseyerek elini tuttu. Ona garip bir dilde bişeyler söyleyerek, odasına götürüyordu. Ömer'e yavaşça yatağa yatmasını işaret ediyordu. Ömer, yatağa yattı. Didar ise yılan gibi süzülerek geldi ve Ömer'in pijamasını aşağı çekip, Ömer'in üzerine çıktı. Ömer, kendinden geçmiş gibiydi. Loş ışıkta, Didar da bundan hoşnut gibiydi. Bir kaç dakika sonra, kafasını arkaya atan Didar, tekrar kafasını kaldırdığında, Ömer, kızın yüzünün olmadığını farkederek dehşetle irkildi. Didar'ın olmayan suratından bir ağız belirdi ve yine anlaşılmayan o dilde bişeyleri nefretle Ömer'e sayıklayıp, yüzüne eğilerek, gülümsedi. Ömer, hareketsiz kalmıştı. Sonra korkunç şekilde eklemleri kırılmaya ve ters dönmeye başlamıştı. Ömer, korkunç çığlıklar atarken, gömleğine bağlı olan kamera cozurdayarak kapandı. Görülen son görüntü, Didar'ın olmayan yüzünde sırıtan o ağızdı.</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">Kamerayı sakallı bir adam açtı. Yanında köyden bir kaç kişi daha vardı. Jandarma ve ambulans da oradaydı. Sakallı adam, yanına gelen daha genç başka birini çağırarak,</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Tarık, bak hele şuna! Evdekilerin miydi acaba? dedi. Tarık da, kamerayı inceleyerek,</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Olabilir hocam. Çekmiş olabilirler. Vereyim mi jandarmaya? diyerek yanıtladı. Hoca,</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Hayır, hayır, hayır! Sakın! İçinde ne varsa, bunu insanlar görmesin daha iyi </span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">Tarık, korkuyla Hoca'nın yüzüne bakıyordu.</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Hocam, hepsi mi?</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Gebe kadın haricinde hepsi. O şehirli oğlandan çıktı bunlar. Niyazi öyle şey yapmaz.</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Gebe kadın nasıl kurtulmuş peki?</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Saf olana, günahsız olana Allah'ın izniyle hiçbişey olmaz. Anlatılanlar doğruymuş. Anlaşmayı bozmuşlar demek ki.</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Ne anlaşması hocam?</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">- Köyde benden önceki imam bilirmiş. Bana da o anlatmıştı. Bunların dedeleri Medet Bey'in vaktiyle 7-8 tane atı varmış. Bir zaman gelmiş, atlar yorgunluktan çatlamaya başlamış. Medet Bey de şüpheleniyor, gece nöbet bekliyor. Hayvanlar huzursuzlanınca, gidiyor ahıra, ne görsün? Ahırda kara saçlı, korkunç suretli bir kız, atları deliye döndürüyor. Artık nasıl ettiyse, yanındaki iğneyi kıza saplayıveriyor. Kız, o anda Medet Bey'e "Ey ademoğlu, seninle anlaşma yapalım, sen bana dokunma, ben sana ve soyuna dokunmayayım." diyor. Medet Bey de kabul ediyor, diyor ki, "</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Kanımdan olan biri, seninle halvet olursa, özgür kalacaksın. Ama o zamana kadar hizmetçimsin. diyor.</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Sonra?</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">-Sonrası ne oğlum? Şehirli yeğenlerini büyüleyip, halvet olmuş. İntikamı da şiddetli olmuş. Bir gebeye dokunamamış.</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">Tarık kamerayı kapatmıştı.</span></span><br />
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;"><br /></span></span>
<span style="font-family: "Helvetica Neue", Arial, Helvetica, sans-serif;"><span style="font-size: 18px;">Ersin, daha ne kadar ilginç olaylar izleyebileceğini tahmin etmeye çalışarak, önündeki bir diğer kasete gözü ilişti. Kasedin üzerinde silik bir yazı, dikkatini çekmişti: Kasedin üzerinde "İstanbul" kelimesine benzese de başka bir kelime yazıyordu. Loş ışıkta yazıyı seçemeyen Ersin, çakmağını yaktı ve tekrar kasetteki yazıya baktı. Yazıda silik şekilde, "Istranc..." kısmı seçiliyordu. Ersin, kasedi oynatıcıya sürdü...</span></span></div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2468800895546773346.post-72712304398401524892017-05-21T20:46:00.001+03:002017-05-21T20:46:36.325+03:00Kaset 3: Açara<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcsWuut9Y986dK3GE1Nwg5xoLxXsxtqXwKDFWbH76-J6oVlDNum7LGZD0-lR6Euo0FNQdQZax_SxM1Ro7-TeN88PeOPZtntkhw4tC5Fv4xg_ZbDHRwhxPZ1Vl4jluaxtxxv-9f2AUSMOo/s1600/hqdefault.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="261" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcsWuut9Y986dK3GE1Nwg5xoLxXsxtqXwKDFWbH76-J6oVlDNum7LGZD0-lR6Euo0FNQdQZax_SxM1Ro7-TeN88PeOPZtntkhw4tC5Fv4xg_ZbDHRwhxPZ1Vl4jluaxtxxv-9f2AUSMOo/s320/hqdefault.jpg" width="320" /></a></div>
<div class="MsoNoSpacing">
<span style="font-family: "times new roman" , serif; font-size: 13.5pt;">Ersin, elindeki kaseti oynatıcıya tekrar sürdü. Beyaz bir silüet, ekranda
bir müddet göründü ve görüntüler netleşmeye başladı. Oda, yavaş yavaş
televizyon ışığıyla aydınlanmaya başlıyordu...<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">Şişmanca bir çocuk, elindeki kamerayı kendine doğru çevirdi. Bir
arabanın arka koltuğunda oturuyordu. Sessizce kameraya doğru eğilip,<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"-Şu an itibariyle, sezonu açmış bulunuyoruz!" diye
fısıldadı. Yüzündeki ifade, çok büyük bir sırdan bahseden insanların
ifadesiydi. Üzerindeki tişörtün yakasını düzeltirken, yanına nispeten kısa
boylu, tıknaz yapılı bir adam yanına gelip oturdu:<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Mehmet, napıyon la? Hahaha." diyerek kameraya
gülümsedi. Mehmet, kamerayı çevirerek,<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Faruk abi. Kendisi de aile babası. Family Guy yani"
der demez, Faruk, dişlerini göstererek, kameraya pis pis sırıttı. O anda, şöför
kapısı açıldı ve şöför koltuğuna oturan gözlüklü, uzun boylu delikanlı,
heyecanlı bir ses tonuyla,<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Hazır mıyız? Daha Sinan'la Engin'i alıcaz." deyip,
arabayı çalıştırdı. Görüntüler değişti. Üç katlı bir evin bahçesinde, çok
sevimli bir kız çocuğu, kameraya doğru gülücükler atarak ilerliyordu. Çocuğun
arkasından gelen babası, bir anda çocuğu kaldırıp, öpünce, genç bayanın
mutluluğu daha da artmıştı.<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Eğer hemen çıkmayacaksak, gelin birer çay içelim."
dedi arabadakilere. Sonra devam etti;<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Serkan, gelin oturun, çıkarız hemen."<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">Serkan yanıtladı:<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Ya git giyin hadi gel. Elli yere gidicez daha.".
Adam, eve dönerek, ilerledi. Görüntü değiştiğinde, arabanın ön kapısı açıldı.
Serkan,<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- E gelmeseydin Sinan?" diye çıkıştı.<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Patlamayın lan, evli barklı adamız biz. Kumam bile var
oğlum benim!" der demez, Mehmet'le Faruk, kahkahayı basmıştı. Sonraki
görüntülerde, araba, çarşı göbeğindeydi. Araba gitgide yavaşlarken, kamera,
yolun kenarındaki sarışın ince yapılı çocuğa odaklanmıştı. Çocuk, yolun diğer
tarafındaki bir başkasıyla küfürleşiyordu. Serkan kornayı çalınca, çocuk,
arabaya doğru sinirli adımlarla ilerlemeye başladı. Arabaya biner binmez,
herkes, sarışın çocuğun sinirinin kaynağını merak etmekteydi. Çocuk sadece,<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Bırakın amk oğlunu yaa" deyip, küfürlerine devam
etti. Sinan, "-Engin, var mı sıkıntı?" diye sorduğunda, Engin,
"-Yok abi yok, devam et sen" deyip, konuyu kapamıştı. Görüntüler
değiştiğinde, kamera, bir düğün salonunun girişindeki Mercedes AMG'ye odaklanmıştı
bu sefer de. Sigara içen Engin, Mehmet'e,<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Yaa bak böyle şeyler de var" diyerek, arabayı
göstermişti. Sonra, Mehmet, kamerayı salondaki dans pistine çevirdi. Herkesin
keyfi yerindeydi. Mehmet, kaydı durdurdu.<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">Gelen görüntülerde, Serkan, dans pistinde oynuyordu. Ama bunu
yaparken çok aptalca ve komik görünüyordu. Engin, kenardan sırıtarak Serkan'ı
izliyor, arasıra Sinan ve Faruk'la gözgöze geliyordu. Pistte oynayan büyük
kalçalı yaşlı kadın, Serkan'ı kalçasıyla ittirip düşürünce, Engin, gülme krizine
girmişti. Engin, gülerken, (alkolün de etkisiyle) sırtüstü masanın üstüne
düşünce, salondaki müzik kesildi. Herkes gülüyordu. Öyle ki, Ersin bile
oturduğu yerden gülmeye başlamıştı. Sonraki görüntülerde, Sinan, omzunda
arabaya götürdüğü Engin'e bağırıyordu:<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- İlk düğünde, bu kadar içilir mi oğlum?? Geceni hastanede
geçirmek istiyon galiba?"<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">Engin, kendinden geçmiş vaziyette cevapladı:<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Piikaççuu!!"<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">Ersin, yine gülmesini engelleyemedi. Tekrar görüntüler değişmişti.
Başka bir düğündelerdi. Çalan müzikten anlaşıldığı üzere, düğün sahibi aile,
Ordu kökenli idi. Damat da, Sinan ve Faruk'un akrabası ve arkadaşlarıydı. Horon
ve üç ayak konusunda sınır tanımayan Sinan, kendinden geçmiş gibiydi. Engin
kadar olmasa da, birazcık alkol belirtileri kendisinde de görülebiliyordu.
Sıranın başındaki parlak takım elbiseli genç, (muhtemelen damadın kardeşiydi)
alkolün etkisiyle, garip garip hareketler yapmaya başlarken, kameranın vizörü,
yavaş yavaş yan tarafta ayakta duran, abartı abiye elbiseli iki genç kızın
kalçalarını görüntülemeye başladı. Mehmet, bir anda, Engin'in dikilerek pis pis
sırıtışını gördü. Ayılmış gibiydi Engin.<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Oooo kampo, operasyon ha?" diyerek, Mehmet'in yanına
geldi. Mehmet, kaydı tekrar durdurdu.<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">Sonraki görüntülerde, araba, bir köy yoluna giriyordu. Engin,<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Oğlum bak, o mavi elbiseli kevaşe tüm gece gözleriyle
s.kti beni, sen de hala dans mans felan, ohooo" dedi.<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">Serkan da,<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Ya ben zaten pembelinin peşindeyim diyorum!" diye
yanıtladı. "- O kız sana s.ksen vermez Serkan" diye araya girdi Sinan
da. Mehmet de, "- Abi normal şartlar altında kırmızılının g.tü en iyisiydi
ahuaoho ovv" deyince, Engin, kadınsı bir kahkaha attı. Faruk da gülüyordu.
Sinan da onlara katılmıştı. Serkan, iyice yoldan çıkmaya müsait ve alkollü olan
kalabalığın gazını arttırmak için teybe dokundu. Yüksek sesle çalmaya başlayan
oryantal müzik, ekibi gerçekten de havaya sokmuştu. Engin, ilk düğünevinden
aşırdığı havluyu başına dolamış, Fatih Ürek'in yılan dansını yapmaya
çalışıyordu. Sinan ve Faruk da, ellerini şıklatıyorlardı. Serkan ise,
omuzlarını kırıtıyordu. Görüntü değişince, Sinan'ın kafasını camdan çıkarıp
kusması, Mehmet ve Faruk'un +18 anatemalı şakaları, Engin'in kafası
kıyakken Serkan'la selfie çekmeye çalışması kısa kısa görülüyordu. Bu
görüntülerden akabininde, grup, bi başka köy yolundaydı ve Murat'a ulaşmaya
çalışıyorlardı. Serkan, Murat ile konuşmaya çalışıyordu:<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Aloo! Alo Murat, sesim geliyo mu??"<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">Muhtemelen köy yolunda oldukları için, şebeke sorunu yaşıyorlardı.
Sinan, telefonunu eşi çamaşır makinesine attığı için kullanamıyordu ve eşine,
eğer merak ederse, Serkan'ı aramasını tembihlemişti. Mehmet'in telefonu da
tamirdeydi; aynı şekilde ailesine, Serkan'ı aramalarını söylemişti. Faruk ise,
kendi eşiyle yaptığı uzun konuşmalardan dolayı, şarjını tüketmiş, telefonunu
uçak moduna almıştı. Engin ise, düğündeki kızları gizlice kayıt ettiği için
şarjını çabucak bitirivermişti. Konuşmayı hoparlöre alan Serkan, bir sürü tuhaf
cızırtı arasında, Murat'ın yanlış yolda olduklarını ve gittikleri yolun
üzerinde bir dörtyol bulunduğunu duyabilmişti. Murat, pek iyi duyulmasa da,
dörtyoldan sola sapıp devam etmelerini söylemişti. Ya da öyle anlamışlardı.
Lakin, hepsinin dikkatini çeken şey şuydu; cızırtıların tuhaf bir şekli ve
ahengi vardı. Akşam olmuştu. Kamerayı dolunaya tutan Mehmet, Engin ile birlikte
ara ara dolunay ve romantik içerikli iğrenç espriler yapıyordu ve sonrasında
kahkahalarla gülüyorlardı. Faruk ise, tuhaf şekilde gergindi. Yaklaşık yirmi
dakika kadar yolda devam ettikten sonra, Murat'ın bahsettiği dörtyola
gelmişlerdi. Yolun ucu karanlıktı, diğer iki yol ise, komşu köylere ve ilçelere
çıkıyordu. Serkan, müziği kapadı. Faruk, boynundaki kravatı gevşetiyordu.
Ortamın ciddileştiğini gören Engin ve Mehmet de, konuşmamaya başlamışlardı.
Serkan, biraz tedirgin şekilde, dörtyoldan sola saptı. Görüntüler yine değişti.
Grup, ilerlemeye devam ediyordu. Gittikleri yolda, ne bir ışık, ne de bir ev
vardı. Karanlıkta farların aydınlattığı yoldan gayrı görülebilen tek şeyler,
dolunay ve ışıktan yoksunken daha parlak görünmeye başlamış yıldızlardı.
Mehmet, kamerayı yola doğru çevirdiğinde, yolda hareket bişeyler olduğunu
gördü. Biraz korkarak,<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Abi yolda bişeyler var." dedi. Murat'ın tarif ettiği
yoldan saptıklarından beri tek kelime etmeyen grup, bir anda uykudan uyanmış
gibi yola bakmaya başladı. Yolda hareket eden şeyler, büyük ve karanlıktı.
Araba biraz daha yaklaşınca, bunun bir inek sürüsü olduğunu gördüler. Niyeyse,
gruptaki tedirginlik ve kuşku yok olmamıştı. Sürü ağır adımlarla ilerlerken,
aralarında beyaz, ufak tefek bişey gördüler. Serkan, arabayı iyicene
yavaşlatmış, sürünün arasından geçmeye çalışıyordu. Bu beyaz silüetin de,
inekleri güden bir yaşlı kadın olduğunu gördüler. Kadın, ellerini arkasında
kavuşturmuş şekilde, ağır ağır yürümekteydi. Farları farkedince, arkasını
dönmeden, yolun sol tarafına geçti. Araba ve ışıkları, kadının ilgisini
kesinlikle çekmemiş görünüyordu. Tam kadının yanlarından geçerken, kadın, bir
anda olduğu yerde donup kaldı. Sinan ve Faruk, kadının öylece aniden
dikildiğini görmüşlerdi. Mehmet, kamerayı arka tarafa döndürüp, kadının yüzüne
odakladığında, dehşet içinde kadının yüzünün olmadığını farketti ve bağırmaya
başladı. Herkes bir anda dönüp, arkaya baktığında, kadının sırıtarak onlara
baktığını gördüler. Mehmet tekrar kadını çekmeye başladığında, kadının sırıtan
yüzünü gördü. İyice korkmaya başlamışlardı. Sinan, Serkan'a hızlanmasını
söyledi ve çabucak uzaklaştılar. Kadın ve sürüsü de görüşten çıkmışlardı.
Mehmet, kaydı durduracakken, gruba,<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Abi hakkaten yoktu diyorum size" diyordu.<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">Görüntüler geldiğinde, geçtikleri tepenin ardında gördükleri
ışıklar, grubu biraz rahatlatmıştı. Gittikleri düğün, Murat'ın uzaktan bir
akrabasının düğünüydü. Aynı şekilde, Engin'in de akrabasıydı bu düğün
sahipleri. Düğün evinin önüne gelen grup, arabayı park ettikten sonra, avlunun
kapısına doğru yöneldi. Orada, yere kadar uzanan geleneksel Kafkas elbisesiyle,
sarışın, genç bir kız onları karşıladı:<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Hoşgeldiniz" demişti gülerek. Mehmet, kızdan
etkilenmişti. Kamerayı bir kere daha kıza çevirdiğinde, kızın karanlığa boş boş
bakmaya devam ettiğini gördü. Gittikleri ev, iki katlı, eski bir evdi.
Düğündeki herkes, geleneksel Kafkas kıyafeti giyiyordu; erkekler, eski
devirlerin krallarına benziyordu; kızlarsa kuğu gibi avlunun üzerinde adeta
uçuyor gibilerdi. Mehmet, Engin'e eğilerek, "Velkam tu dı friikşoov"
deyince, Engin'le istemsiz gülüşmeye başladılar. Yaşlılarsa, evin önündeki
çardakta oturuyordu, yaşlı kadınlar da, evin önündeydi. Grup, avludan geçerken,
ilginç şekilde herkes, onları dikkatle izlemekteydi. Avlunun ortasında, büyükçe
bir tahtanın yerleştirildiğini gördüler. Serkan, mahcup şekilde gördüklerine
selam veriyordu, diğerleri de onu izliyordu. Serkan, Engin'e doğru eğilip,<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Sizin Abazalar neden böyle yahu?" diyerek gülmeye
başladı. Engin ise, cevap vermedi. İlerlemeye devam ettiler. Evin biraz
uzağındaysa, başka bir ev vardı. Bu ev, komşularına aitti. Mehmet, kalabalığı
çekmeye devam ederken, herkesin onları gözetlemeye devam ettiğini farketti, ve
sırtını döner dönmez, onlara gelen siyah saçlı bir genci farkederek irkildi.
Genç, güleryüzüyle yanlarına gelip,<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Damat ve gelin gelecekler, buyrun, gençler olarak yandaki
evde oturuyoruz, gelin, bize katılın, ne dersiniz?" diye sorunca, Serkan,
Sinan'la gözgöze geldi. Engin, "Alaf varsa, biz de varız!" deyince
herkes gülmeye başladı ve eve doğru yöneldiler. Işıklar, sofralar, insanlar.
Mehmet, bu ilginç düğünü kayda alıyordu. Bazı seslerin haricinde, yanından
geçtiği iki adamın, öğürdüğünü zannedip, kenara seğirtti. Ama öğüren kimse
yoktu. İki adam da, Mehmet'e gözlerini açıp sırıtarak bakıyorlardı. "-
Abhazca mı, geğirme mi belli değil." derken, Mehmet kaydı tekrar durdurdu.<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">Görüntüler geldiğinde, evin içindelerdi. Bir sürü kızlı erkekli
genç, oturmaktaydı. Herkes, evin sahibi tarafından birbirine tanıtıldıktan
sonra, konuşma başlamıştı. Kapıda onları karşılayan kız, Serkan'a kaçamak
bakışlar atmaktaydı. Bir anda ayağa kalkarak, evin önündeki verandaya ilerledi.
Serkan da peşinden gitti. Kamera, uzaktan çekim yapıyordu. Serkan, evin
duvarındaki elektrik saatine bakmaktaydı. Kız da Serkan'a bişeyler tarif ediyor
gibiydi. Kız, biraz gerildi ve öylece dikilmeye başladı. Sonra da, sırtını
döndüğünde, Mehmet'i gördü. Mehmet, arkasını dönüp, gidecekken, kızın tam
üzerine doğru yürüdüğünü gördü. Kamera kapanmıştı.<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">Mehmet, üstü başı kir içinde kalkıp, kamerayı açmıştı.
"-Burada ters bişeyler var!" dedi kameraya. "- Ben ne olduğunu
bilmek bile istemiyorum, Sadece gitmek istiyorum." diyerek, eve doğru
yöneldi. Saate baktığında, yaklaşık olarak bir saattir burada baygın yatıyor
olmalıydı. Hızlıca düğün evine yöneldiğinde, düğün kalabalığının tuhaf bir
dilde, Sinan'ı havaya kaldırıp, evin önüne doğru götürdüklerini görmüştü.
İnsanlar, ellerinde meşaleler de tutuyordu. Sonra, kalabalık, Sinan'ı evin
içine götürmeye devam etti. Sinan'ın yüzünde soğuk ve donuk bir sırıtış
haricinde, tek bir duygu ifadesi bile yoktu. Mehmet, koşaradım komşu evine gittiğindeyse,
Serkan'ı halen daha elektrik saatinin başında aynı hareketleri yaparken buldu.
Onları kapıda karşılayan kız, yanında başka bir kızla Mehmet'i görüp,<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"-Her yerde sizi aradık, neredeydiniz?" demişti
gülümseyerek, Mehmet'i tutmaya çalıştılarsa da, Mehmet, kolunu çekerek,<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"-Bırakın beni! Arkadaşlarımı arıyorum, nerde onlar?"
diye kızlara çıkıştı.<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"-Onlar iyi, hem de çok mutlular, merak etmeyin, Serkan bey
de evdeki arızayla ilgileniyor, sağolsun" dediler. Mehmet, kızları
ittirerek, Serkan'ın yanına gitti;<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Serkan, hadi geç oldu, gidiyoruz!"<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Serkan, hadi!"<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"-Serkan, sana söylüyorum!!"<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">Serkan, yalnızca saate bakıyordu. Ne Mehmet'i, ne de başka bişeyi
duymuyordu. Mehmet, olup biteni anlamaya çalışırken, söylenerek, Serkan'ın
cebinden telefonunu ve arabanın anahtarını aldı. İlk arama kaydında, Murat'ın
numarası vardı ve Murat'ı aradı. Murat, telefonu açtığında;<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Alo, nerde kaldınız ya? Düğün bitti bitecek." dedi
Mehmet'e.<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Biz zaten düğündeyiz!!" diye cevapladı Mehmet.<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Geldiyseniz ben nasıl görmedim sizi? Tarif ettik,
dörtyoldan direk karşıya geçeceksiniz dedik, Serkan efendi neresiyle
dinledi?"<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">Mehmet, Murat'ın bu son cümlesini duyunca telefonu elinden
düşürmüştü. Olduğu yerde öylece kalakalmıştı. Korkudan nabzı yükselmiş, soğuk
soğuk terlemeye başlamıştı. Bacakları titremesine rağmen, bir anda eve doğru
koşmaya başladı. Sinan'ı almışlar, Serkan'ı da "karıştırmışlardı".
Her ne olduysa, gelmeleri gereken "düğün" bu değildi. Mehmet, hızla
evin içine girdi. İlk kattaki odaları hızlıca kontrol edip, Faruk veya Engin'i
bulmaya çalışıyordu. Delirmiş gibiydi. Nefes alışverişi hızlanmış, kilosundan
dolayı terliyordu. Ama kendinden beklenmeyecek şekilde hızlı davranıyordu.
"Başka bir düğündeydi" ve bunun gayet farkındaydı. Aklını yitirmemeye
çalışıyordu. İlk katta kimseyi bulamayınca, üst kata doğru koşarak çıkmaya
başladı. O anda gayriihtiyari şekilde ağzından hırıltıyla dökülen besmeleyi
bitiremeden, evin ışıkları kesildi. Mehmet, olduğu yerde kalakalmıştı. Ödü
kopuyordu. Kameranın gece görüşünü açtığında, aklını yitirecek gibi oldu: Ev,
çok eskiydi, duvarları kabarmış, tahtaları aşınmıştı. Yaklaşık, 1930'lardan
kalma bir evdi ve içinde kimsecikler yoktu. Evin koridorunun sonundan gelen
sesler tanıdıktı. Mehmet, "Faruk! Faruk bu." diyerek, korka korka
sesin geldiği yöne doğru gitti. Ses, bir kapının ardından geliyordu. Mehmet,
kapıyı araladığında, Faruk, "yanındakiyle" konuşmaya devam ediyordu.
Mehmet, bu "yandakini" tanıyamamıştı, sırtı kendisine dönüktü.
"Yandaki", sırtını döndüğünde, Mehmet, geçen ay karısını ve
çocuklarını sebepsizce öldürüp, intihar eden Ufuk'u gördü. "Yandaki",
Ufuk'tu. Bilinmez bir lisanda, Mehmet'e bir sürü şey söyleyen Ufuk, gözden
kaybolunca, odada müthiş bir rüzgar esmeye başladı. Faruk, odada kahkahalar
atıyordu. Mehmet, hemen odadan fırladı. Evden çıkıp, arabanın olduğu yere
koşarken, bişey, uzanıp, Mehmet'i aşağı çekti. Bu Engin'di. Engin, yanında
getirdiği viskiden fazla içmişti; muhtemelen burada olup biten şeylerin
farkında bile değil gibiydi. Mehmet, kameranın gece görüşünü kapattı.<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Kampo, burdan gitmemiz lazım, çabuk!" demişti
korkarak.<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Noldu ya? Ne gördün yine?" diye cevaplamıştı Engin.<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Sadece gidelim, sonra anlatırım, hadi çabuk!" deyince
Engin, yerinden kalktı. Mehmet'in kararlı çıkışı, işe yaramıştı. Arabaya, az
bir mesafe kala, Mehmet, Engin'in kalabalığa doğru koştuğunu gördü. Kalabalık,
Abhaz oyunu oynamaya hazırlanıyordu.<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">"- Dur! O tarafa değil! Geri gel! O tarafa değil, Engin, geri
gel!!"<o:p></o:p></span></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<br /></div>
<div style="margin-bottom: .0001pt; margin: 0cm;">
<span style="font-size: 13.5pt;">Engin duymamıştı. Avluya çıktığı anda, tüm ışıklar söndü ve tüm
"kalabalık", korkunç suretli siyah gölgelere dönüştü. Engin, dehşete
düşerek, geriye doğru koşmaya başladı. Mehmet'e de "Devam et! Sakın durma,
sakın!" diye bağırıyordu. Ormanın içine giren ikili, koşmaya devam
ediyordu. Mehmet, biraz soluk almak için durduğunda, Engin bir anda çalılardan
fırlayarak onu korkutmuştu. Engin de soluklanırken, bir anda bir sürü el ve
kol, Engin'i çalıların arasına kapıp götürmüştü. Mehmet, dönerek tekrar koşmaya
başladı. Açıklık bir alana geldiğinde, karşısında, onları karşılayan kızı
gördü. Kız, Mehmet'e gülümsedi. Yerleri süpüren elbisesini çıkardığında,
Mehmet, kızın ayaklarının ters olduğunu gördü. Kız, Mehmet'e yaklaşırken,
suratı korkunç bir surete giriyordu. Bir anda, Mehmet'i fırlatan kız, bir
müddet Mehmet'in ağacın sivri dalına saplanmasını izledi. Sonra kamera,
Mehmet'in elinden yere düştü. Kamera, ormanı kaydederken beyaz bir silüet, bir
kaç kez görünüp kayboldu ve görüntü kesildi...<o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal">
<br /></div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2468800895546773346.post-15593260236826245512016-12-04T19:08:00.003+03:002018-10-04T20:50:18.648+03:00Kaset 2: İlkler Unutulmaz<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhvhJMKOduwGvGF7YyLIZraq0w3BNrIQTi8p2qfqoyhpdFxP3KUFQOE9uxofVDChX81ws2rwOkzBswisEx8yaMaW_kVLaeoWySzaKGkTY8DxW7gCHYd7Zc-OdDLVquhfwOX31ZdluaZsvw/s1600/hqdefault.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="240" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhvhJMKOduwGvGF7YyLIZraq0w3BNrIQTi8p2qfqoyhpdFxP3KUFQOE9uxofVDChX81ws2rwOkzBswisEx8yaMaW_kVLaeoWySzaKGkTY8DxW7gCHYd7Zc-OdDLVquhfwOX31ZdluaZsvw/s320/hqdefault.jpg" width="320" /></a></div>
Görüntü berraklaştı. Kameraya bakan güleç yüzlü genç, güneşin ısıttığı harika bir yaz gününde, sırt çantasından çıkardığı şapkasına minik kamerasını yerleştirdi. İstediği gibi monte edemeyince, çantasını yere bıraktı. Kamerayı takmaya çalışırken, yüzünün aldığı şekiller çok komikti. Sonunda sırıtmaya başladı ve ayağa kalkıp, şapkayı bir kaç kez daha çevirdi. Sonra yeniden eğilip,<br />
<br />
-Tamam, çalışıyorsun, aferin sana!<br />
<br />
deyip, kepini giydi ve çantasını yerden aldı. Biraz yürüdükten sonra, görüntüler sık sık kesiliyordu: Otoyol kenarında yürürken ona gören şöförlerin kornaları, fındığa gelmiş Kürt yevmiyecilerin el sallamaları, su içmek için kapısını çaldığı evde onu besleyip, doyuran teyze... Hepsini kayda alıyordu.<br />
<br />
"-İşte budur be. Gözünü sevdiğimin memleketi!" deyiverdi. Bir an duraksadı. Çalan telefonun ekranında Esma yazıyordu. Duraksayıp, sinirli bir şekilde telefona cevap verdi:<br />
<br />
"-Efendim Esma?"<br />
"-Ne yapıyorum ya? Herşeyi bombok eden sensin, bi de suçu benim üzerime atıyosun!! Selim şöyle, Selim böyle!! Egoya bak ya!!"<br />
<br />
Sinirleniyordu. Heyecanından ve hırsından sürekli etrafında dönüyor, hep hareket etme ihtiyacı duyuyordu.<br />
<br />
"-Bu saatten sonra, bırak ağzını, götünle de kuş tutsan, yok güzelim. Hadi kapat telefonu, canımı sıkma benim!" deyip, telefonu kapattı. Adımları bir anda sıklaşmaya başlamıştı. Patika bir yola giren Selim, uzun bir müddet yürüdükten sonra, kendine ufak bir dinlenme verip, yolun kenarındaki büyük bir ağacın dibine oturdu. Çantasından bir Snickers çıkarıp, yemeye başladı. Yolun uç kısmında bir traktör sesi duyuldu. Gelen, kırklı yaşlarında bir köylüydü. Köylü, traktörü durdurmuş, Selim'e hayretle bakıyordu. Selim, biraz çekinerek,<br />
<br />
"-Selamın aleyküm dayı. Melen Çayı'na nasıl giderim?" diye sordu köylüye. Köylünün bakışları ok gibiydi, hala merakla bakıyordu Selim'e; ağız kenarıyla,<br />
<br />
"-Aleyküm selam yiğenim" dedi sadece. Gözleri açık buz mavisi rengindeydi. Bakışları donuk ve duygusuzdu; sanki baktığının içini görebiliyormuşçasına bakıyordu. Aniden, sararmış dişlerini göstererek, sırıttı. Tekinsiz bir gülüştü bu.<br />
<br />
"-Çamlıpınar Köyü'nden devam edecen yiğenim." dedi. Ağır ağır oturduğu yerden arkasını dönüp,<br />
<br />
"-Bu yoldan doğruca sapıp, bir buçuk saat kadar yürüyecen. Na, ben de ordan geliyom zaten." Hafifçe eğilerek,<br />
<br />
"-Kolay gele yiğenim" dedi hafifçe. Selim, iyice tedirgin şekilde, "-Saolasın dayı" deyip, elindeki çikolatayı bitirmeden yere fırlattı. Köylünün tavrı, hiç hoşuna gitmemişti...<br />
<br />
Selim, uzun yürüyüşü boyunca, ağaçlarda kovalaşan sincapları, otlayan inekleri ve şırıl şırıl akan dereleri kaydetmişti kamerasına. Hatta keyiflenip, şarkı söylemeye bile başlamıştı. En sonunda, vadilerin arasında kalmış, minik bir köy görünmüştü. Köy, etrafındaki tepelerle çevriliydi. Köye doğru ilerleyen Selim, köyde bulunan çeşmenin başına gelip, kepini çıkardı ve kafasını çeşmenin altındaki suya soktu. Rahatlamıştı. Kepini tekrar giydi. Köyün meydanına doğru ilerleyen Selim, hala kimseyi görememişti; çocukları bile. Köyün kahvesine yaklaşırken, içinde buralardan birilerini bulabilmeyi umuyordu. Kahvenin kapısı aralıktı, içeriden kesik kesik TV sesleri geliyordu. Selim, yavaş adımlarla içeri bir adım attı. TV'nin önünde, ellili yaşlarının ortasında bir adam, tek başına oturuyordu. Kır saçlıydı, uzun yüzlüydü. Giyimi, kırsalda yaşayan biri için fazla moderndi. Adam, Selim'in ayak seslerini duyunca, Selim'e döndü ve,<br />
<br />
"-Oooo buyur delikanlı! Hoşgeldin, buyur otur hele!" diyerek ayağa kalktı. Selim, "-Aleyküm selam dayı, adım Selim. Melen Çayı'na gidiyo..." derken, şapkasını çıkarıp, yan masaya koymuştu. Şapkayı koyduğu yer, çay ocağına bakıyordu. Ocağın yanındaki kırmızı lekeler, izleyenin gözüne hemen çarpıyordu. Sonra, Selim, gelip kaydı durdurdu.<br />
<br />
Görüntü değişti. Selim, bir evdeydi. "Eveet, tamam." diyerek, kayda başladı. Evin avlusuna çıktığında, kahvedeki adamı görüp, yanına gitti. Adam,<br />
<br />
"-Yeğenim, Cahide Hanım sana göz kulak olacak. Burada rahatına bak. Kendi evin gibi. Ne kadar istersen kalabilirsin. Bişey sorcak olursan, benim ev, aha orada. Oturmaya da gel. Yalnız, havalar pek sıcak, gündüzleri pek çıkmayız dışarı. Akşam serinliğinde otururuz. Kime sorsan gösterir, hadi kal sağlıcakla." deyip, gitti. Selim de, "Sağol muhtar abi," diye yanıt verdi. Yandaki ahırdan, kısa boylu, tıknaz yapılı bir kadın, Selim'e doğru geliyordu. Kadın, muhtara kuşkuyla baktı; kendince bişeyler mırıldanıyordu. Sonra, muhtara "tamam" anlamında bir işaret yaptı. Sonra, dönüp, Selim'e gülümsedi:<br />
<br />
"Ne ettin oğlum? Yerleştin mi güzelce?"<br />
"-Yerleştim Cahide Teyze, sağolasın."<br />
"-Gel hadi az doyuralım seni. Açsındır şindi sen."<br />
<br />
Kadın, kendinden beklenmeyecek bir tezcanlılıkla, eve doğru ilerlemeye başladı. Selim, şapkayı çıkardı ve kameraya bakarak,<br />
<br />
"Bu akşam, köy muhtarı sayesinde bu teyzenin evinde konaklayacağım. Burası çok güzel bir köy." dedi gülümseyerek. Kayıt durdu. Görüntü tekrar geldiğinde, Selim, Cahide ile koyu sohbete girmişti.<br />
<br />
Cahide, Selim'e işini-gücünü sorduktan sonra, imalı imalı bakarak sordu:<br />
<br />
"-Var mı bakim sevdiğin biri? Var mı gelin kızımız?" dedi vakur bir ifadeyle. Selim, biraz mahçup,<br />
<br />
"-Yok teyzecim. Vardı, ama olmadı." diye yanıt verdi. Cahide,<br />
<br />
"-Sen hele bir köyümüzün kızlarıyla bir tanış bakalım. Pek güzeldir bizim köyümüzün kızları. Hem asillerdir, hem de tam Çerkezlerdir.<br />
<br />
"-Hayırlısı teyzecim." demekle yetinmişti Selim. Hareketlerinden, köyü daha çok tanımak istediği belli oluyordu. Cahide'ye,<br />
<br />
"-Gündüz kimseleri görmedim. Gündüz herkes tarlaya falan mı gidiyor?" deyince, Cahide, bir an duraksadı. Sonra toplanıp,<br />
<br />
"-Hee. Tarlaya gider çoğu. Bi kısmı da çok sıcak ya, ondan oturur evinde. Gündüz pek kimse çıkmaz dışarı." dedi.<br />
<br />
"-Peki ya muhtar? Onunla pek samimi değilsiniz galiba."<br />
<br />
"-Bırak şindi sen bunları. Bak ne dicem sana. Bu köyde, her sene eğlence yapılır. Herkesler toplanır. Çevrelerden duyan gelir. Çerkez yemekleri, oyunları gırla gider. Köyün kızları da gelcek. Hem seni biriyle tanıştıracam." deyince, Selim, biraz tedirgin oldu:<br />
<br />
"-Ne zaman bu eğlence Cahide Teyze?<br />
<br />
"-Yarın akşam be! Bu gece burda kalcan ya, heh, yarına akşam da kal, sana azcık Çerkezlik öğretelim!"<br />
<br />
Kadın, tüm bunları çok içten söylemişti. Selim de, "-Peki, tamam öyle olsun" demekle yetindi. Selim, masadan kalktı ve "Ben şöyle bir köyü dolanayım Cahide Teyze. Muhtar ağabey ile de bir konuşayım. Bakalım nasılmış buralar?" deyip, teşekkür etti. Kadın, bir anda gözlerini kocaman açarak, Selim'e bakmaya başladı. Neler olduğunu anlamazmış gibi bir ifadeyle bakmaktaydı. Yolda gördüğü traktörlü köylünün bakışlarına çok benziyordu bu bakış; yavaşça, "Git tabi oğlum, git, git..." deyiverdi yavaşça. Kamerada, kadının yüzü, bir anda kuruyup, zayıflamış gibi göründü. Selim, tedirgin şekilde evden hızlıca dışarı çıktı ve görüntü kesildi.<br />
<br />
Görüntüler geldiğinde, Selim, bir evin avlusundaydı. Selim, yüzünü açık olan TV'ye çevirdiğinde, muhtarın dikkatle onu izleyen bakışlarını görmüştü. Kimse konuşmuyordu. Muhtar, Selim'e rahat olup olmadığını sormuştu. O da, başını eğerek teşekkür etmişti. Dolunaylı ve açık bir geceydi. Muhtar, karısına farklı bir dilde bişeyler söyledi, kelimeler boğuk boğuktu ve insanın kulağını tırmalıyordu. karısı da başını eğip, onayladı. Tam o esnada, Melen Çayı'na giden bir grup kampçıdan haber alınamadığı ile ilgili bir haber yayınlanmaya başladı. Muhtar bir anda kafasını çevirmeden,<br />
<br />
"-Toplanıp ne bok yedikleri belli değil, içip içip kendilerinden geçiyolar, sonra böyle ortalıktan kayboluyolar, peh!" deyiverdi. "Kesin bir hayvan saldırmıştır, ya da ayı inine girmişlerdir, günahın biri bin para!!" dedi. Selim, susmuştu. Sonra, evden gelen seslere başını çeviren Selim, inanılmaz güzellikte bir kızın ona doğru gelmekte olduğunu gördü. Muhtar,<br />
<br />
"-Haah! Gel bakalım Fazilet. Misafirimizle tanış. Bugün geldi köyümüze. Bir hoşgeldin de bakalım!" dedi. Kız,<br />
<br />
"-Merhaba hoşgeldiniz." dedi utangaç bir tavırla. Selim de sesi titreyerek, "-Hoşbulduk" diyebildi.<br />
<br />
Muhtar, "-Bize birer çay getir güzel kızım." deyince, kız, koşarak, eve gitti. "Yarın akşama eğlence olacak ya, onun heyecanı." dedi vakur bir tavırla. Selim,<br />
<br />
"-Eğlenceden Cahide Teyze bahsetti biraz. Baya güzel bişeymiş herhalde. Ben de görmeden gitmek istemedim." dedi. Muhtar,<br />
<br />
"-Gitme tabii yahu! Tüm çevre köylerden gelenler olur. Fazla kalabalık olmaz, biz de çok fazla dillendirmeyiz zaten. Biz bize yetiyoruz bu köyde, hehehehe" diyerek güldü. Tam o anda, avludan korkunç bir bağırma sesi duyuldu. Hemen ayaklanan Selim'i ikna etmeye çalıştıysa da, Selim, Muhtar'ı dinlemedi ve sesin geldiği yöne doğru koşarak gittiler. Bir gençti bu. Çocuk, kan revan içindeydi; boynu, göğsüne kadar parçalanmıştı ve boynundan kan fışkırıyordu. Muhtar, eğilip, çocuğun yarasına baktı ve duraksadı. Selim'e dönüp, "Bu o kampçı çocuklardan biriydi herhalde." dedi. Muhtarın karısı, Fazilet ile evden dışarı fırlamışlardı. Tam o esnada, eski bir Mercedes, tozu dumana katarak gelip, avlunun hemen önünde sert bir frenle durdu. Arabadan birkaç adam indi. İçlerinden yaşlıca olanı, Muhtar'a baktı. Muhtar da başıyla "tamam" işareti yaptı. Muhtar, yaralı çocuğu onlara vererek, Selim'e "-Onu hastaneye yetiştirecekler şindi, tasalanma!" dedi. Adamlar, genci arabaya taşırlarken, Selim, çocuk için çok endişelenmişti. Yarası ağırdı. Adamlar, genci arabaya koydukları gibi yine tozu dumana katarak gittiler. Selim, kalakalmıştı.. Bir süre hareket edemediyse de, muhtarın peşinden gitti. Muhtar, karısının yanına gidip, Selim'e bakarak bişeyler söylüyordu. Sonra, Selim'in yanına gelerek,<br />
<br />
"-Ben yatıyorum evlat. Sen burada istediğin kadar otur. Fazilet ile de tanıştınız. Yaşıt sayılırsınız, oturun, muhabbet edin, keyfinize bakın. Hadi kal sağlıcakla." deyip, eve girdi. Muhtar'ın karısı, Selim'e dönüp, "-Bizim ahali, hemencik yetiştirirler yaralı oğlanı hastaneye, dert etme oğlum. Sen yarınki eğlenceyi düşün..." Selim'in gözlerinin içine bakarak konuşuyordu. Selim, ilginç şekilde uykusunun geldiğini hissetti; tam o anda bir bağırış sesi daha duyuldu. Bağırış, yaralı çocuğun sesi gibiydi. Muhtar'ın karısı, konuşmaya devam ediyordu. Ve Selim, uyuyakaldı. Selim'in uyuduğunu gören kadın, gözlerini çay tabağı kadar açarak, Selim'e yaklaştı. Ağzı açılmıştı; dişetleri de sanki çekilmiş gibiydi. Selim'i öpecekmiş gibi yaklaşıyordu ona. Sonra, bir anda kafasını avlunun kapısına doğru çevirdi. Cahide, korkunç bir ifadeyle avlunun kapısında dikiliyordu. Kadın, Cahide ile Muhtar'ın konuştuğu dilde bişeyler konuşup, geri geldi. Kamerayı biraz kurcaladıktan sonra görüntüler kesildi.<br />
<br />
Görüntüler gelmişti. Selim, kameraya bakarak,<br />
<br />
"-Köy havası biraz iyi geldi galiba. Akşama kadar uyumuşum. Ama iyi de oldu. Eğlence başlamak üzere." diyerek güldü. Geçen gece olan biten hakkında hiçbişey bilmiyor gibiydi. Çok neşeliydi; Cahide Teyze'ye sürpriz yapmak için mutfağa doğru sessizce gittiğinde, Cahide'nin tuhaf sesler çıkardığını gördü. Cahide, ufak buzluğun önüne diz çökerek oturmuş, tuhaf sesler çıkarıyordu. Selim, korkarak, "Cahide Teyze?" deyince, kadın, bir anda kasılarak oturduğu yerde vücudunu dikleştirdi. "Seliim... istifra ettim oğlum, git, görme sen, ben de burayı temizleyeyim." deyince, Selim, hemen uzaklaştı ve evin dışına çıktı. Köy meydanında ışıklar kurulmuştu. Selim, kaydı yine durdurdu.<br />
<br />
Kayıt başladığında, Selim, sakin bir kalabalığın içindeydi. Çerkez oyunu oynanıyor, herkes el çırparak eşlik ediyordu. Oynayan kız ve çocuk donuk bir yüz ifadesi takınmışlardı. Oyun bitti ve Selim dahil olmak üzere herkes alkışladı. Muhtarın yanında oturan Selim, gelen misafirlerle de tanışmış, diyalog kurmuştu. Karşı tarafta oturan Cahide Teyze'yi farketti bir an. Eliyle, "Gel buraya" işareti yapıyordu. Selim, yanına gittiğinde,<br />
<br />
"-Gel hele güzel oğlum gel! Zaten tanışmışsınız, Fazilet de burada bak!" deyip, kızı işaret etti. Kız, Selim'i görünce utanıp, önüne bakmaya başladı. Selim,<br />
<br />
"-Merhaba."<br />
"-Merhaba."<br />
"-Geçen akşam pek konuşamadık. Nasılsın?<br />
"-Teşekkür ederim. Siz?"<br />
"-Bırak sizli bizli konuşmayı. Artık birbirimizi tanıyoruz nasılsa."<br />
"-Haklısın."<br />
"-Oyun ne kadar güzel değil mi?"<br />
"-Ben artık izlemekten bıktım aslında. Buradaki kalabalığı seviyorum. Sıkıldım ama."<br />
"-İstersen biraz yürüyelim?"<br />
"-Çok iyi olur gerçekten!"<br />
<br />
Ayrılırlarken, Cahide, Fazilet'e "tamam" anlamında sinsi bir bakış attı. Selim, kendi kendine gülmüştü. Selim, kıza elini uzattı. Kız, Selim'in elini tutarken,<br />
<br />
"-Ama çok uzaklaşmayalım. Eğlenceden sonra törenimiz olur."<br />
"-Ne töreni?"<br />
"-Ataları anmak için bir çeşit tören. Sonra herkes tıka basa yer. Misafirler de katılacak tabii."<br />
"-Hahaha. Merak ettim gerçekten. Ya bu oyunda sürekli parmak ucun..."<br />
<br />
Selim, şapkasını çıkarıp, kaydı durdurmuştu. Görüntüler tekrar geldiğinde, Selim ve Fazilet artık köye doğru dönüyorlardı. Selim şaşkındı;<br />
<br />
"-Şey, gerçekten hiç yapmadın mı?"<br />
"-Hayır." Sesi titreyerek cevap vermişti.<br />
"-Çok ilginç gerçekten. Neden peki? Rahatsız mısın? Ya da bi sağlık problemin mi var?"<br />
"-Hayır, ondan değil. Sadece ilkimin özel olmasını istiyorum. Özel bir insanla."<br />
"-Seninle evlenecek kişi çok şanslı o zaman. Var mı peki biri?"<br />
"-Galiba var." dedi. Sözünü bitirmesiyle birlikte, acı ve inleme sesleri yankılandı. Panikleyen Selim'i durduran, Fazilet'ti. Fazilet, hiçbişey söylemeden, Selim'in dudaklarına yapışmıştı. Bunu beklemeyen Selim, sesleri unutarak, kendini Fazilet'e bırakmıştı. Elbisesini çıkaran Fazilet, Selim'i hırpalayarak soyuyordu. Selim ise, kesinlikle karşılık vermiyordu. Selim, şapkayı çıkarmak isteyen Fazilet'e engel oldu:<br />
<br />
"-Bu bir hatıra olarak kalacak!" dedi ve öpüşmeye devam ettiler. Fazilet, Selim'in üzerine çıkmıştı. Selim, Fazilet'in yaşına göre büyümüş olan göğüslerini görebiliyordu. Nefes nefese kalmışlardı. Selim,<br />
<br />
"-Emin misin?" diye sordu.<br />
"-Evet, hem de çok eminim!" diye yanıt verdi Fazilet.<br />
"-Ama daha önce yapmadığını söylemiştin. Bir anda böyle..." derken, Fazilet'in yüzünün değiştiğini farketti. Fazilet'in gözleri simsiyah olmuş, benzi soluklaşmış ve dişleri uzayıp, ağzından dışarı çıkmıştı.<br />
<br />
"-Evet, daha önce hiç yapmadım!" derken boğuk bir ses çıkmıştı ağzından Fazilet'in. "-Sen ilk olacaksın!" diyerek, Selim'in boğazına yapıştı. Selim, korkunç bir çığlıkla bağırıyordu, ama dehşetinden hareketsiz kalakalmıştı. Uzandıkları ağaç, kıpkırmızı olmuştu; Selim, Fazilet'i tüm kuvvetiyle iterek, köye doğru kaçmaya başladı. Görüntüler, cızırdamaya başlıyordu. Koşarak köy meydanına gelen Selim, gördükleri karşısında aklını yitirmişti adeta: Tüm köy halkı, Fazilet'in dönüştüğü şekilsiz nursuz yaratıklara dönüşmüş ve hepsi gelen misafirlere saldırmış, hepsinin iliğini kemiğini kurutana kadar kanlarını içmişlerdi. Köy meydanında, kollar, bacaklar, bağırsaklar ve kafalar etrafa saçılmıştı. Selim, dizleri üzerine çöküp kaldı. Arkasından hızlıca ona vuran şeyi ilk anda farkedemedi. Sırtını döndüğünde, gelen Fazilet'ti. Görüntüler, artık hem cızırdıyor, hem de kesik kesik geliyordu. Fazilet,<br />
<br />
"-Daha işimiz bitmedi!" diye bağırarak, Selim'in vücudunu ikiye bölüp, bağırsaklarını dışarı çıkardı. Sonra, tam kalbinin üstünü yalayıp, boynuna saldırdı. Kameranın üstü, Selim'in kanıyla ıslanmıştı. Selim'in şuursuz çığlıkları ormanda yankılanıyordu. Ve bir anda kayıt bitti.<br />
<br />
Ersin, büsbütün gördüklerinden iğrenmişti. Bu tip varlıkların fantastik-bilimkurgu filmlerinde olduğunu sanmıştı hep. Bu görüntülere göre, hepsi gerçeklerdi. Ersin'in şaşkınlığı artıyordu. Bir başka kaseti daha oynatıcıya sürdü. Görüntüler yine açılıyordu...<br />
<br />Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2468800895546773346.post-14869772174347419872016-12-04T19:08:00.000+03:002016-12-04T19:08:02.070+03:00Kaset 1: Uzun Yolculuk<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhbOFR1HT_nSi6tTjDib5SvxY49klNvbcGv7gl-hhx4d8yFX615xMWzZTuxxbDGmxU3gMX7br9m4kGjUycr6-1xT3n8UxOoT8W7x3_v-Zu_Kr4uD3vlnBiBaj1__GCmURGhM9ulW_sMbcU/s1600/1.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="212" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhbOFR1HT_nSi6tTjDib5SvxY49klNvbcGv7gl-hhx4d8yFX615xMWzZTuxxbDGmxU3gMX7br9m4kGjUycr6-1xT3n8UxOoT8W7x3_v-Zu_Kr4uD3vlnBiBaj1__GCmURGhM9ulW_sMbcU/s320/1.jpg" width="320" /></a></div>
Sinan, kamerayı açtı. "Nasıl bişey bu ya?" diyerek kameraya daha yakından baktı. Kerem, "Ver bi bakayım, nasılmış?" deyip, gözlüğü incelemeye başladı. Giyilebilir teknolojinin yaygınlaşmaya başladığı günlerde, kameralı gözlük, oldukça sıradışı bir şeydi. "Hah, bak yanındaki minik düğmeden kaydı başlatıp, bitirebiliyosun." dedi Kerem, Sinan'a. Sinan, "Baya güzel bişeye benziyo bu ya!" deyip, gözlüğü taktı. Burası, sanayicilerin "fakirhane" diye adlandırdığı türden bir garajdı. İçerideki gözalıcı Harley'lerin mağrur duruşu, görülmeye değerdi. Normalin dışında, bu garajda arabesk müzik yerine, country rock müzik çalmaktaydı. Garajın sahibi Nusret Usta'nın olmadığı o boşluk anında, Kerem, flash diskini müzik çalara takmıştı ve tüm garaj, Stone Temple Pilots şarkısıyla yankılanıyordu. "Geçen toplantıda Asude'nin telefonundan dinlemiştim, güzel grupmuş." dedi Kerem. Sinan da "Asude'de de ne sağlam göt var ha!" diye cevaplayınca, iki genç adam, yüksek sesle gülmeye başladılar. Görüntü değişti. Nusret Usta gelmişti, Harley'ler de yola çıkmaya hazırdı. Kerem ve Sinan, Nusret Usta'yla vedalaşıp, yola koyuldular. Yanlarındaki haritadan ve konuşmalarından motor sevdalısı bu iki gencin Batı Karadeniz tarafına doğru ufak bir "kaçamak" yapmak niyetleri vardı. Gebze'de üstlerindeki tuhaf bakışları, İzmit'teki trafik kornalarını, onlara geçiş izni veren trafik polisinin güleç tavırları; hepsi Sinan'ın gözlüklü kamerasındaydı. Kerem'in aptalca hareketleri de buna dahildi. Görüntü değişmişti. Akşam çökmüştü; bişeyler yemek için Akyazı sapağı üzerindeki köhne lokantalardan birindeydiler. Televizyonda, A Milli Takım'ın, EURO 2012'deki başarısızlıkları yerden yere vurulmaktaydı. Tüm kanallarda Milli Takım konuşuluyordu. Gözlük, bu sefer Kerem'deydi. Sinan, TV'ye bakıp, "Bu ne abi yaa?" dedi ve başı kapalı genç garson kızdan, kanalı değiştirmesini rica etti. Kız, güleryüzle onaylayıp, kanalı değiştirdi. Kanalın değişmesi, lokantanın müdavimleri arasında pek hoş karşılanmamıştı. Görüntü yine değişti. Garson kız, Sinan ve Kerem'le muhabbeti ilerletmişti. Sinan'ın tuhaf dövmeleri, kızın çok ilgisini çekmişti. Kerem, kıza, otoyola çıkmak istediklerini ve nasıl gidebileceklerini sordu. Kız, "Geri dönceniz. Ama baya bi gitceniz. Hani YAMATO fabrikasını geçince bi dönemeç çıkıyo ya?". Kerem'in bu sözlere canı sıkılmıştı: "Kavşağı diyo olum bu. Gidersek kafadan yarım saatimiz gider, öff be abi!" diye hayıflandı. Kız, bu sefer de, "Bi yol daha var. Felekli'den geçer. Ama siz boşverin o yolu." dedi. Kızın yüzünde bir tedirginlik oluşmuştu. Lokanta sahibi olan yaşlı ve sakallı hacının da, kızın, gençlerle konuşmasından rahatsızlık duyduğu görülüyordu. Bakışları, Sinan ve Kerem'in üzerindeydi. Kerem, "Ya kusura bakma, çok özür dilerim, ismin neydi?" diye sorunca, kız gülerek, "Emine" dedi. Kızın yüzündeki gülümsemeden saniyeler sonra, sakallı, yaşlı adam, "Utanmıyonuz mu lan kızla fingirdeşmeye, it herifler!" diye bağırmaya başladı. Lokantadaki herkes, ayaklanmıştı. Küfürler havada uçuşurken, Sinan, "Bakın yanlış anladınız, niyetimiz kö..." diyemeden, bıyıklı gençlerden biri, yumruğu Sinan'a yapıştırmıştı. Kerem de, suratında patlayan tokatla, görüntüleri kaydettiği gözlüğünü düşürmüştü. Görüntüler yine değişti. Sinan ve Kerem, yaka paça, sille tokat dışarı atılmışlardı. İri yarı, esmer bir adam, Sinan'ı küpesinden sürüklüyordu. İkili, kalkıp kendilerine çeki düzen verirken, lokantanın arka tarafına kaçmış olan Emine, koşup, yanlarına geldi ve sadece Kerem'e doğru eğilip, "Gitmeyin o yoldan! Sadece gitmeyin. O yolda pek iyi şeyler yok!" dedi ve koşarak lokantaya geri döndü. Sersemleyen ve iyice panikleyen ikili, birbirlerine bakmaya başladılar. Görüntü tekrar değişti. Yola çıkmışlardı, akıllı gözlük de arızalanmamıştı. Artık, yedikleri lokantanın ve yolun tüm ışıkları gözden kaybolmuştu. Birbirleriyle konuşmadan gitmeye devam ettiler. Ne bir ev, ne de bir araba gördüler. En sonunda, bir yol ayrımına gelmişlerdi. Eski bir tabela vardı. Öyle eskimişti ki, yazıları çok zor okunabiliyordu. Dikkatli baktıklarında, sağ tarafa giden yol, Karapürçek'e gidiyordu. Kerem, "Burdan gidersek, gittiğimiz yolu döneriz." dedi. Sol tarafa giden yol ise, Felekli'ye gidiyordu. Bu yol, Emine'nin bahsettiği yoldu. Sinan, "Kızın dediği yol burası galiba." dedi. Kerem de "Tahminen on dakika sonra otoyola varırız herhalde." diyerek yanıtladı. Sinan, "Oğlum, kız gitmeyin falan dedi lan, emin misin?" dedi. "İnandın yani kıza. Hem neymiş o 'iyi' olmayan şey? Cin mi, peri mi, vampir mi? Böyle hurafeleri o sakallı yobazlardan duymuştur lan o kız! Senin ben delikanlılığını s....m, hahahahah." diye yanıt verdi Kerem. Sinan, huzursuzlanmıştı. Söylenerek, motoruna bindi ve tekrar yola koyuldular. Gittikleri yolda kuş sesleri bile yoktu artık. Sadece motorlarının seslerini duyuyorlardı. Bir de önlerindeki karanlığı görüyorlardı sadece. Kerem de huzursuzlanmıştı. Endişeli bir sesle, "Off" der demez, kamerası cızırdamaya başladı. Bir kaç saniye sonra, müthiş bir ışık patlaması oldu. Görüntüler, kesik kesik geliyordu. Kerem, kalktı ve gözlüğünü takıp, hemen Sinan'ın yanına koştu. Sinan, çok korkmuştu. Yaşadıkları büyük korku hariç, iyi durumdalardı. Ama motorları ciddi hasar almıştı. Çalılara fırlayan motorları çalıştırmayı denediler, ama bu bakımlı Harley'lerden ses bile gelmemişti. Sinan, küfretti. Bir çeşit sinir krizi geçiriyordu: "A....a k.....m, o kız bişeyler biliyodu Kerem! O ışık patlaması falan. Neydi lan o? Neredeyiz oğlum biz?!" diyordu. Kerem de, Sinan'ı yatıştırmaya çalışıyordu: "Bilmiyorum abicim, ben de bilmiyorum, ama tek bildiğim, buradan gitmemiz lazım, ama motorlar çalışmıyor, hay lanet!"<br />
<br />
İşlerine gelmese de, motorları saklayıp, tamirci bulacaklar ve geri döneceklerdi. Kaynağı belirsiz ışık patlaması, onları çok korkutmuştu. Öyle ki, duydukları korku, fanatiklik halini almış motor tutkularına baskın gelmişti. Çaresiz, yürümeye başladılar. Kerem, kaydı durdurmuştu.<br />
<br />
Kayıt, tekrar başlamıştı. Hala yürüyorlardı. Yaklaşık, bir veya bir buçuk saattir yürümekteydiler. Tedirginlerdi, korkuyorlardı ve üşümüşlerdi. Telefonları da sinyal almıyordu. Önlerindeki tepeyi geçtikten sonra, geniş bahçeli bir ev gördüler. Evi görünce, ikisinin de yüreğine su serpilmişti. Kerem, "Telefon açıp, tamirci bulduktan sonra, s...r olup gidelim şurdan!" diye bağırdı ve adımlarını sıklaştırdılar. Ev, iki katlı bir evdi. Merdivenleri içerideydi. Görece iyi bir ev bile sayılırdı. Evin ışıkları yanmıyordu. Sinan, yine de kapıyı iki kere vurdu: Tak! tak! Kerem de etrafı kolaçan ediyordu. Kapı açılmamıştı. Sinan, daha kararlı şekilde kapıyı tekrar çaldı. Kapı yine açılmamıştı. Tam umutlarını keseceklerken, evin kapısı, ince bir gıcırtıyla aralandı. Sinan, tüm beyefendiliğini takınarak, "Ee, iyi akşamlar. bu saatte sizi de rahatsız ettik, kusura bakmayın. Motorlarımız bozuldu da, acaba telefonunuzu kullanabilir miyiz?" diye sordu. Kapıdaki gözler, endişesini kaybetmeden, biraz düşündü. Sonra, ürkekçe kapıyı açtı: Kapıdaki, ay gibi beyaz tenli, gece karası saçlara sahip, basma etekli, güzeller güzeli bir kızdı. Sinan ve Kerem, kızı gördüklerinde öyle etkilenmişlerdi ki, bir kaç adım geriye sendelediler. Kız, hiç bir şey söylemeden kapı eşiğinden çekildi. Bu bir davetti. Sinan, şaşırarak, "Gece vakti rahatsızlık vermeyelim" diye ürkekçe reddetse de, kız, "buyrun" der gibi kafasını eğdi ve gençleri içeri davet etti...<br />
<br />
Sinan ve Kerem, kızın güzelliğine bakmaktan, evin içine dikkat edememişlerdi bile. Ev, karanlıktı. Büyükçe bir odada yanan iki gaz lambası, evin içine loş bir ışık veriyordu. Gençler, önlerindeki kanepeye yanyana oturdular. Kız ise, ayakta mahçup şekilde dikilmiş, yere bakmaktaydı. Kerem, "Evin reisi evde değil galiba." dedi. Kız, cevap vermedi. Sinan ise, "Pardon, lavaboyu kullanabilir miyim acaba?" diye sorunca, kız, konuşmadan ilerledi. Sinan da kızı takip etti. Kerem, loş odada, duvardaki resimlere göz gezdirmeye başladı. Resimler, eskiydi. Bir resimde, toplu halde çekilmiş eski bir aile fotoğrafı vardı. Onları karşılayan kız da, muhtemelen bu resimdeki küçük bebeklerden biriydi. Yandaki büyük resim ise, daha eskiydi. Beş tane silahlı adam vardı bu resimde; azılı eşkıyalara benziyordu bu adamlar. Ortadaki vakur duruşlu olan adamın bakışlarını, Kerem, adeta yüreğinde hissetti. Resimdeki adam, çok canlı bakmaktaydı. Tam o anda esen rüzgarla gıcırdayan pencerenin sesi, Kerem'i yerinden zıplattı. Yaklaşan fırtınanın gökgürültüleri duyulmaktaydı. Yağmur da çiseliyordu. Sinan ve kız, dönmüşlerdi. Sinan, kıza, "Babanız veya abiniz burda mı? Buradalarsa, onlarla da tanışmak isteriz, malum, gece geç vakit." dedi. Kız, delikanlılara baktı ve sehpanın üzerinde duran kağıt-kalemi alıp, bişeyler yazmaya başladı. Sinan ve Kerem, şaşırmışlardı. Kız, kağıdı Kerem'e verdi. "Demek baban burda değil. Abin de yok?" dedi Kerem. Kız, başını eğerek onayladı. "Peki adın ne? Konuşamıyor musun?" diye sordu Kerem. Kız, yine kağıdı alıp, yazdı ve Kerem'e verdi. Kerem, Sinan'a dönerek, "İsmi Gülizar'mış. Dilsizmiş." dedi. Daha sonra, Gülizar, evde telefonun günlerdir çalışmadığını ve elektriklerin olmadığını söyledi. Babasının da ava gittiğini, ne zaman döneceğini bilmediğini yazmıştı. Annesinin evi terk ettiğini de eklemişti. Fırtına başlamıştı. Gençler, evden ayrılmak üzere kalktıklarında, Gülizar, önlerine geçip, onları durdurdu. Akıllı gözlük, arada bir cızırtı yapıyordu. Gülizar, koşup, yorgan getirmişti; gençlere, geceyi burada geçirebileceklerini söylüyordu. Sinan ve Kerem, kalmak istemiyorlardı; ama dışarıdaki fırtına çok kötüydü. Çaresiz, Gülizar'ın teklifini kabul etmek zorunda kaldılar.<br />
<br />
Görüntü değişmişti. Gülizar, Kerem ve Sinan'a evde ayrı odalar hazırlamıştı. Kerem de kendi odasında yeniden kayda başlamıştı. Odada tek bir gaz lambası vardı. Ama odayı asıl aydınlatan, birbiri ardına çakan şimşeklerdi. Kerem, telefonuna tekrar baktığında, telefonun hala çekmediğini gördü ve küfürü bastı. Yatağının yanındaki komodinin üzerinde duran bir müzik kutusu, Kerem'in dikkatini çekmişti. Kutuda, ufak bir gelin ve damat figürü vardı. Kutuyu çalıştırmayı denedi; ama çalışmayınca, tekrar yerine geri koyup, yatağa oturdu. Yağmur, pencereye çok hızlı vuruyor, eskimiş pencereyi zorluyordu. Tam o anda, odasının kapısı yavaşça gıcırdayarak açıldı. Gelen, Gülizar'dı. Kerem'e sürahi ve bardak getirmişti. Elindekileri bırakıp, yatağa, Kerem'in tam yanına oturdu. Yüzünde tuhaf bir utangaçlık vardı. Kerem'e, saçlarının altından kaçamak gülücükler atıyordu. Fırtına, çok şiddetli hale gelmişti. Çakan şimşeklerin ardı arkası kesilmiyordu. Kerem, "Gerçekten çok tuhaf bi kızsın!" dedi gülerek. Gülizar da, Kerem'in gözlerinin içine bakarak gülümsedi. Birbirlerine dikkatle bakıyorlardı. Kerem, gözlüğü çıkarıp, yatağa koydu. Karşı konulmaz bir güç, Kerem'i Gülizar'a doğru çekiyordu. Kızın kocaman masmavi gözleri, Kerem'in aklını başından alıyordu. Ok yaydan çıkmıştı artık. Bir anda öpüşmeye başlamışlardı. Kerem, o anda müzik kutusunun çalıştığını farketti. Kutudaki gelin ve damat figürü, müziğe göre dans ediyorlardı. Kerem, tüm bunlara anlam veremeden, aşağıdan duyulan korkunç bir sesle irkildi: "Nerdesin kız, küçük orospuu!"<br />
<br />
Kerem, hemen gözlüğü taktı. Gülizar da çok korkmuştu. Suçluluk dolu bir bakışla, kalakalmıştı. Kerem, Gülizar'a, "Kim bu Gülizar?" diye sordu yutkunarak. Gülizar, cevap vermedi. Korkunç ses, tekrar duyuldu: "Çık ulan ortaya! Adi orospuu! Çıık!" Kerem, olanlara anlam vermeye çalışıyordu. Sinan da ortalıkta yoktu. Tüm bunları nasıl duymazdı! Kerem, tekrar sordu: "Gülizar, kim bu adam? Senden ne istiyor?" Sorusunu bitirir bitirmez, evin kapısı, çok güçlü bir el tarafından vurulmaya başlandı. Gülizar, cama doğru gitti. Camın buğusuna yazdığı şey, korkunçtu: "Hayaletler." Kerem, aklını yitirmenin eşiğindeydi. Evin kapısı, hala vuruluyordu. "Aşağıdaki" ise, lanetler okumaya devam ediyordu.<br />
<br />
Kerem, koşarak, Sinan'ın bulunduğu odaya gittiğinde ise, Sinan'ın çığlıkları duyuluyordu. Odanın duvarlarından uzanan kollar, Sinan'ı hareketsiz bırakmıştı. Sinan, "Yardım et Kerem!" diye bağırsa da, artık çok geçti. Sinan'ı kavrayan sayısız kol ve el, Sinan'ı bir anda parçalarına ayırmıştı. Oda, kan gölüne dönmüştü. Çığlık atan Kerem, odasına geri dönüp, kapıyı kapattı. Gülizar, hala camın kenarındaydı. Fırtına, normalden daha şiddetlenmişti. Kerem, Gülizar'ın yanına gelip, camdan aşağı baktı. Çakan şimşeğin ışığında, beş tane bembeyaz suretin, kırmızı gözlerini kendisine dikerek baktığını görünce, Kerem'in içini yılgınlık ve delilik kaplamıştı. Kafasını çevirdiğinde, güzeller güzeli Gülizar'ın, korkunç bir çığlıkla, dehşet verici, beyaz bir dumana dönüştüğünü gördü. Koşarak odadan çıktı. Merdivenleri inerken dengesini kaybedip, yere düştü. Gözlük de, gözünden çıkmıştı. Sürünerek kapıya ilerlerken, kapı açıldı. Nefes nefese kalmış Kerem'in üzerine aniden, görünmeyen bir kaç "el" in vurduğu balta darbeleri indi. Kerem'in korkunç çığlıkları sürerken, görüntüler kesik kesik gelmeye başladı ve ekran tekrar karlı haline döndü...<br />
<br />
Ersin, oturduğu yerde kalakalmıştı. İzlediği görüntünün gerçek mi, montaj mı olduğunu bilebilecek kadar işine ve sanatına hakimdi. Ve gördükleri, kesinlikle montaj değildi! Bunu bilmek, Ersin'in sinirlerini daha çok geriyordu. Şaşkınlıkla "eject" düğmesine bastı, diğer bir kaseti oynatıcıya sürdü ve bir de sigara yaktı. TV'nin ekranı yine berraklaşıyordu...Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2468800895546773346.post-34568414792416752722016-12-04T19:06:00.003+03:002016-12-04T19:07:26.717+03:00Gecenin Karanlığında [YENİ ÖYKÜ SERİSİ]<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
</div>
<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg6aHLBYjREGGYiHIbiWILnDT1-y_uy22x3Q2L7hFP3UUEDIJPWXhNbcTPLbuLTyiYY4p10HcZGJRRz0xidou6WFPPSWbAlpld-S1jKOKF_SzxzhdmTm6xrN130jy6ggoMlENnCIOVPhEw/s1600/maxresdefault.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="180" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg6aHLBYjREGGYiHIbiWILnDT1-y_uy22x3Q2L7hFP3UUEDIJPWXhNbcTPLbuLTyiYY4p10HcZGJRRz0xidou6WFPPSWbAlpld-S1jKOKF_SzxzhdmTm6xrN130jy6ggoMlENnCIOVPhEw/s320/maxresdefault.jpg" width="320" /></a></div>
Kısmet oldu ve sonunda antolojik korku öykü dizime başladım, beğenip, seviceğinizi düşünüyorum sevgili okuyan, devamı da gelecek inşallah efendim, buyursunlar...<br />
<br />
-BU YAZIDAKİ KARAKTERLERİN HEPSİ HAYAL ÜRÜNÜDÜR-<br />
<br />
Gecenin ilerleyen saatlerinde, ormanın içinden geçen yolun sessizliği, tiz bir motor sesiyle bozuldu: Temiz ve bakımlı bir Murat 131, korkuya kapılmış sürücüsünün hızlı gitme isteğine avaz avaz bağırarak yanıt veriyordu. Şöför koltuğundaki Ersin, peşindeki sarıklı ve cübbeli adamlardan kaçmaktaydı. Lakin, sarıklı adamların kullandığı Cherokee'nin vazgeçmeye niyeti yoktu. Ersin, o an, bu işi neden kabul ettiğini hayıflanarak kendisine sordu. Doğru ya! Heyecanı ve aksiyonu boldu, hem parası da iyiydi. Ersin, Radyo-TV mezunu bir gençti. Kanallarda stajyerlik yapmıştı, yine de dikiş tutturamamıştı. Daha sonra çalıştığı yerel gazetenin sahibi olan Adnan Abi'si, onu, bölgede haber değeri taşıyabilecek olayları fotoğraflayıp, kaydetmesi için işe almıştı. Lakin, Adnan'ın asıl amacı bu değildi: Savcılar, avukatlar, komiserler ve yerel zenginler. Hepsinin kirli çamaşırları vardı; Hendek de oldukça küçük bir yerdi. Böyle önemli kişilerin afişe olması, bu kişilerin sonunun gelmesi demekti. Komiser Erdal'ın karakolda Karasu'dan getirttiği orospularla alem yaptığını halk bilse, Erdal'ın hali nice olurdu? Hendek Çarşısı'nın yarısına sahip olan Kuruyemişçi Salim'in her gece eroine takılıp, vücudunu kesmesi duyulsa, esnaf tüm dükkanlarını ateşe bile verirdi. Ama hiçbiri, Karaağaç köyünün sayılan ve sevilen imamı Ragıp Efendi'nin evine getirip, ırzına geçtiği küçücük oğlanlar kadar can yakmazdı elbet. İmam, en iğrenç ve şehvet dolu anında penceresinin kenarında beliren minik noktayı ilk önce böcek sanmıştı. Sonrasında, dikkat kesilip, baktığında, tüm iğrenç ve sapkın işlerinin kayda alındığını anlamıştı. Ersin, ağaçtan atlarken, korkusundan az kalsın boynu üstüne düşecekti. Sona anda can havliyle sıkıca tuttuğu dal sayesinde yaralanmamıştı. Arabasına atladığı gibi gaza yüklendi. Bir müddet sonra arkasından hızlıca onu takip eden cipi gördü. Cipin içinde, uzun sakallı, nursuz adamlar vardı...<br />
<br />
Kovalamaca, köyün çıkışına kadar devam etti. Ersin, anayola girmek yerine, ormanlık yoldan gitmeyi sürdürdü. İki el silah sesi duydu Ersin: Biri arka camına isabet etmiş, öbürü de bagaja gelmişti. Ersin, polis çağırmayı düşündü; ama sonra polislerin de Ragıp Efendi gibi sadık müritler olduğunu hatırladı: Ragıp Efendi, ülkede "Asi Hoca" lakaplı bir başka hocanın müridiydi. Asıl adı Ekber İsyancı idi; ama soyadından ötürü, takipçileri ona "Asi Hoca" diyordu. Hükümet kanadındaki muhalif siyasetçilerle atışması ve uzun, şaşaalı sohbet meclisleriyle tanınıyordu. Kaynağı bilinmese de, çok güçlü bir durumdaydı.<br />
<br />
Ersin, aniden direksiyonu sola kırdı ve yokuş yukarı giden bir yola saptı. Yokuşun sonunda, sağa döndü. Girdiği yol, ormana doğru devam ediyordu; evler seyrekleşmişti. Cip ise ısrarlıydı. Güçlü farları, Ersin'in dikiz aynasına vuruyordu. Ersin, tamamen göz yordamıyla ve az buçuk şöförlük içgüdüleriyle yolunu bulabiliyordu. Önüne bir köprü çıkmıştı Ersin'in. Yol da bayır aşağı inmekteydi. Ersin, bu bayırı hızlı inebilirse, sarıklı adamları atlatabileceğini düşündü; aracı hafifti, manevra kabiliyeti daha iyiydi. Parlayan dolunayla birlikte, cipin uzun farları, Ersin'in gözlerini iyice almıştı. Aşağı doğru inerken, gaza yüklendi. Ve görme kaybıyla beraber, yaşadığı panikle, yolun sağa doğru gittiğini göremedi. Gecenin karanlığında bir gümbürtü duyuldu...<br />
<br />
Ersin, gözlerini açtığında, büyükçe bir ağaca çarptığını gördü. Ağzı, yüzü kan içindeydi. Yüzündeki ve vücudundaki sıyrıklar derindi. Arabasının ön kısmı hurdaya dönmüştü. Ersin, seğirterek, kamerasını yokladı. Kamera yoktu. Sarıklı adamlar, kamerayı almış, Ersin'i de öldü sanıp gitmişlerdi. Ersin, histerik şekilde gülmeye başladı. Hem hayatta olduğu için, hem de görüntülerin kayıtlı olduğu hafıza kartını, boş olan bir başkasıyla değiştirmeyi akıl ettiği için. Ersin, arabadan çıktı ve Adnan Abi'sini aramak için telefonunu aramaya başladı. Telefon tuzla buz olmuştu; ekranı kazanın şiddetiyle patlamıştı. Kolundaki sıyrık, çok derindi; ama geceyarısı ormanlık ve ıssız bir yerde kalakalmıştı. Karaağaç köyünün çıkışıydı burası; Ersin bu köyle ilgili pek çok tekinsiz hikaye duymuştu. Aklından geçen bu düşüncelerle, Ersin, ürpermişti. Ceketine sarılarak, yürümeye başladı. Arada bir esen rüzgarın uğultusu, Ersin'i daha da huzursuz ediyordu. Ufak bir yokuşu çıktıktan sonra, köy yolunun yanında eski bir ev olduğunu farketti. Dolunayın ışığında, ev, aynı ormanların içinden çıkıp gelen devasa, korkunç suretli heyulalara benziyordu. İrkilen Ersin, başka çaresi olmadığını düşünerek, eve doğru ilerledi...<br />
<br />
Bu ev, tipik bir köy eviydi; tahtadan ufak bir merdiveni vardı ve tuvaleti de eski evler gibi dışarıdaydı. Ersin, tedirgin olmuş şekilde kapıyı çaldı, ama kapıyı açan olmamıştı. Akşam serinliği çökmüş, Ersin üşümüştü, ayrıca yaralıydı. Geceyi bu evde geçirecek, sabahına da köy arabalarıyla Hendek'e gelecekti. Evin etrafını dolaşırken gördüğü açık pencereden içeri girmek için atladı. Ersin, zorlanarak kendini yukarı çekmeye çalışırken, kendisine dikkatle bakmakta olan bir "şey"in varlığını sezdi. Karanlıktı bu "şey", boynunu eğerek Ersin'e doğru bakıyordu. Ersin, korkuyla bağırınca, büyük bir karga, hoşnutsuz bir sesle bağırarak, uçup, gitti...<br />
<br />
Ersin içerdeydi. Hemen ışığı yakmak istedi, ama evin ışığının görülmesinden korkup, bundan vazgeçti. Odanın karşı penceresinin dibinde bir yatak vardı. Tozlu ve eskimişti, ama önemli değildi; Ersin çok bitkin düşmüştü. Yatağa kendini attı, tam gözleri kapanmak üzereyken, evin alt kısmından bazı sesler geldiğini farketti. Bir fare veya böcekten gelemeyecek kadar "kararlı" bir sesti bu. Tuhaf bir dilde mırıldanan birileri gibiydi bu ses. Bazen kesik kesik tiz çığlıklara da dönüşüyordu. Ersin, soğuk soğuk terlediğini hissetti. Ayağa kalkıp, çakmağını yakmaya çalıştı. ama çakmak yanmıyordu. Çakmağın yanmadığı her saniye, Ersin'in korkusunu arttırıyordu. Ersin, çakmağı yakmayı sonunda başardı. Işık, Ersin'i birazcık rahatlatmıştı. Çakmağın loş ışığında, Ersin, evin duvarlarında kırmızı renkli Arapça yazılar ve garip semboller olduğunu gördü. Ersin, biraz daha yaklaşıp, daha dikkatli baktı ve dehşete kapıldı: Çarpılmış insan suretleri ve garip, korkunç ecinni çizimleriydi bunlar. Bu resimleri ve yazıları, kimin yazıp, çizdiği de belli değildi. Ersin, kanının donduğunu hissetti adeta. Boncuk boncuk terliyordu. Sesler, duyulmaya devam ediyordu. Ersin, içini saran merakına yenik düşüp, ses gitmeye karar verdi. Odadaki sobanın uzun demirini eline aldı. Ses çıkarmamaya çalışıyordu. Girdiği pencereyi ise, gerekirse kaçmak için sonuna kadar açtı. Sese doğru yürümeye başladı Ersin. Ev ahşap olduğu için, her tahta gıcırtısı, Ersin'i korkudan zıplatıyordu. Ses, evin alt tarafındaki kilerden geliyordu. Kilerden ufak bir ışık yayılıyordu. Ersin, korkuyla ışığa doğru baktı. Gördüğü, bir sürü 80'li ve 90'lı yıllardan kalma TV ve görüntü-ses ekipmanıydı. Ersin, derin bir nefes almıştı. Sonra, sesin kaynağı olan TV'ye yaklaşıp, baktı. Konuşan, Asi Hoca'ydı. Sakarya Büyükşehir Belediye Başkanı'nın davetlisi olduğu gizli bir sohbet meclisinde konuşmaktaydı. Hitabeti öylesine kuvvetliydi ki, müritleri, adeta büyülenmiş gibi kendisini dinlemekteydi. Çekim teknikleri ve görüntü kalitesine göre, bu görüntülerin özel görüntüler olduğu belliydi. Ama tüm bu ekipmanı kim getirip kurmuştu buraya? Bu soruların yanıtını ararken, Ersin'in gözü, rafın üstündeki büyük bir kutuya ilişti. Kutuyu alırken, Ersin'in ayağı boşluğa denk geldi vekutu, düşerken minik asma ampulü de patlatmıştı. Ersin, "Hay sıçayım! Şaka gibi resmen ya!" diye söylendi kendi kendine. Sinirlenmişti. Artık, kileri açık vaziyette olan üç-dört tane TV ekranı aydınlatmaktaydı. Kutunun içindeyse, bir sürü video kaset vardı ve hepsi yerlere dağılmıştı. Ersin, kasetlerin üzerine baktığında, yazılı tarihler gördü. Bunlar, muhtemelen son 5 yılda çekilmiş görüntülerdi; ama kasetlerde görüntülerin ne olduğuna dair herhangi bir şey yazmıyordu. Meşhur Asi Hoca'nın kim olduğunu ortaya çıkarırsa, Adnan Abi'siyle köşeyi dönmeleri işten bile değildi. Bu fikir, Ersin'in hoşuna gitti; kafasına yatmıştı. Asi Hoca'nın görüntülerini gösteren TV'nin hemen yanındaki bir başka TV, karlıydı, hemen önünde de yine bu TV'ye bağlı bir video kaset oynatıcısı vardı. Ersin, elindeki kasetlerden rastgele birini oynatıcıya sürdü. Görüntü, yavaş yavaş berraklaşırken, Ersin, oradaki sandalyelerden birini çekip, oturdu ve izlemeye başladı...<br />
<br />
<br />
<br />
-------------------------------------------------DEVAM EDECEK-------------------------------------------------Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2468800895546773346.post-80416410199633366632016-12-04T19:05:00.002+03:002017-07-12T17:39:47.272+03:00Bedel<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_y6Q6Cf6ANQxSaPXA3K655_B6yUdCux9xKyrEmwiNCIsz5Suh9xosvYgcPj9AVhzd9UFpHufMXIan0HZhqfAdCdBJKBmNAiwylhG4kdxh7xLQRiTO-vWfaF_0l08pldu4D-3qOAKPYDU/s1600/bayindir-20.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="212" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEj_y6Q6Cf6ANQxSaPXA3K655_B6yUdCux9xKyrEmwiNCIsz5Suh9xosvYgcPj9AVhzd9UFpHufMXIan0HZhqfAdCdBJKBmNAiwylhG4kdxh7xLQRiTO-vWfaF_0l08pldu4D-3qOAKPYDU/s320/bayindir-20.jpg" width="320" /></a></div>
<h1>
<i style="font-family: "trebuchet ms", sans-serif; font-size: x-large;"> -BEDEL-</i></h1>
<h1>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i>1954 Aralık – Demiray Akıl Hastanesi <o:p></o:p></i></span></h1>
<h1>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i><br /></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i>Odanın tepesinde parlayan büyük ışık, odanın kenarlarına aynı bonkörlüğü göstermiyordu. Tavandan akan yağmur suyu, duvardaki sıvayı balon gibi kabartmıştı. Şıpırdayan suyun sesi, dışarıdaki fırtınanın sesiyle birleşiyordu. Çakan şimşeklerin ışığında, ağaçların silüetleri, bir pagan ayininde çılgınca dans eden insanları çağrıştırıyordu. Koridordaki belli belirsiz inlemeler, histerik bağırışlar, arasıra bu senfoniye katılıyordu. Tavandan akan suyun damladığı yerde, çerçeveli bir resim vardı. Odadaki sessizliği bozan şeyse, su damlaları yere düştüğünde çıkan, ince bir “hı?” sesiydi. Odada yalnız değildim. Işığın ulaşamadığı kuytu köşelerden birinde sinmiş, masmavi iki göz, yüzüme doğru bakıyordu. Genç bir kızdı bu; muhtemelen 23-24 yaşlarındaydı. Bir aya yakındır bu hastanedeydi. Şizofreni teşhisi konulduktan sonra, kızın tedavisinde yetersiz kalan hastane heyeti, bu konuda farklı bir yol umudu görerek, beni çağırmıştı. Kızı önce kendim görmek istedim. (Biraz olsun yakınlık kurabilmek ve onun bana bazı şeyleri anlatabilmesini sağlamak içindi bu) Odanın demir kapısı, acı bir gıcırdama ile açıldı ve koridordaki bozuk floresan ışığı, odanın içine süzüldü. Başhekim, yanında en güvendiği iki öğrencisiyle odaya girmişti. Bu iyiydi. Zira, bu tecrit odasında, tehlike arz edebilecek bir hasta ile böyle bir ortamda kalmak, benim bile sinirlerimi bozmuştu. Ayağa kalktım. Başhekim, elimi sıkarak, “Selim Bey, geldiğiniz için çok teşekkür ederiz. Sizin gibi işinin ehli bir psikiyatrı aramızda görmekten çok mutluyuz.” dedi. Gülümseyerek, “Teşekkür ederim hocam, size yardımcı olmayı çok isterim.” diyerek, yerime oturdum. Diğer iki stajyer öğrenci ise, sıkıcı bir ciddiyet takınmışlardı. Suratları elli karıştı; Gestapo gibi sert ve kararlı hareketleri vardı. Başhekim, bakışlarını odanın kenarına çökmüş, ileri-geri sallanan genç kıza doğru çevirdi. Babacan bir tavırla, “Hadi bakalım Hanife, Selim Bey, buraya senin için geldi. Belki biraz konuşursunuz, sana da iyi gelir, ne dersin?” diyerek gülümsedi. Hanife, başhekime bakmadı bile. Bakışları, tek bir yerde birleşmişti. Başhekim, öğrencileriyle ayağa kalktı ve “Müsadenizle, bazı işlerimiz var. Malumunuz, bu kadar hastayla uğraşmak meşakkatli iş.” diyerek, gülümsedi. Öğrencilerine dönerek, “Selim Bey burada birkaç gün misafirimiz olacak çocuklar, kendisini en iyi şekilde ağırlayın.” dedi. Öğrencileri başlarını eğerek onu onayladılar ve odadan çıkıp gittiler. Kapının kapanırken çıkardığı ses, odanın içinde ürkütücü bir yankı yaptı. Bu işlerde deneyimli benim gibi insanları bile çıldırtabilecek bi sesti bu. Kapının kapanması ile, Hanife, kendinden beklenmeyecek bir sakinlikle karşımdaki sandalyeye oturdu. Şaşkınlığımı üstümden atamadan, yavaşça eğilip, fısıltıyla “Onlara güvenmiyorum. Onlar yaptı biliyorum.” dedi. Bu sözlerinin üzerine, sıfırdan başlamayı uygun bulup, ona buraya nasıl ve ne sebepten geldiğini sordum. “Her şey benim için. Tüm bu olan, biten. Çiçekler de benim için, Sarıkız da benim için, ev de benim için, her şey ben!” demişti. Konuşurken yüzü ve vücudu istemsiz şekilde seğiriyor, sanki biri arkasından dürtüyormuş gibi omuzlarını silkeliyordu. Sonra kafasını hızlıca sallamaya başladı, aklına gelen bazı kötü şeyleri defetmeye çalışır gibiydi. Sonra, yine o sakin, mantıklı haline geri döndü. Yavaşça, “Bunun sonu yok, kaçınılmaz olan muhakkak gelecek Doktor. Benim için gelecekler ve beni kimse kurtaramaz artık! Ah Hasan ah!” diye bağırdı. “Senin için kim gelecek?” diye sordum. “Onlar” dedi sadece. “Onlar her yerde doktor. Hepimizin içindeler. En gizli, en pislik ve en aciz şeylerimizi bile görüp, duyarlar. Bir bedeldir bu! O Hasan dürzüsü yüzünden bunlar! Hep onun yüzündendi de kimseler bişey diyemediydi! Ben ne yaptım ki? Bana ne, bana ne!” diye bağırarak, ayağa kalktı. Duvara koşup, kafasını duvara vurmaya başladı; üstünü başını yırtıyor, kendine zarar veriyordu. Bir çeşit sinir nöbeti geçiriyordu. Kapıdaki hastabakıcılar, sesi duyarak, derhal odaya girdiler ve Hanife’yi yatıştırdılar. Hanife, ilacın etkisiyle uyuyakalmıştı. Derhal başhekimin odasına giderek, Hanife ile ilgili dosyayı istedim ve dosyadaki bilgileri incelemeye koyuldum. Hanife, güzeller güzeli bir köylü kızıydı. Kuyutepe ismindeki bir köyde yaşıyordu. Bahsettiği Hasan adındaki kişinin nesi olduğu, buradaki dosyada yazmıyordu. Bahsedilen köyün buraya yaklaşık üç saat uzaklıkta olduğunu öğrendim. Hastane görevlilerine odamı hazır tutmalarını, Kuyutepe köyüne gideceğimi haber verdim. Hazırlığımı yaparak, arabama atladım ve köye doğru yol almaya başladım. Haziran ayında vilayet olmuş olan Sakarya’nın gözden uzak bir köyüydü burası. Köyün tabelasını gördüğümde daha da heyecanlanarak gaza bastım. Ama şehir yollarına alışık olan bu Chevrolet’nin köy yolunda çamura saplanıp kalması biraz hevesimi kırmıştı. Aralık ayında, bu köy, kutuplardan daha soğuk olabilirdi. Şansıma, at arabasıyla oradan geçmekte olan bir köylü, beni kendi arabasına aldı ve köye yardım istemek için götürmeyi teklif etti sağ olsun. “Hayırdır beyim, senin gibi adamlar pek uğramaz burlara? Ben Cemal. Buyur köye kadar gidek, orda çekiveririz tomofili” dedi. Teşekkür ederek, yanına oturdum. “Ben doktorum, bir hastam var, bu köyde yaşıyormuş, adı Hanife” deyince, köylünün yüz ifadesi değişti. “He ya, Hanife.” dedi. “Hayatı kaydı gencecik kızın. Hasan’dan oldu hep. Açgözlüydü, açgözlü!” diyerek, kırbacını atlarına şaklattı. Bazı yanıtlar buluyordum ve bu hoşuma gidiyordu. İki sigara çıkarıp, Cemal’e de ikram ettim. “Kim bu Hasan?” diye sordum. “Hasan? Hee benim uzaktan amcaoğludur yahu Hasan! Yolu yol deeldi, ama yine de severdim hergeleyi. Hanife’nin başını yakan da odur ya!” dedi. “Neler oldu peki?” diye sormama kalmadı, “Aman be dohtor, pek karıştırma mevzuyu. Aha sırf bunnarın bokuna, hanidir köye gelen giden de yoh artık. Senden gayrı, aha burlara kimse gelmez-gitmez oldu!” dedi. “Ama seni Hanife’nin ablasına götürem ben. Zate, ailesinden bi o galmıştır! Hele Zişan Abla’ya götürem seni, he he.” deyince, bahsedilen Zişan Abla’dan bazı cevaplar alabileceğimi düşünmüştüm. Köyün girişine yaklaşırken, biraz hızlı giden Cemal’in arabasının tekeri kırılmıştı. Arabadan indi ve küfür ederek “Gaç kere bizim Ahmet’inen mehtup yazdık Angara’ya, hala yapacaklar şu yolu! Allah bu Menderes’i ıslah etsin! Dohtor, Zişan Ablagil’in ev, aha şu kırmızı evin ordan sola döncen, garşına avlulu bir ev çıkacah. He, o evdir işte! Zate sorsan gösterirler, haydi kolay gele!” dedi. Pantolonum çamur içinde kalmıştı, ama sonunda köye varmıştım. Köyde ev çoktu, ama içleri boştu. Köy meydanında da, su almaya giden birkaç kadından başkası yoktu. Evlerden birinde, genç bir kızın beni pencereden izlediğini fark ettim. Göz göze gelince, gözleriyle bana işaret ederek, perdeyi kapattı. Sonra evin kapısı yavaşça açıldı. Fısıltıyla, “Hanife için geldiniz de mi? He, size diyeceem var” demesine kalmadan, bir anda annesi çıkageldi ve kızın saçına yapıştığı gibi içeriye fırlattı. “Ne Hanife’si kız? Hanife manife yok, biz bişey bilmiyoz, de hayde git defol sen de!” diyerek kapıyı suratıma vurdu. Şaşkınlığımı atamamama rağmen, kızın Hanife’nin arkadaşı olduğunu anlamam gecikmedi. Lakin, olayın aslını Zişan Abla’dan öğrenebilirdim. Ev, aslında köydeki diğer evlere nazaran daha gösterişli gibiyse de, tuhaf şekilde yorgun görünüyordu. Evin kapısını iki kere vurdum. Uzun bir süre sonra, kapı, ağır ağır açıldı ve elli yaşlarının sonuna gelmiş gibi görünen bir kadın, kapıda belirdi. “He? Buyurun kime bakmıştınız?” diye sordu. “Ben Hanife’nin dokto…” diyemeden, “Defol get burdan! Hanife gafayı sıyırdı, sıyırdı! Allah’ın cezası, o dürzü Hasan’a uydu! Hanife diye bacım yohtur, defooool!” diye bağırarak, kovmuştu beni evden. Akşam çökerken, köy muhtarının sayesinde, köydeki boş evlerden birinde geceyi geçirecektim. Böylesine kaba insanların aksine, muhtar, sevecen bi adamdı, Hanife’den bahsedince konuyu değiştirip, bana konaklayacak bi yer bulup bulamadığımı sormuştu. Hayır cevabına istinaden, yardımcı olmuştu bana, Allah razı olsun. <o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i><br /></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i>Odamda üzerimi çıkarırken, ceketin cebinde bir kâğıt parçası gözüme ilişti. Kağıtta, “Gece 7 köy kahvesi ahır arkada olacam.” yazıyordu. Çok bozuk bir yazıydı. Yazıyı yazan, Hanife’nin arkadaşıydı. Akşamı zor ettim. Göz önünde olmamaya çalışarak, köyün bir kısmını dolaştım. Hava daha da soğuyordu. Saat 7’ye gelirken, kızın bahsettiği ahırın içine girip, beklemeye başladım. Beklerken, ahırın uçtaki karanlık kısmında bazı sesler geliyordu. Bir hayvan, veya bir haşereden gelemeyecek kadar kararlı bir sesti bu. Tedirgin olmuştum. Oradaki uzun saplı bir yabayı elime alarak, sesin geldiği yöne doğru yavaşça ilerledim. Yabayı sesin kaynağına vurduğumda, “Anam!” diye ince bir bağırış duyuldu. Hanife’nin arkadaşı Selma idi bu. “Anam, anam, anam! Beyim ne ettin sen!” diye bağırıyor, başını sıvazlıyordu. Rahat bir nefes almıştım. Kırsaldaki bazı “açıklanamayan olayların” ahırlarda hâsıl olduğunu, eskilerden işitmiştim. Kızın, önemli bir şeyi yoktu. “Siz dohtorsunuz de mi? Hanife için geldiniz, he?” dedi heyecanlı heyecanlı. “Evet, Hanife için geldim, bir de Hasan diye birinden söz ettiler, ama…” derken, “Hasan! vıyy, ne hoş çocuktu Hasan!” dedi utanarak. “Gendi çakalın tekidi, Hanife için yaptı o her şeyi. Sen inanma kim ne dediyse. Ben olayın aslını sağa anlatacam. Hanife iyi olcaksa, her şeyi anlatırım ben sağa” deyip, karşıma oturdu…<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i><br /></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i><br /></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i><br /></i></span></div>
</h1>
<h1>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i>18 Haziran 1954 – Kuyutepe Köyü <o:p></o:p></i></span></h1>
<h1>
<o:p><span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i> </i></span></o:p></h1>
<h1>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i>Gecenin karanlık bir saatinde, köyün uçlarına doğru uzanan ormanın içinde, bir grup genç, fısıltılarla konuşarak, ormanın derinliklerine iniyorlardı. Konuşurlarsa, sanki başlarına bir şey gelecekmiş gibi bi halleri vardı. Yaklaşık yarım saat kadar yürüdüler ve tepeye doğru uzanan yolda, eski Bizans kalıntılarının bulunduğu mağaranın önünde durdular. Yanlarında getirdikleri kazma-kürekleri indirerek, mağaranın dışındaki kuytuda kalmış bir bölgeyi kazmaya başladılar. Define arayan bir grup gencin aksine, hareketleri oldukça rahat ve kendinden emindi. Onlara katılan hoca, yavaş yavaş okumaktaydı. Bir yandan da, gruptakileri dikkatle izlemekteydi. Define aramaya gittiklerinden ise, kimselerin haberi yoktu. iki saat boyunca durmadan kazdılar. Aralarından Necmi, sonunda sert bir “taşa” kazmasını vurduğunu söyleyince, grubun en atik ve yakışıklı delikanlısı olan Hasan, hemen o yöne seğirtti. Buldukları şey, büyük bir sandıktı. Grup, çok heyecanlanıp, sandığı hemen çıkarmak istese de Hasan, arkadaşlarına engel oldu. Sandığı, büyük bir Bizans yapımı kilit tutmaktaydı. Bir kürek darbesiyle kilidi kıran Hasan, herkese gözlerini kapatmasını söyleyerek, sandığı açtı. Kendi gözleri de kapalıydı. Sandığa bakmadan, belinden kamasını çıkarıp, avucunu kesti. Elinden akan kanı, sayarak sandığın içine damlattı: Bir, iki, üç, dört, beş, altı… Kanını sandığın içine boşaltan Hasan, gözlerini yavaş yavaş açtı ve ormanın içinde sevinç çığlıkları yankılanmaya başladı: Çok büyük bir hazine bulmuşlardı. Sandığın içinde, bazı işlenmiş değerli taşlar da bulunuyordu. Hasan, sonunda büyük bir hazine bulmuş, zengin olmuştu. Grup, zengin olmanın sarhoşluğuyla sevinç naraları atıyordu. Hasan, gülümseyerek “Hanife” diyebildi sadece. Hoca ise, sevinmiyordu. Sinirli ve kızgın şekilde Hasan’a bakmaktaydı. Hasan ile göz göze geldiklerinde, Hasan, yüzünü ondan çevirerek, sevince ortak olmaya çalıştı. Dolunayın aydınlattığı bu gecede, zengin olmuş bir avuç gencin sevinç çığlıkları, ormandan yükseliyordu, bir kişi hariç. O da Hoca idi…<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i><br /></i></span></div>
</h1>
<h1>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i>24 Mayıs 1954 – Kuyutepe Köyü<o:p></o:p></i></span></h1>
<h1>
<div class="MsoNormal">
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i><br /></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i>Köyün üstünde tek bir bulut bile yoktu. Güzel bir geceydi. Hava sıcaklamış, bahar gelmişti. Tüm köy halkı, köye gelen film ekibini ilgi odağı haline getirmişti. Set ekibi haricinde, Neriman Köksal ve Ayhan Işık’ı görebilmek, köyde büyük bir hadise olmuştu. Tüm köy halkı, başta muhtar olmak üzere, set ekibi ve oyunculara iyi davranıyor, konukseverlik gösteriyordu. Tüm kızlar, Ayhan Işık’ı uzaktan dahi olsa görebilmek için birbirleriyle yarışıyorlardı. Hepsi onunla ilgili hayaller kuruyor, bulabilenler, Işık’ın resimlerini odalarının (anne-babalarının göremeyecekleri yerlere) gizli yerlerine asıyorlardı. Hanife’nin aklı ise, set ekibinden Kemal’deydi. Kemal, set ekibi kameramanlarından biriydi ve köydeki ilk gecesini, Hanife’lerin evinde misafir olarak geçirmişti. Kemal ve Hanife, birbirlerini görür görmez etkilenmişlerdi. Gerçekten çok iyi anlaşıyorlardı, aralarındaki şey, yavaş yavaş aşka dönüşmekteydi. Hanife, Kemal ile evlenip, şehir yaşamına adım atmayı ve bu köyden çıkabilmeyi umuyordu. Kemal ise, işi biter bitmez soluğu Hanife ile gizlice buluştukları yerde alıyordu. Yorucu geçen uzun günün sonunda, Hanife, sevgilisiyle buluşmak için gizli yerdeydi. Birbirlerine olan aşklarını yineleyip, aynı vakitte buluşmak için sözleştiler, ama yalnız değillerdi. Hanife, gizlice eve doğru giderken, patika yolun kenarında bir ses duydu. Adımlarını sıklaştırarak yürürken, sesin, hızlanarak, onun önüne geçtiğini fark etti. İyice korkan Hanife, içinden nenesinden öğrendiği duaları sayıklayarak koşmaya başladı. Tam evine dönen yolun kenarındaki çalılığa ulaşmıştı ki, çalının içinden atlayan siluetle çığlık attı. Bu silüet, Hasan’dı. Hanife, “Allah cezanı versin be hayvan herif!” diye soluklandı. Hasan gülüyordu. “Senin şeerli filmci seni evine götürmüyo mu kız?” dedi. “Saane la filmciden? Götürür-götürmez, onun bilceği iş.” dedi Hanife. Bunu işveli, cilveli bir edayla söylemişti. Hasan, ona bakarken bir an, aklının başından uçup gittiğini fark etti. Hanife, Hasan’ın ona olan imkânsız aşkını biliyordu. Lakin, Hanife’nin gözü yükseklerdeydi; şehre gidecek, hizmetçileri olacak, “tomofillerin” en güzeline binecekti. Köy hayatını sevse de, bu, onun için yeterli gelmiyordu. Çobanlık yaparak elin geçirdiği üç beş kuruşu da kumara harcayan Hasan, onun gözünde bir hiçti. En fazla Hasan, onun uşağı olabilirdi. Geçmişte Hasan’a ilgi duysa da, sonraları Hasan’dan kendisine koca olmayacağını düşünmüştü. Hasan’ın ise, Hanife için yapmayacağı şey yoktu. Hasan, Hanife’nin koluna yapışarak, “Baa bak kız! Seni ne o zibidi filmciye, ne de başkasına yar ederim! Bağa varacan!” diye haykırdı. Hanife, Hasan’ın suratına okkalı bir tokat aşkederek, “Hooşt! Saa mı kaldım la ben! Sen Kemalımın sıçtığı bok olaman! Hem tomofilin bile yohtur senin!” diyerek, başörtüsünü düzeltti. Hasan, çaresiz, “Görecen kız! Görecen! Önce bu köyü alacam! Sonra seni! Herkes Hasan kimimiş görcek!” diye arkasından bağırdı. Hanife gözden kaybolunca, Hasan, yediği tokatın ve aşağılayıcı kelimelerin tesirinde kalmıştı. En sonunda hızlıca kalkıp, köyün dışındaki patika yola hızlı hızlı yürümeye başladı. Patikada yürürken, tüm orman, sanki Hasan’ın gideceği yere varması için uğraşıyordu. Ağaçlar, bir uşak gibi Hasan’a patika yolunu açıyor, ağustosböcekleri ve kuşlar, sesleri ile Hasan’a “buradan gel!” diyor gibiydi. Hasan, önündeki tepeyi görünce heyecanlandı. Adımlarını sıklaştırıp, tepenin dibindeki eski eve yöneldi. Evin bahçesine girdiğinde, ne kadar yorulduğunu anlamamıştı. Kendine pek kısa bir dinlenme verdikten sonra, evin karanlığına doğru ilerledi. Evde hiç ışık yoktu. Eve girdiğinde, karanlığın içinden gelen boğuk bir “Kim o?” sesi duyuldu. Hasan, duyduğu bu ses yüzünden, az kalsın düşüp bir yerini kıracaktı. Kendini toplayıp, sesin geldiği yöne doğru gittiğinde, ufak bir mum ateşiyle aydınlanmış, geniş bir oda gördü. Ufak bir mum ateşi yanıyordu; önündeyse, ufak tefek bir ihtiyar oturuyordu. İçine çektiği tütünün dumanı, evin çatlayıp, kabarmış kıvrımlı köşelerinde salınıyordu. Hasan’ın korkusu geçmişti. “Mehdi Hoca?” dedi adama doğru eğilerek. Mehdi Hoca, istifini bozmadan ağır ağır, “Aah Sabahat’ım ah! Ben de gençken aha böyleydim işte. Yarin gözündeki minik bir parıltı için Mecnun gibi dağları bile delerdim!” deyiverdi. Hasan, Mehdi Hoca’nın bildiğini anlamıştı. Hep bilirdi ya zaten! “Amman kurbanın olam Mehdi Hoca! Sen benim maruzatımı iyi bilirsin. Bağa bir yol göster!” dedi. Mehdi Hoca, yavaşça başını Hasan’a çevirdi, “Ulan yüzüne bakılcek adam deelsin! Sen yat kalk, o nenene dua et! Yoksa yatcek yerin yok!” dedi. Hasan, “Mehdi Hocam, vallah billah ölcem ben bu kızın aşkından! Kulun kölen olam, bi yol göster! Zengin olursam, hem köyde sözüm geçer, hem Hanife benim olur. Bedeli neyse söyle! Ben hazırım ödemeye!” dedi. Mehdi Hoca, alaycı şekilde dönüp, “Demek ödersin he?” dedi. “Öderim vallah! Neyse söyle! Yeter ki söyle!”. Hasan, sadece Mehdi Hoca’dan bu işin çaresini bulabileceğini biliyordu. Yıllar önce, Mehdi Hoca, Hasan’ın nenesine tutulmuştu. Sonradan “bu işlerle” haşır neşir olduğu için köy halkı, ondan rahatsız olmuş, oturmasına izin verilmemişti. Mehdi Hoca, ocakta yanan ateşin önüne gidip fısıltıyla, “İstediğin neyse onu dile! Olur bir şekilde! Lakin bedeli ağırdır! Er ya da geç, her borç ödenir, her hesap kapatılır!” deyip, Hasan’ı köyün çıkışındaki dörtyol ağzına gönderdi. Hasan, hemen hızlıca yola koyuldu. Yolda, Mehdi Hoca’nın sesi, adeta beynini delip, geçiyordu: “Üç tel saçınlan, iki damla kanın lazım! Bir de sana ait olan bir şey! Bunları bir kutu içine koyup, dörtyolun tam ortasına gömcen. Sonra bu gömdüğüne sırtını dönüp, bekle. Üç kere soğuk bir yel, boynundan içeri gircek. Üçüncü esmeden bakmayasın ha! İliğini, kemiğini kurutur uğursuz! Üçüncü yel koynuna girdiydi mi, sırtını dön. Orada güzeller güzeli bir kız göreceksin. Sakın meftun olup, kapılmayasın! Gecenin karanlığına karışır, gidersin alimallah! Senin muhatabındır o! Dilediğini, o kıza söyleyecen! Bir aya gerçek olacak, en imkânsız hayallerin! Bedelini de, vaktiyle sana bildirecek! Sabah namazına kadar, yılmadan, korkmadan yol ağzında durunursan, dileğin kabul olmuş bil!” <o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i>Hasan, dörtyolun ağzına geldiğinde, içi içini yiyordu. Mehdi Hoca’nın evinden aldığı minik bakır kutunun içine, üç tel saçını koydu; sonra amcaoğlu Cemal’in İzmit’ten ona getirdiği işlemeli çakmağı kutuya yerleştirdi. Sonra, belinden çakısını çıkarıp, avucunu kesti. İki damla kanını, hem saçına, hem de çakmağa değecek şekilde damlattı. Kutuyu kapatıp, Mehdi Hoca’nın söylediği şekilde sırtını kutuya dönüp, beklemeye başladı. Hasan, korkudan çenesinin titrediğini hissetti; arkasında ne olduğunu bilmediği bir şeyle, ormanın içinde baş başaydı. İlk yel geldiğinde, Hasan, aklını yitirecek gibi olup, istemsiz bir çığlık attı; ama vücuduna değen bu hafif serinlik hissi, hoşuna gitmişti. Hasan, içinden okumaya başlamıştı. İkinci yel geldiğinde, Hasan, şakaklarından buz gibi terler boşandığını fark etti. Bir an, dönüp, arkasına bakmayı düşündü; ama Mehdi Hoca’nın dedikleri aklına geldi ve dehşet içinde bunu yapmaktan katiyen vazgeçti. Üçüncü yel, diğerlerinden daha şiddetliydi; etraftaki ağaçlar, Hasan’ın yazgısını kutlayan rakkaseler gibi iki yana savruluyorlardı. Yel, Hasan’ın koynundan çıktığında, Hasan, hem korkudan, hem de anlayamadığı için sırtını dönemiyordu. Biraz bekledi. Tam o anda, yanında durduğu ağaçtaki sığırcık sürüsü, büyük bir gürültüyle uçarak gittiğinde, doğru zamanın geldiğini anladı. Yavaşça sırtını döndü. Hasan, gördüğüne inanamamıştı: Saçları gece karası, teni sütten daha ak, masum bakışlı, siyahlara bürünmüş bir güzel, kendisine bakmaktaydı. Hasan, dehşetle kızın gözlerinin kan kırmızısı olduğunu fark ederek, geriye iki adım sendeledi. Kız, “Söyle bakalım Ramazan oğlu Hasan, nedir isteğin?” diyerek, Hasan’a yaklaştı. Hasan, kızın gözlerindeki dehşeti iliklerine kadar hissediyor, konuşamıyordu. Sadece, “çok zengin olmak istiyom. Hanife’yi istiyom.” diyebildi. Kız, “Ne dilersen senindir, Ramazan oğlu Hasan! Lakin, bedeli ağırdır bu isteğin! ‘En kıymet verdiğindir o bedel, geri dönüşü de yoktur!” dedi fısıldayarak. Hasan, ilginç şekilde dileklerinin kabul olacağına inanmıştı: “Olur. Ama ne zaman ödeyecem?” diye sordu. Kız ise, “Altı kere dolunay sayacak, altıncısında borcunu vereceksin Ramazan oğlu Hasan! Olur da borç ödenmezse, karanlığa yitip, gidersin. Ölüm dahi kurtarmaz seni!” dedi. Hasan’ın gözlerindeki hırs, daha da büyümüştü. Kararlı şekilde, “Kabul, neyse ödeyecem!” dedi kızın gözlerine bakarak. O an, bunu nasıl yapabildiğini kendisi de anlamamıştı. Kız, o korkunç gözleriyle gülümseyerek, eğilip, Hasan’ın yanağına bir öpücük kondurdu. O anda köyden gelen bağrışma sesleri, Hasan’ın dikkatini çekti. Köye baktığında, filmcilere verilen bir davet yapıldığını anladı. Aklına Kemal gelmişti. Ruhundaki hiddet, son safhasındaydı. Dönüp baktığında, dörtyol ağzında yalnız olduğunu fark etti…<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i><br /></i></span></div>
</h1>
<h1>
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i>7 Kasım 1954 – Kuyutepe Köyü<o:p></o:p></i></span></h1>
<h1>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i>Fırtınanın Kuyutepe ’de daha bir şiddetli olduğu zamandı. Yollar balçık gibi olmuştu. Hasan’ların evinde ufak bir kalabalık vardı. Hasan, zengin olduktan sonra ilk işi en güzelinden bir tomofil almak olmuştu. İstanbul’a halasının oğluna gitmişti. Ama gece vakti arabayla, hem de o bozuk yollarda, üstelik de alkollü şekilde yola çıkıp, hızlı sürmek, hiç de akıllıca değildi; Hasan, bunu hayatıyla ödemişti. Biriciği Hanife, gözyaşları içindeydi; kocasının genç yaştaki ölümü, kendisini kahretmişti. Hasan’ın hazine bulup, zengin olduğu gecenin sabahında, filmci Kemal’in bir sabah selamsız, vedasız köyü terk etmesi, Hanife’yi çok etkilemişti. Kemal, onunla gönül mü eğlendirmişti, yoksa başka kendince sebepleri mi vardı? Bunu çözemiyordu, ama Kemal artık gitmişti. Hasan’ın bin bir tatlı dil ve zenginlik gösterileri sonrasında, ablası Zişan, Hanife’ye Hasan’la evlenmesi için baskı yapıyordu artık. Hasan’ın son model Chevrolet’siyle Hanife’lerin evinin önünden sürekli geçmesi de, köy halkını bıktırmıştı. Sonunda, Hanife, Hasan’la evlenmeyi kabul etmişti. Davullu, zurnalı müthiş bir düğünle evlenmişlerdi. Üç aylık yeni gelin Hanife, kocasını kazada kaybetmenin şokundaydı. Akşam çökmüştü. Evde fazla insan yoktu. Köyün kalabalık mahallesi dahi, Hasan’ın cenazesine gelemiyordu. Yol zaten bozuktu, üstelik fırtına da yaklaşıyordu. Kadınların bulunduğu yerde, Hasan’ın ablası Ayşe, Hanife, Zişan ve Selma vardı. Esma Nine ise başköşede sessizce oturuyordu. Köyün en büyüğü, sözü sayılan bir kadındı Esma Nine. Herkes, içinden çıkamadığı konularda Esma Nine’ye gelir, akıl danışırdı. Hatta çevre köylerden dahi gelenler olurdu. O ise, misafirlerini kabul eder, kalan zamanlarda da dişsiz ağzıyla çocuklara korku hikâyeleri anlatırdı. Sonunda da “Haamm!!” diye bağırıp, korkan çocukların arkasından kah kah gülerdi. Erkeklerin olduğu odadaysa, Hanife’nin eniştesi Süleyman, arabacı Cemal, muhtar, Hasan’ın eniştesi Halil ve arkadaşı Osman vardı. Defineyi bulup, zengin olan gruptan kimse, köyde kalmamış, hepsi köyü terk etmişti. Kimse konuşmuyordu. İki odada da tek bir gaz lambası yanıyordu. Herkes, lambanın ışığına gözlerini dikmişti. İçten içe herkes, Hanife’ye üzülüyordu. Gök gürültüsü ile birlikte müthiş bir fırtına başlamıştı. Sobanın gürüldeyen ateşi, tavanı az da olsa aydınlatıyordu. Evin arkasında akan derenin sesi, fırtınada dahi duyuluyordu. Köyün imamı ise, ayrılırken, Hasan’ın ailesine başsağlığı dilemiş, sonrasında Esma Nine’yle iki saat kadar konuşmuştu. Sessizliği ilk bozan, Hanife’nin eniştesi Süleyman olmuştu: “Zişan! Haydi, geç oldu, fırtınaya kalmayalım, yoksa aha burada kalıveririz. Haydi, kalk.” demişti. Eşinin sesini duyan Zişan, yanına giderek, “Ben burda kalıyom bu gecelik, Hanife’m iyi değil, yarın gelirsin almaya” diyerek, Hasan’ın ablası Ayşe ile göz göze geldi. Kalktıklarında, Selma da, “Zişan Abla, Süleyman abiye söyle de beni de eve götürse he? Anam merak eder şimdi.” dedi. Zişan, “Tamam kızım, zaten Osman da gelecek. Sıkışır, gidersiniz yavaş yavaş.” deyince, Selma’nın yanakları kızardı. Zişan, durumun farkında, “Hadi sallanma sallanma!” diye paylayarak, kapıya doğru yöneldi. Muhtar da, kendi arabasına gitmeden önce, Esma Nene ’ye gidip, “Nenem, sen gelmiyon mu? Hem yorulmuşundur, gel sen, eve götürem seni, he?” deyince, Esma Nene, başını bile oynatmadan, Muhtar’a göz ucuyla baktı. “Sen get! Ben gelmiyom! Hanife’mle kalacam bu gece! Ne olur, ne olmaz!” dedi. Muhtar çaresiz, “Sen bilirsin nenem… Haydi, cümleten hayırlı akşamlar.” diyerek arabasına bindi. Misafirler gittiğinde, ev, daha bir boş kalmıştı. Fırtına da şiddetlenmişti. Artık dışarıdaki at arabaları dahi görünmüyordu. Fırtınanın uğultusu, eski ahşap evin tahtalarını zorluyordu. Ayşe ve Hanife, vakit çok geç olmasa da, ev halkına yatak açmaya gittiler; Cemal de yatıya kalacaktı. Esma Nine ise, uyumayıp, bekleyeceğini söyleyince, ona hiç ilişmediler. Herkes uyuduğunda, Hanife, sırtüstü uzanmış, yatağında tavana boş boş bakıyordu. Acaba ne yapacaktı? Acaba kendisini alan olur muydu ki? Olurdu ya! Gençti, güzeldi, tüm köy delikanlılarının uzaktan uzağa bakıp, iç çektiği kızdı o. Hem Hasan’ın ne haylaz olduğunu bilmeyen mi vardı ki? Er ya da geç, mutlu olacaktı. Ama daha da önemlisi, aybaşından beri gördüğü korkunç rüyalardı. Rüyalarında gördüğü o korkunç görüler, aklına geldiğinde, Hanife, yorganı üzerine çekti. Korkmuştu. Esma Nine’nin ona küçükken anlattığı hortlak Bizans askeriyle ilgili öyküyü dinlemişti. Dışarıdaki fırtına, ağaçları savurmaya devam ediyordu. Hanife, aklına Kemal ile yaşadıklarını getirerek, korkusunu yenmeye çalışıyordu. Esma Nine’nin mırıldanışlarını odasından duyabiliyordu. İçine bir ferahlık gelmişti. Gözlerini kapatacakken, Esma Nine’nin sesi kesildi. Tam o anda, penceresinin camına bir “şeyin” vurduğunu duydu. Hanife’nin kanı vücudundan çekilmişti. Çığlık atmak istese de, atamadı. Odanın öteki ucunda, ayakta korkuyla dikilmiş, pencereye bakıyordu. İlk önce, Osman’ın bir şey unutup, geri döndüğünü sandı. Hep unuturdu zaten şaşkın herif! Ama tekinsiz bir “cama tıklama” idi bu; Osman’ın yapacağı türden bir şey değildi. İçindeki merak duygusu, onu ele geçiriyordu. Yavaşça perdeyi kaldırdığında, kara bir siluetin kan kırmızısı gözleriyle camın dibinde kendisine baktığını gördü. Korkudan öyle zıplamıştı ki, kendisini yerde buldu. Siluet, hala Hanife’ye bakmaktaydı. Hanife, gaz lambasını pencereye çevirdiğinde, Hasan’ın toz-toprak içindeki cesedini gördü. Çığlığı basan Hanife, perdeyi kapatarak ablasının yanına doğru koştu. Zişan, yer yatağında, Hasan’ın ablası Ayşe ile yatıyordu. Yanlarında feryat figan etmesine rağmen, ne Zişan, ne de Ayşe, uyanmadılar. Uyuyor gibi de görünmüyorlardı. İyice korkan Hanife, Halil ve Cemal’in odasının kapısını yumruklamaya başladı, ama kapıyı açan yoktu. İçeriden tuhaf mırıldanmalar duyuluyordu. Hanife, evin büyük odasında Esma Nine’nin oturduğunu hatırlayıp, oraya doğru seğirtti. Odadan konuşma ve kıkırdama sesleri geliyordu. Hanife odaya vardığında, donup kaldı: Halil, Esma Nine’ye tecavüz ediyordu. Halil’in gözleri bembeyazdı; Esma Nine ise kahkahalarla gülüyordu. Hanife’yi fark eden Esma Nine, “Nooldu kız? Yoksa sen de mi istiyon?” deyince, Halil ile ikisi kahkahalarla gülmeye başladılar. Hanife, ikisinin de ellerinin ters dönmüş olduğunu, dehşet içinde fark etti. Duvara yapışıp kalan Hanife, anlık bir refleksle, dışarı çıkması gerektiğini anladı. Ama dışarıda Hasan onu bekliyordu! Üzerine bir şey giymeye dahi tenezzül etmeden, evin arka odasına doğru koşmaya başladı. Ev, şimdi kapkaranlıktı. Göz yordamıyla, olabildiğince hızlı şekilde ilerlemeye çalışırken, bir şeye takılıp, yere düştü Hanife. Takıldığı şey, herhangi bir eşya, ya da onun gibi bir şey değildi. Nefes nefese neye çarptığını görmeye çalışırken, çakan şimşeğin ışığında, Zişan ve Ayşe’yi gördü: İkisi de yerde oturmuş, tek bir noktaya bakıyordu. Sürekli ileri-geri sallanıyorlardı. Onların gözleri de bembeyazdı. Hanife, aklını kaçırmamak için direnirken, çakan ikinci şimşeğin ışığında, yerlerin kan gölüne dönüşmüş olduğunu gördü. Zişan ve Ayşe, örgü şişlerini birbirlerine saplamışlardı. Zişan’ın bilekleri kesilmişti, Ayşe’nin karnından çıkan bağırsakları da onunla birlikte halıda sallanıyordu. Mırıldandıkları şarkımsı şey, Hanife’nin düğününde söyledikleri gelin şarkısıydı. Dehşete kapılan Hanife, kendini toplayarak, evin bitişiğindeki ahıra doğru koşmaya başladı. Evden daha yüksek olan ahırın tepesine çıkıp, avazı çıktığı kadar bağırırsa, öteki mahalleden birilerinin geleceğini düşünmüştü. Son umudu buydu. Ahıra vardığında, hemen merdiveni dayayıp, üzerine de şalını giydi. Gaz lambası yakmak için eğildiğinde, yemlik tarafından gelen homurtuları duydu. Homurtular giderek yaklaşırken, Hanife de gaz lambasını yakmıştı. Homurtular, inek pisliğinin oradan geliyordu. Lambayı o yöne tutan Hanife, Cemal’i iştahla inek pisliğini yerken gördü. Cemal, insanlıktan çıkmış gibiydi. Pisliği yerken, tuhaf, anlaşılmaz bir dilde bir şeyler sayıklıyordu. Teni, çürümüş gibiydi; öylesine beyazdı. Cemal, Hanife’yi fark edince, sırıtarak, ayağa kalktı. Her yeri pislik içindeydi, Hanife’ye bakarak, o tuhaf lisanda bir şeyler söyleyerek, Hanife’ye doğru ilerledi. Yaklaştıkça, gözlerinin feri sönüyor, aynı diğerlerininki gibi beyazlıyordu. Hanife, Cemal’in sendelediğini fark etti, bacakları ters çevrilmişti. Hanife, çığlığı basarak, merdivenden yukarıya tırmandı. Şimdi, ahırın tepesindeydi, köyün uçtaki diğer mahallesinin evleri zar zor seçilebiliyordu. Fırtına öyle şiddetliydi ki, Hanife, dengesini kaybedip, düşecek gibi oldu, ama sonra tekrar ayağa kalktı. Korkudan, üzüntüden ve panikten dolayı bağıramıyordu. Sesi boğuk çıkıyordu. Sonra arkasından ona yaklaşmakta olan silueti fark edince, daha esaslı bir çığlıkla geriye döndü: Gelen, Hasan’dı. Üzerindeki toprak, yağmurda çamura dönüşmüştü. Sürünerek ilerliyordu. Girdiği bu borcun karşılığını vermek için geri “gönderilmişti”, Hanife, onun en kıymetlisiydi. Ve borcun ödenme zamanı gelmişti. “Hayır!” diye bağırdı Hanife. “Hayır!”. Hanife, çatının ucundaydı, gidecek veya kaçacak yeri kalmamıştı. Bağırmak da faydasızdı. Hasan, yaklaşarak, elini Hanife’ye uzattığında, evin avlusundan ürkütücü sesler duyuldu. Tüm ağaçlar, ev ve orada bu olaya şahit olan ne varsa, sanki bunu duymuş gibiydi. Hanife, bu ürkütücü sesin geldiği yere baktığında, köyün imamının orda olduğunu gördü. İmam, “Bre deyyus! Defol!” diye bağırarak, daha yüksek sesle okumaya başladı. İmamın sesi, yukarıya ulaşınca, Hasan’ın çamurlu eli, havada kaskatı kaldı ve bastığı tavan çöktü. Hanife, fırtına ile daha da büyümüş olan dereye baktı. Ve gözünü karartarak, dereye atladı…<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i><br /></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i>Ertesi günü, ağır yaralı bulunan Zişan ve Ayşe, köylünün çabalarıyla hastaneye yetiştirildi. Cemal, baygın haldeydi; köy halkı, Halil’i Esma Nine ile o vaziyette görünce, dehşete kapıldı. Halil, bilinci yerine geldiğinde, hayal meyal o geceyi hatırlamaya devam etti, sonra karısı Ayşe henüz iyileşmeden, evde kendini asarak, intihar etti. Esma Nine ise, hastaneden çıkar çıkmaz, İstanbul’daki torunu tarafından alınarak, İstanbul’a götürüldü. Hasan’ın ablası Ayşe, iyileştikten sonra, kocasının başına gelenlere fazla dayanamadı ve uyku hapı içerek, hayatına son verdi. Süleyman, o geceden sonra, köyü ve Zişan’ı terk edip, gitti. Kimse de bir daha görmedi. Cemal ise, köy muhtarının telkinleri ve desteği ile bir sürü hocaya göründü. Sonunda kuvvetli ve imanlı bir hocanın yazdığı muska sayesinde, o da derman buldu. Hanife’yi de, o sırada arabasıyla dere yolundan geçmekte olan başhekim bulmuştu. Kız, dere boyunca sürüklenmiş, yaralanmıştı; perişan haldeydi. İmamı ise, kimseler görmedi. Evi bomboştu, eşyaları bile duruyordu…<o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i><br /></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i><span style="font-family: "verdana" , sans-serif; font-size: xx-small;">Selma'nın tüm bu anlattıklarını duydukça, içimdeki hayret ve şaşkınlık daha da artıyordu. Hanife adındaki bu güzeller güzeli kızın böylesine ağır bir vakaya dönüşmesinin ardındaki gerçekler, tamamen bilimin açıklayamayacağı bir dizi metafiziksel ve para normal olaylara dayanıyordu. Selma'ya teşekkür edip, Hanife'yi iyileşir iyileşmez buraya getireceğime dair söz verdim. Cemal de, arabamı kuyu gibi olmuş köy yolundan çıkarabilmişti sonunda. Vedalaşırken, köyün muhtarı ve Cemal, köyün çıkışına kadar beni takip ettiler ve bundan başkalarına bahsetmesem "daha iyi" olacağını söyleyerek beni yolcu ettiler. Yolda, tüm bunları başhekime mantıklı şekilde nasıl açıklayacağımı düşündüysem de, aklıma hiçbir şey gelmedi. Hastaneye vardığımda, başhekim, beni yeniden gördüğüne sevinmişti; ama endişeli bir hali vardı. Sebebini sorduğumda, Hanife'nin durumunun daha da kötüye gittiğini, artık hiçbir tedaviye (şok tedavisi dahil olmak üzere) karşılık vermediğini söyledi. Hanife'yi hemen görmek istediğimi söyledim. Odasına girdiğimde, Hanife'nin sırtı dönüktü. Selma'nın anlattığı gelin şarkısını fısıldayarak söylüyordu. "Hanife? Sana Selma'dan selam getirdim. Şimdi nasılsın?" diye sorduğumda titreyerek durdu. "Selma... Selma he?" dedi. "Evet, Selma. En yakın arkadaşın." diye yanıtladım. Kıkırdamaya başlamıştı. "Hanife?" deyince, "Borç ödendi dohtor." dedi ve yüzünü döndü. Kucağında, Hasan'ın çerçeveli resmi vardı. Gördüğüm son şey, kesik kesik yanan floresan ışığında, Hanife'nin kıpkırmızı gözleri ve ters dönmüş ayaklarıydı.</span><o:p></o:p></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i><br /></i></span></div>
<div class="MsoNormal" style="text-align: justify;">
<span style="font-family: "trebuchet ms" , sans-serif; font-size: large;"><i>(Yeşilçam'a durulmuş ufak saygı duruşunu bulana on puanlık aferin.)</i></span></div>
</h1>
Unknownnoreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-2468800895546773346.post-44518741027707218312016-12-04T19:04:00.000+03:002017-07-12T17:39:33.368+03:00İncir Dibi <div class="separator" style="clear: both; text-align: center;">
<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgtSIOPm1tb6vFQlUxrBZOhUaMtvFWmSTEKDhHRVmQO0yOXtKFrEfL_-CEoPAzZb9irBEGzMLLioX6KQEKsy0mwkLeLtXbiPYea7eZx0n9TqBxjnOS4P_OatOREPhBd-O59OsufrjfOZ7U/s1600/Grave-Encounters-PG-13-Horror-Movies.jpg" imageanchor="1" style="clear: left; float: left; margin-bottom: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" height="179" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgtSIOPm1tb6vFQlUxrBZOhUaMtvFWmSTEKDhHRVmQO0yOXtKFrEfL_-CEoPAzZb9irBEGzMLLioX6KQEKsy0mwkLeLtXbiPYea7eZx0n9TqBxjnOS4P_OatOREPhBd-O59OsufrjfOZ7U/s320/Grave-Encounters-PG-13-Horror-Movies.jpg" width="320" /></a></div>
-İNCİR DİBİ-<br />
<br />
“Aşk, görülemez, ancak hissedilebilir. Tutkusu kadar, derdi de pek lezzetlidir. Ama sevgili de görünmüyorsa, ziyadesiyle endişelenme vaktidir.”<br />
Halen daha aklım almıyor. Bunları deli saçması sanabilirsiniz, ya da boş konuştuğumu düşünebilirsiniz. Diğer herkes gibi. İşin kötüsü, bu olayı yaşadıktan sonra, doğru bildiğim ve gördüğüm ne varsa, hepsi gözüme daha farklı görünmeye başladı. O gün, sırf eğlenmek için yaptıklarımız, aklımızın yitmesine, normal, sakin hayatlarımıza mal olacaktı. Ama en kötüsünü, (ya da en hazinini) Ercan yaşayacaktı…<br />
Ercan’la dostluğumuz lisenin son sınıfında başlamıştı. Ercan, esmer, beyaz tenli, renkli gözlü ve oldukça şişman bir çocuktu. Teknolojiye çok ilgili biriydi; iyi derecede bilgisayar kullanmayı biliyordu. Sadece bununla da kalmıyor, teknolojik olan her türlü cihazı (canı sıkıldığında bazı cihazları en küçük parçalarına kadar ayırıp, sonra tekrar toplardı.) şaşırtıcı şekilde iyi kullanabilen bir çocuktu. 4 yaşındayken bütün bilgisayar komutlarını bildiğini bizlere kasılarak anlatırdı. Çok cana yakın, iyi niyetli biriydi. İçinden kötülük geçmeyen o “iyi” insanlardandı Ercan; tanışmamız da yine benzer bir konuyla ilgiliydi: Ercan, bilgisayar korsanlığına merak saldığı günlerde, bilmeden, mahalledeki kabadayılardan birinin Facebook adresini ele geçirmişti. Buna istinaden, mahalle kabadayıları tarafından kötü şekilde dövüldükten sonra, bizim sürekli gittiğimiz cafeye gelmeye başladı. Buraya gelmesinin sebebi, yandaki kıraathanenin sahibinin aile dostları olmasıydı. Kapıdan içeri girdiğinde, kendini güvende hissediyordu, tüm bedenine rahatlama geliyordu, bunu anlayabiliyorduk. Yalnız olmayı çok severdi, hatta onu da zorla götürdüğümüz kır pikniklerinde yanımızdan ayrılır, uzun bir süre gelmezdi. Suskun biri değildi, ama bizim konuşmalarımız, gündelik sıkıntılarımız, okul, üniversite ve dersler, gelecek planları ya da dedikodular, onu ilgilendirmezdi, bunları konuşmayı çok yavan bulurdu. Ona sorulsa, tüm gününü odasında bilgisayarıyla geçirebilirdi. Biz ise, onun içindeki saf iyi niyeti görebildiğimiz<br />
için, onu da arkadaş grubumuza dahil etmiş, onu da bizden biri olarak saymıştık. Bir akşam, bulunduğumuz ilçenin dışında kalan bir balık lokantasındayken, Ercan’ın gözü, uzun saçlı birine takılmıştı; ilgisini gizlemek için her şeyi yapıyordu, ama hareketleri, onu ele veriyordu: Ercan, Ferhan’ın sevgilisi Merve’nin kuzeni Gözde’yi kaçamak bakışlarla kesiyordu. Gecenin sonunda Gözde’yi sigara içerken yalnız yakalayan Ercan’ın, Gözde’yle konuşması ve akabinde Gözde’nin Ercan’ın yanaklarını sıkarak gülmesi, ardından konuyu tüm gruba anlatması ve Ercan’ın ne kadar “sevimli” olduğu konusunda mutabık kalmamızla, Ercan’ın morali oldukça bozulmuştu. Ercan, içine kapanık erkeklerin kronik sıkıntısını yaşamaktaydı. Ercan’ın kızlarla iletişimi neredeyse yoktu. Hem aşırı kilosu, (kilosunu korkunç şekilde saplantı yapmıştı) hem de sosyal tecrübesizliğinden bir yerlerde bir şeyler mutlaka ters gidiyordu. Ercan, zamanla bu durumu da kabullendi. Kendi kurduğu dünyasında mutlu olmaya çalışıyordu. Aslında çirkin bir çocuk değildi, birazcık kilosuna dikkat etmesini, spor salonuna yazılmasını söylediysek de, dinlemedi. İnsanların onu olduğu gibi kabul etmesini istiyordu ısrarla. Sosyal ilişkilerinde şansı hiç yaver gitmiyordu. Bununla birlikte şahsına münhasır ve yerine göre kibirli sayılabilecek kadar mağrurdu. Gözde ile yaşadığı kötü tecrübeden dolayı, başta ben olmak üzere, Ercan’ı yalnız bırakmamaya çalışıyorduk. Klişe teselli cümleleri ve biraz da alkol terapisi ile Ercan, Gözde’yi yavaş yavaş unutuyor gibiydi, hatta ileri günlerde neşelenmeye bile başlamıştı. Toplanırken, aramıza kızları almamaya çalışıyorduk. Ercan, kız arkadaşım Özge’nin ona “kız ayarlama” tekliflerini nazik ve vakur bir biçimde “reddediyordu”. Sonraki haftasonu, her zamanki gibi toplanıp içmek ve kıyak kafayla hayata dair bilgece çıkarımlar yapmak için bir araya gelmiştik. Tabii ki Ercan da gelecekti. Gözde’yi unutmuştu artık (ya da onunla ilgili şeyleri uykuya yatırmıştı). Gideceğimiz gün, sözleştiğimiz mekanda toplandık ve ilçenin çıkışında kalan köye doğru sürdük arabamızı. Burası, mahallenin aksi istikametinde kalan bir köydü. İlçeden çıkıp, ormanlık alanın içindeki yoldan kah hızlı, kah yavaş seyirde gidiyorduk. Moralimiz yerindeydi. Kerem’in bitmek tükenmek bilmeyen ısrarları sonucu (sigarası bitmişti) köyün girişindeki kahvede durmuştuk. Hem yiyecek bir şeyler de almamız gerekiyordu. (Süleyman, halihazırda oldukça içmiş olduğu için arabayı az kalsın öndeki<br />
çeşmeye vuracaktı.) Arabadan inmemizle, oturan ihtiyarlar, bizi alaycı gözlerle süzmeye başladılar. (Onlara göre şehirde yetişmiş zibidilerdik) Alkol alacağımızı anlamışlardı ve bu, köy gibi ufak yerleşim yerlerinde katiyen tasvip edilen bir şey değildir. Kapı önünde oturan adamlardan birisi sordu:<br />
-“Nereye gidiyonuz böyle gençler?”<br />
Süleyman cevap verdi: “Merhaba dayı. Birkaç arkadaş toplandık öyle, yukarıdaki tepeye gidiyoruz.”<br />
-“Hangi tepe bu?”<br />
-“Şu köyün yukarısındaki. Güzdil Tepesi miydi, öyle bişeydi galiba.”<br />
Tepeden bahsedince, bize soran adam dahil, tüm kahvedeki ahalide gizli bir sessizlik hasıl oldu. Konuşmalar devam etse de, ortamın havası değişmişti. Adam, dönerek,<br />
“Kemal ağabey, bak bu gençler Güzdil Tepesi’ne gidiyormuş, nereydi yolu? Sen eyi bilirsin burları. Gençler kaybolmasın.” dedi gevrek gevrek gülerek.<br />
Şişman, saçları beyazlamış, ve pala bıyıklı bir adam, kahvenin en uç kısmında oturuyordu. Tespihini kavrayarak;<br />
-“İlla gideceniz mi tepeye? Yapcak başka şey bulamadınız mı la? Akranlarınızın elinden telefon düşmüyor, hepsi köyden gaçıyor, siz köye geliyonuz. Valla devir değişmiş Hasan.” dedi yanındaki diğer adama. Adam da onaylar şekilde başını salladı.<br />
-“Hele bi oturun bakim, bir tanıyalım sizi, kimlerdensiniz? Receeep, beş çay, bu gençlere herif çayı içirelim!”<br />
-“Hemen geliyor Muhtar Emmi!”<br />
Çaylar geldi. Muhtar, bizlere kimlerden olduğumuzu, ne okuduğumuzu sordu. Güzel bir sohbetti, aramızdaki buzlar erimiş gibiydi. Hatta köyde Furkan’ın uzaktan akrabalarını bile bulmuştuk. Çaylarımızı içtik, daha sonra Muhtar, alakasız bir anda buradaki tepede eskiden Bizanslıların yaşadığını, eskiden “açıklanamayan” olayların yaşandığını anlattı. Hatta, komşu köyün içinden geçen derenin uğursuz olduğunu, Kurtuluş Savaşı zamanlarında o derenin yolundan geçenlerin çarpıldığını anlattı bizlere. Belli etmek istemesek de,<br />
adamın anlatışından ve konunun buraya bir anda gelmesinden ürpermiştik. Muhtar, sözünü bitirdi, ailemize bol bol selam iletti ve geç vakte kalmamamızı tembihledi. Furkan’a da buraya daha sık gelmesini özellikle söyledi. Arabayı çıkarırken, Muhtar, tuhaf bir sırıtışla bize bakmaktaydı. Muhtarı gören Süleyman, arabayı patinaj çektirerek kaldırdı ve hızla ilerlemeye başladık. Bir kez daha arkama baktığımda, muhtarın, kahvenin önünde dikilerek, gözlerindeki garip parıltıyla arkamızdan sırıtırarak bakışını gördüm. Tüylerim diken diken olmuştu.<br />
Tepenin yanındaki köy yoluna arabayı park ederken, güneş, yavaş yavaş tüm kızıllığıyla kaybolmaktaydı. Tepe başındaki ağaç, çok büyük bir zeytin ağacıydı. Belki de çevre köylerdeki en büyük ağaç olabilirdi. Diğer komşu köylerin hepsini, bu tepeden görebilmek mümkündü. Kasa ile aldığımız biraları yüklenerek, ağacın olduğu tepeye doğru ağır aksak çıkmaya başladık. Ağacın dibinde büyükçe bir ateş yaktık, ve yanımızda getirdiğimiz katlanır sandalyeleri ateşin etrafına yerleştirip, koyu bir muhabbete giriştik. Kerem, ciddi ilişkisinin rutine bağladığını söylüyordu. Furkan, gittiği mekanda tanıştığı hafifmeşrep kızla çekilmiş resimlerini gösteriyor, Süleyman ise, arabasının balatalarından gelen sese anlam veremiyordu. Bense yazdığım kısa metrajlı film senaryolarından bahsediyordum. Ercan, arasıra lafa katılsa da, söylediği şeyler, grubun kalanının pek de ilgilendirmiyordu. Her nasılsa, Furkan’ın aklına, köy muhtarının anlattıkları geldi:<br />
“-Köy periliymiş, duydunuz di mi lan!?”. Kerem cevap verdi:<br />
“-Ben daha periliyim oğlum ehehe.”<br />
Süleyman, tedirgin olmuştu. Çevre köy ve kasabalardan tanıdıkları çok olduğu için, bu köy ile ilgili bazı hikayeleri duymuştu. Dışarıdan hiç de öyle görünmese de, böyle şeylere inanırdı. Ercan’sa, inanmak şöyle dursun, Yörük kökenli babannesi ve dedesinden dinlediği öykülerden dolayı, bu tip şeylere ilgi bile duyuyordu. Kerem, dedesinin anlattığına göre, buradaki köyde yaşanan yasak bir aşk sonucu işlenen cinayette parmağı bulunan yaşlı bir adamın, köy halkı tarafından büyücü ilan edildiğini söylemişti. Daha sonra adamın evine yürüyen köy halkı, adama türlü işkenceler yapıp, evini de ateşe vermiş. Adam, esir<br />
tutulduğu ahırın zemini eşeleyip, bilinmeyen bir dilde bir şeyler mırıldanarak, eşelediği çukura bir zeytin çekirdeği atmış. Ve sabah vakti, köylüler gözlerine inanamışlar. Çünkü devasa bir zeytin ağacının ahırı paramparça ederek, yükseldiğini görmüşler. Ağacın dibinde de adamın cesedini bulmuşlar. Sonraki zamanlarda bu ağacı her kim kesip, yakmak istediyse, başına akla gelmeyecek felaketler gelmiş. Ve köy halkı, geceleri “rahatsız” edilmeye başlanmış. Köylüler, köyün imamını da alarak, ağacın yanına gittiklerinde, henüz birkaç saniye içinde imamın kafasının üç kere sırtına kadar döndüğünü, tuhaf bir dilden kıkırdayarak bir şeyler söylediğini ve ağzından siyah bir sıvı boşaldığını görünce, koşarak orayı terk etmişler. En sonunda bunun büyü işi olduğunu, adamın intikam için bu ağacı buraya diktiğini ve ağacın kalkmayacağını anlamışlar ve köyü şimdi olduğu yere taşımaya karar vermişler. Kalanlar da korkarak şehirlere göç etmiş.<br />
Bu hikaye, ortamı gerdiği kadar, gizemli hale getirmişti. Herkes, hikayeye inanmıyormuş gibi yapmaya çalıştıysa da, içten içe hepimiz tedirgin olmuştuk. Çünkü tam da bahsedilen ağacın dibinde oturmuş, içki içmekteydik. Furkan, ayağa kalkarak;<br />
“-Hurafe lan bunlar hurafe,” dedi ve silah patlaması gibi geğirerek, işemeye gitti. Kerem ve Ercan da onu takip etti. Üçü de, ağacın biraz yamacındaki fındıklığın içinde kayboluyorlardı. Belli belirsiz şırıltılar duyuldu tarladan. Süleyman ve ben de, etrafı toplamaya başlamıştık. Furkan ve Kerem, işlerini bitirmişti. Furkan, sırıtarak, bir sigara yaktı. O anda Ercan’ın bağırışını duyduk. Ve sesin tonu, katiyen şaka içermiyordu. Koşarak yanına gittiğimizde, Ercan’ı bir incir ağacının altında, acı içinde bacağını tutarken gördük. Küfürler savuruyordu:<br />
“-Ananı avradını s….im ananı avradını!!”<br />
“-Oğlum, n’ooldu lan?”<br />
“-Ebenin .mı oldu, kör müsün a….na koyayım?! Bacağım döndü işte! Off bacını s….yim ya!!”<br />
“-Nası oldu oğlum?<br />
“Ya kardeş! İşerken rüzgar esti, ben de soğuktan hafif büzüldüm. Önüme gelmesin diye eğileyim dedim, ayağımın altındaki toprak kaydı, a….nı astarını s….yim!”<br />
Bacağın durumu kötüydü. Hemen Ercan’ı kaldırıp, çabucak hastaneye götürdük. Doktor, bir müddet basamayacağını, ama düzeleceğini söyleyerek, bizi rahatlattı. Ama Ercan’ın bağırmaları, onu eve bırakırken de devam etmekteydi. Mahallede Ercan’ın sinirle savuşturduğu küfürlerine ve bağırışlarına dayanamayan karşı komşu Fatma Nine, camı açıp, bizi bir güzel azarlamıştı:<br />
“-Bu ne ses be?! Ulan kazık kadar herif, utanmıyor musun gecenin köründe kabadayı gibi bağırmaya?!” Fatma Nine, mahalledeki kıraathanenin sahibi Sait Abi’nin annesiydi. Balkanlardan buraya göçmüş, bilge ve vakur duruşlu bir kadındı. Onu gören herkes, delici bakışlarından kurtulamazdı. Kerem, “Moruk psikopat galiba” demişti ilk kez Fatma Nine’yi gördüğünde. Şimdi de “Oğlum bu karı uyumuyo mu lan hala?” deyivermişti Fatma Nine’ye. Bağırışları ve küfürleri eksilmeyen Ercan’ın bu “ufak” kazası, kendi salaklığı da olsa, Kerem’in anlattığı öykünün tesiriyle bizi oldukça korkutmuştu.<br />
İlerleyen haftalarda, yazın da gelmesiyle birazcık birbirimizden uzaklaşır gibi olmuştuk. Ama canımız çok sıkıldığında telefonda konuşup, tekrar bir araya geliyorduk. Ama Ercan, çoğunlukla gelmemeye başlamıştı. Artık iyileşmişti. Gelse bile, fazla kalmıyor, hemen gerisin geri evine gidiyordu. Artık eskisi gibi de konuşmuyordu; sürekli heyecanlı, ama mutlu bir hali vardı. Tavırlarını tuhaf bulsak da, yüzü gülüyordu; bu da bir şeydi.<br />
Yaklaşık bir hafta sonra, Kerem ve Süleyman ile kafede otururken Ercan’ların kapı komşusu olan Haluk geldi. Bize selam verip,<br />
“-Duymadınız mı beyler?” diye şaşkınlıkla sordu. Ciddi bir şey olduğunu sanarak telaşlanmıştık. Ne olduğunu sorduğumuzda,<br />
“-Tevfik Amca felç geçirdi. Şimdi hastanedeler. Nasıl duymadınız?” dedi.<br />
Tevfik Amca, Ercan’ın babasıydı. Bunu duyar duymaz, üçümüz de ayağa fırlayarak hastanenin yolunu tuttuk. Ercan’ın annesi Melahat Teyze’yi koridorda akrabalarıyla birlikte otururken bulduk. Ercan ise ortalarda yoktu. Melahat Teyze’nin yanına gidip, geçmiş olsun diyerek, olanları sorduğumuzda, bize, Tevfik Amca’nın abdest almak için tuvalete girdiğini, girdikten birkaç dakika sonra acıyla bağırarak düştüğünü, yardım istediğini söyledi. Ercan’ ı sorduğumuzdaysa,<br />
“-Gitti evladım. Tevfik amcanın bağırmasıyla, o da bağırarak bir şeyler söyleyip, gitti ama anlamadım. Allah bilir nereye gitti.” dedi yorgun yüzüyle. Tam o anda doktor, kapıya çıktı. Tüm kalabalık, heyecanla doktorun ağzından çıkacak kelimeleri bekliyordu. Doktor,<br />
“-Tevfik Bey, iyi merak etmeyin. Ama geçirdiği felç, vücudunun sol tarafını ve çenesini vurmuş. Maalesef, sol kolunu oynatamayacak. Bacağı hala tepki veriyor. Bir de konuşması bozulabilir. Geçmiş olsun.” dedi.<br />
Kalabalıktan “oh” sesleri yükseliyordu. Tevfik Amca iyiydi. Biz ise, Ercan’ı arıyorduk, ama telefonu cevap vermiyordu. Gidebileceği yerlere de bakmış, ama bulamamıştık. Melahat Teyze, şimdi Ercan için endişelenmeye başlamıştı. Polise haber verildi. Ben ve Kerem ise, belki gelebilir umuduyla geç saate kadar buluştuğumuz kafede oturmuştuk. En sonunda, biz de umudumuzu kesip, evlerimize dağılmıştık. Babam ve annem de, Melahat Teyze’yi arayıp, geçmiş olsun demişlerdi. Ercan’la ilgili kötü bir şey duymamak umuduyla uykuya zar zor dalmıştım. Sabah ezanı okunurken gelen telefon, beni yatağımdan sıçrattı. Ercan’dı arayan. Tüm geceyi, ilçenin dışındaki köye yakın bir yerde bulunan barakada geçirdiğini söyledi bana. Bu baraka, Furkan’ın ağına düşürdüğü kızlarla “daha rahat” olabilmek için gittiği, ahırdan bile daha kötü durumda<br />
olan bir kulübeydi. Yerde serili eski ve pis bir yatak, kül tablaları ve bizden kalan içki şişeleri bulunmaktaydı. Arabayla barakanın olduğu yere gittiğimde, Ercan, ortada yoktu. Etrafa bakınırken, birinin şiddetle cama vurmasıyla yüreğim ağzıma geldi. Ercan’dı. Üstü başı kir içindeydi, ama tuhaf şekilde sırıtmaktaydı. Onu evine götürdüm. Zavallı Melahat Teyze, Ercan’ı gördüğünde koşarak ona sarıldı. Ağlamaya başladı. Ercan’ın yüzü kızarmıştı. Yaptığından utanmış gibi bir hali vardı. Onları bırakıp, eve geri döndüm.<br />
İki hafta kadar yattıktan sonra, Tevfik Amca, taburcu olmuştu. Melahat Teyze, Tevfik Amca’ya iyi geleceğini düşünerek, Ereğli’deki akrabalarıyla konuşmuştu ve bir müddet orada kalacaklardı. O gün, il merkezine sinemaya gidecektik. Arabayla Ercan’ların evinin önünden geçerken kapının önünde gördüğümüz valizler ve evin içinden gelen bağırışlar dikkatimizi çekmişti. Arabayı durdurdum. Bağıranlar, Melahat Teyze ve Ercan’dı. Ercan, rica eder bir ses tonuyla;<br />
“-Anne, neden anlamıyosun? Bişey olmaz, koskoca adam oldum, ben kendi başımın çaresine bakarım. Hem bişey olursa Filiz teyzelere giderim, Ali de orda?”<br />
“-Allah’ın cezası, bütün huzurumuz gitti, sen kalkmış bana ne diyorsun?! Melek teyzenle konuştum bile, bu evden gidiyoruz, bize uygun ev bakacaklar Erdek’ten. Burada daha bir dakika durmam, sen de bizimle geliyorsun.”<br />
“-Anne, bu ev bizim. Erdek’te bizim ne işimiz olur? O zaman siz her şeyi ayarlayın, beni ararsınız, ben arkanızdan gelirim.”<br />
“-Saçma saçma konuşup, beni zıvanadan çıkarma Ercan! Ailen başka yerdeyken senin tek başına serseri gibi ne işin var buralarda?! Zaten kafayı sıyırmana az kaldı evladım, bi de bu evde kal, yarım aklın da gitsin he mi çocum?!”<br />
“-Bana sürekli böyle deyip durma! Siz istediğiniz kadar konuşun, ben gelmiyorum Erdek’e falan. İstediğiniz yere de gidebilirsiniz, beni sürüklemeyin.”<br />
Tevfik Amca, yamulmuş ağzıyla, “Bırakh bu ejjeoğlu ejjeği Melahat, zaten olanların bu itle bi ilgisi var. Kimbilir bilmediği ne boklar karıştırdı. Ne hali varsa görsün!” dedi.<br />
Melahat Teyze, Ercan’ın bu sözüne kızmıştı. Kaşlarını çatarak,<br />
“-Ne bok yiyosan ye!” diye bağırarak telefonu açtı ve taksi çağırdı. Tüm bu olanları arabanın içinden izlemekte-dinlemekteydik. Melahat Teyze, Tevfik Amca’yı da taksiye bindirmeye çalışıyordu. Bir anda Fatma Nine, odasının camından başını uzatarak “Senin oğlan gitti Melahaat!” diye bağırınca, Melahat Teyze’nin kanı çekilir gibi oldu. Hızla arabaya binerek kapıyı sertçe kapattı. Fatma Nine, delici bakışlarını Ercan’a doğrultmuştu. Ercan, yaptığı ortaya çıkmış bir suçlu gibi utanarak, hemen içeriye girdi ve kapıyı kapattı.<br />
Taksinin hızla ayrılmasının üzerinden bir hafta geçmişti. Ve bu bir hafta boyunca Ercan, ne aradı, ne de sordu. Sokakta da görememiştik. Babam dahi, kahveden gelirken evlerinin kapısını çalıp, seslenmiş, lakin Ercan’ın “neşeli” bağırmaları haricinde bir şey duyamamış, eve gelmişti. Dördüncü günün sonunda, geceyarısına doğru, Süleyman, beni arıyordu:<br />
“-Şu salaktan hala haber yok Ali. Gidip şuna bakalım, ne yiyor, ne içiyor?”<br />
Yarım saat sonra Ercan’ların evinin kapısında buluştuk. Ev, dünyanın sonu gibi görünüyordu; öylesine sessizdi. Pencereleri, esen rüzgarda acı acı gıcırdıyor, adeta konuşuyor gibiydi: Ev, sanki vakur bir ifadeyle tepeden ikimize bakıyordu. Kapıyı çaldık. İçeride en ufak bir ışık dahi yoktu. Sokak lambalarının sürekli gidip gelen cılız ışığı olmasa, birbirimizi dahi göremeyecektik. Kapıyı<br />
ikinci çalışımızda, Ercan, kapıyı oldukça yavaş bir şekilde açtı. Uykudan kalkmış gibi bir hali vardı, büyüğünden tokat yemiş çocuk gibiydi.<br />
“-Hayırdır beyler bu saatte?” dedi.<br />
“-Hayrı mı var lan s…ik, günlerdir nerdesin sen? Ne yiyip, ne içiyosun? İnsan bi arar, sorar. Ölüp, gebersen anlayan olmayacak a…na koyayım!” diye çıkıştı Süleyman.<br />
“-Tamam beyler, ben iyiyim, bişeyim yok.” deyip, kapıyı kapatacakken, kapıyı açması için zorladım.<br />
“-Ya tamam kardeşim, teşekkür ederiz, eksik olmayın, eviniz yok mu sizin, s…tirin gidin a…..na koyayım” diyerek, bizi savsaklamaya çalışınca, kızıp, kapıya yüklendim ve içeri girdik.<br />
Ercan, ısrarla bizi dışarı çıkarmaya çalışıyordu:<br />
“-Ya defolun gidin arkadaş, zorla giremezsiniz buraya, yeminle polis çağırıcam şimdi bak!” deyince, Süleyman,<br />
“-Has….tir lan y…..am! diye bağırıp, ışıkları açtı. Evin halini görünce şaşırmıştık. Çünkü ev, ahır gibiydi, hatta Ercan’ın gecelediği o yıkık barakadan bile daha kötü durumdaydı. Her yer pislik içindeydi ve dayanılmaz derecede kötü bir koku, tüm evi kaplamıştı. Evin koridorunda çöpler, bez parçaları vardı. Yerlerdeyse bulgur, şehriye, (muhtemelen pişirmeye çalışıp yapamamıştı) cips ve ekmek kırıntıları vardı.<br />
Süleyman, “-N’olmuş lan buraya?!” demeye kalmadan üst katta, boğuk ve tiz bir çığlığa benzer bir ses ve kapıyı yumruklayan bir şeyin sesini duymamızla olduğumuz yere çivilenmiştik. Ercan’ın olduğu yere dönüp baktığımızda, Ercan orada yoktu. Yukarıdan gelen kapı sesleri artmaya başlamıştı. Ben, bu sesin bir hırsızdan gelmeyeceğine emin olmuştum, ama Ercan’ı burada bırakamazdım.<br />
Süleyman’la ellerimize birer sopa alarak, korka korka yukarı çıkmaya başladık. Sesler, Ercan’ın odasından geliyordu, ama Ercan ortada yoktu. Yavaş yavaş merdivenleri çıkarken, bağırtıların içinde değişik ve tuhaf bir dilde bir şeyler haykırıldığını duyduk. Ne olduğunu anlamaya çalışırken, gördüğümüz manzara, aklımızı yerinden edecekti: Ercan, koridorun tavanına yapışmış haldeydi. Eklemleri ters dönmüştü, karanlığın içinden bize sırıtıyordu. Geriye doğru seğirtmemizle, Ercan, ortadan kayboldu. Odadaki çığlıklar ve kapı sesleri de kesilmişti. Kapının önünde, ellerimizle sopalarla bekliyorduk, ama içeri girmeye cesaretimiz yoktu. İçerde görmek istemeyeceğimiz herhangi bir “şey”in varlığının ihtimali, kanımızı donduruyordu. Tam bu anda, koridorun diğer tarafında yanan ışıkla aniden irkildik. Daha sonra, Ercan’ın yalpalayarak yürüyen silüetini görünce, kalp atışlarımız daha da arttı. Ercan’ın yüzü görünmüyordu; sadece gözlerindeki korkutucu parıltıyı görüyorduk. Delice bir kahkaha attı ve, “Sizi görüyor beyler” dedi.<br />
“-Bizi kim görüyor?” diye bağırarak sordum. Sesimin titrememesine kendim bile şaşırmıştım. Süleyman, kaçmak için merdivene doğru yönelmişti bile. İkinci kez koridorda dikilen tekinsiz silüete bağırarak sordum:<br />
“-Bizi kim görüyor?”<br />
Ercan, arkamızdaki karanlıktan bir anda fırlayarak;<br />
“-O sizi görüyor! ahhahahaha!” diyerek, çılgın kahkahasını atarken, evin içinde buz gibi bir rüzgar esmeye başladı, tüm eşyalar havalanmış, sanki bir şeyin etkisiyle tutulup kaldırılıyormuş gibi bir o tarafa, bir bu tarafa uçuşmaya başlamışlardı. Süleyman, “Allah!” diye bağırarak aşağıya doğru koşmaya başladı. Ben de onunla beraber evden çıkarken, Ercan’ın odasının kapısının yine yumruklandığını duyuyordum. Aşağı indiğimizde, Ercan’ın karanlık odasında kırılıp, parçalanan eşya sesleri ve Ercan’ın belli belirsiz seslerini duyuyorduk. Sokak köpekleri bile huzursuzlanmış, deli gibi havlamaya başlamıştı. Bize alışık olan ve normalde çok sakin bir hayvan olan mahallenin köpeği Arap bile, kudurmuş gibi havlıyordu. Siyah köpek bir anda gözlerini karşı evin camına dikti. Ve uzun bir müddet kıpırdamadan, evin odasını izledi. Köpeğin baktığı oda, Fatma Nine’nin odasıydı. Fatma Nine, camın dışına kadar sarkmış, yine o “ses”ten gelen tuhaf lisana benzer bir dilde lanet okur gibi bir<br />
şeyleri bağırarak söylüyordu. Sesler kesilmişti. Kısa bir sessizlik anından sonra, bir anda yaşlı kadının nefesi, gırtlağına takıldı ve gözleri çay tabağı kadar açıldı. Evin içindeki fırtına, eskisinden daha şiddetli esmeye başlamıştı ve binanın her yerinden boğuk tıkırtılar geliyordu. Belli belirsiz ışıklar Ercan’ın odasında parlayıp sönüyordu. Fatma Nine, o korkunç yüz ifadesiyle çığlık atınca, ilk önce oğlu Sait Abi, yatağından fırlayıp, ışığı yaktı. Işığın yanması ve diğer komşuların uyanmasıyla evdeki ses de kesilmişti, Fatma Nine’nin bağırışları da. Nasıl bir olayın içinde olduğumuzu kestirememiştik, dizlerimiz titriyordu; olanlara anlam veremiyorduk.<br />
Eve gittiğimde, babam ve annem, yüzümün bembeyaz halini görmüş ve neler olduğunu sormuşlardı. O gece ikisi de uyuyana kadar başımda beklediler. Süleyman da gece uyuyamamıştı.<br />
Ertesi sabah uyandığımda, aşağıdan konuşma seslerinin geldiğini duydum. Yüzümü bile yıkamadan aşağı indiğimde, misafir odasında oturan Tevfik Amca ve Melahat Teyze’yi gördüm. Beni görünce konuşmayı bıraktılar ve halimi hatırımı sordular. Ercan’dan haberleri vardı. Endişeli görünüyorlardı. Aradan oldukça zaman geçmesine rağmen (ve Ercan’ın da açıklanamaz bir durumda olmasına rağmen) evlerine gitmemişlerdi. Babam, Tevfik Amca’ya “merak etmeyin” der gibi başını sallıyor, annemse Melahat Teyze’yle çok gizli bir şeyler konuşuyordu.<br />
Kapı çalındı. Herkes, ayağa kalkarken, annem kapıyı açtı. Gelen, Sait Abi’ydi. Yanında Fatma Nine’yi de getirmişti. Fatma Nine, açıklanamaz şekilde tüm gece Ercan’la ilgili şeyler sayıklamış, ama Sait Abi, bunlara bir anlam verememişti. Fatma Nine’nin bilinçsiz halde Ercan’ın büyük bir tehlikede olduğunu söylemesi ve uyanır uyanmaz Ercan’ı görmek istemesi sonucu, Sait Abi, Melahat Teyze’yi aramıştı. Oysa buna gerek yoktu. Melahat Teyze, Ercan’a olan sinirini unutmuş, Tevfik Amca’yı da alıp eve geri dönmüştü. Ve bu insanlar, şu anda bizim evimizdeydiler.<br />
Oturma odasında bir anda müthiş bir sessizlik hasıl olmuştu. Herkes, Fatma Nine’nin yorgun dudaklarından dökülecek kelimeleri bekliyordu. Babam,<br />
“-Sen odana çık Ali. Biraz ciddi bişey konuşacağız, hadi oğlum.” deyince odama çıkmak zorunda kaldım. Kulağıma kulaklığımı takmış, yatağımda müzik dinliyorken, derin bir inleme sesi duymamla, kalkmam bir oldu. Melahat Teyze’nin ağlayışı, evin içini dolduruyordu. Aşağı indiğimde, babam ve annem, Tevfik Amca ve Melahat Teyze’yi sakinleştirmeye çalışıyorlardı. Fatma Nine’nin yüzü çok ciddiydi. Gözlerini tek bir noktaya dikmişti. Neler olduğunu sorunca babam,<br />
“- Ercan’da bazı tuhaflıklar olmuş oğlum. Fatma Nine de iyi değil, sonra konuşuruz. Akşam Tevfik Amcanlara gideceğiz, sen de geleceksin.” dedi. Sait Abi, Fatma Nine’yi götürürken, Melahat Teyze kendini paralıyordu. Ercan’da bir tuhaflık olduğunu zaten anlamıştım, hele de o geceden sonra! Ama bu tuhaflığın boyutu neydi? Ercan’daki asıl tuhaflığın sebebi neydi? Ve o gece kapıyı yumruklayıp, çığlık atan şey. Aklıma gelen “bazı” düşünceler tüylerimi diken diken etmişti.<br />
Tüm bu belirsizlik ve soru işaretleri, beni heyecanlandırmıştı. O gün, akşamı zor ettim. Eve giderken, babam, Kerem’i de yanıma almamı söylemişti. Eve vardığımızda, babam, Sait Abi ve Fatma Nine, bizdelerdi. Melahat Teyze ve Tevfik Amca da, komşularında kalıyorlardı. Kimse konuşmuyordu. Yine o tuhaf sessizliğin eşliğinde, hazırlanıp, Ercan’ların evinin yolunu tuttuk. Sait Abi’nin elinde büyükçe bir poşet vardı. İçinde ne olduğunu merak ederek Kerem’le birbirimize baktık. Babam, kapıyı anahtarla açtığında, kapı, büyük bir gürültüyle gıcırdayarak açıldı. Bu seferki koku, öncekinden daha kötüydü. Artık, insan pisliğine benzer kesif bir koku vardı evin içinde. Babam,<br />
“-Ercan? Nerdesin oğl..” demesine kalmadan Fatma Nine, eliyle babamın ağzını tutarak,<br />
“-Sus!” dedi. Babam, şaşkınlıkla Fatma Nine’ye bakıp,<br />
“-Fatma Teyze, istersen Gökyalı’daki Sadullah Hoca’yı çağıralım. Neyse veririz parasını, o ilgilenir bu işle, ne dersin?”<br />
“-Sadullah Hoca’ymış!” diye tısladı Fatma Nine. “Para için kendini şekilden şekle sokar o şarlatan! Şeytan görsün yüzünü inşallah! Onu getirseydiniz, şimdiye çoktan ölmüştünüz!” deyip, Arapça bazı sözler okumaya başladı. Ve bu kelimeler, Kuran’daki ayetlere pek benzemiyordu. Sadece arada Nas suresini okuduğunu çözebiliyordum. O anda, Fatma Nine’nin Balkanlardan ailesiyle buralara göç ettiği aklıma geldi. Fatma Nine, “bu işleri” gayet iyi bilen bir kadındı. Ercan’daki tuhaflığı ve o kapıdaki “şey”in ne olduğunu Fatma Nine ortaya çıkarabilirdi.<br />
Fatma Nine’nin yüzü bir anda değişti. Yüzü, çok sakin bir ifade almıştı. Sessizce evin salonuna doğru ağır ağır yürümeye başladı. Babam ve Sait Abi de şaşkın gözlerle onu takip ediyorlardı. Bizim ise tümden kafamız karışmıştı. Bir filmin içindeymiş gibi hissediyorduk.<br />
Fatma Nine, evin büyük salonuna ilerledi ve ortadaki büyük misafir masasının baş köşesine narin bir genç kız edasıyla oturdu. Yüzünü bize dönmeden; “-Sait!” diye boğuk şekilde seslenince, Sait Abi, poşetteki şeyleri masanın üzerine yerleştirmeye başladı: Masanın etrafına ve evin çeşitli yerlerine mumlar koyup, yakmamızı tembihleyerek minik bir başka poşeti elimize tutuşturdu. Babam da bize yardımcı oluyordu. Mumları yaktıktan sonra Fatma Nine, poşetten büyük bir bakır kabı çıkararak, tam önüne koydu. Yanımızda getirdiğimiz kağıt ve kalemi isteyerek, kağıda ufak ufak Arapça yazılar yazmaya başladı. Hafızasını zorlayarak, unuttuğu yerleri de hatırladı ve kalemi bakır kabın yanına yavaşça bıraktı. Sonra bir muska daha hazırlayarak, sağ avucunun içinde sıkı sıkı kavradı ve bize dönerek;<br />
“-Oğlana ait bişey lazım! Tez bulun getirin! Hemen!” dedi. Kerem ile artık harabeyi andıran evin içinde Ercan’a ait bir şeyler bulmaya çalışıyorduk. Mum ışığını bırakın, normal ışıkta dahi bir şeyler bulabilmek çok zordu. Biz herhangi bir eşya ararken, Sait Abi, bakır kabın içini suyla doldurmuştu. En sonunda misafir koltuklarının arkasında Ercan’ın küçüklük resmini bulan Kerem seslendi: “Buldum!” Fatma Nine, “Getirin!” dedi ve resmi alır almaz bakır kabın içine<br />
attı. Yazdığı ilk Arapça yazılı kağıdı da muska şeklinde katlayıp, kaptaki suya bıraktı ve Arapça bazı sözler mırıldanmaya başladı. Babam ve Sait Abi, içlerinden bildikleri tüm duaları okuyorlardı. Artık gizlemeye çalıştıkları korkuları galip gelmiş gibiydi. Ercan ise, hala ortalarda görünmüyordu. Fatma Nine, sözleri okurken hızlanmaya başladı, sonra sesini yükselterek bazı şeyler söyledi ve sözünü bitirir bitirmez, odada yaktığımız tüm mumlar aynı anda söndü. Babam ve Sait Abi, yanımızda getirdiğimiz fenerleri yakmaya çalıştılarsa da fenerler yanmadı. Korkumuz, paniğe dönüşmek üzereydi. Korkan Kerem, telefonunun flaş ışığını yakmak için telefonunu cebinden çıkardığında, telefonun sinyal almadığını fark etti. Saat, üçü dört geçiyordu. On saniye kadar sonra, Fatma Nine’nin tam önündeki mum, tekrar alev aldı. Işığı görmemizle, rahatlar gibi olmuştuk, ama gördüğümüz manzara daha da korkunçtu: Fatma Nine’nin gözlerinin karası gitmiş, bembeyaz iki boş yuvarlak haline gelmişti. Titremekteydi. Donuk gözleri, tek bir noktaya bakmaktaydı: Masanın karşı ucunda bir bayan silüeti dikilmekteydi. Arkasındaki pencereden seçildiği kadarıyla, saçları dağınıktı; elleri pençeye benziyordu. Hatları tam belli olmamakla birlikte, sürekli değişiyor, sanki dünyada var olan her insanın şekline giriyordu. O an yaşadığımız korkuyu tarif edecek kelimeleri bulamıyorum. Yüzü, loş ışıkta net görünmüyordu; durduğu yerden bizi izlemekteydi. Bir an kafasını yavaşça yana eğip, kaşlarını çattı. Yine o bilinmez, delirtici lisanda, boğuk bir sesle avaz avaz haykırmaya başladı. Hareketleri, birine, ya da birilerine küfür eder gibiydi. Bilinnmeyen bu “silüet”, tüyler ürperten sesiyle bir şeyler daha söyledikten sonra çığlık atarak Fatma Nine’ye hamle edip, gözden kayboldu. Fatma Nine, hemen ayağa kalktı. Normale dönmüştü, bağırarak Nas-Felak surelerini okudu ve sağ elinde tuttuğu muskayı, kaybolan silüete doğru savurduğu anda, ömrüm boyunca unutamayacağım korkunç bir çığlık koptu ve masanın tam ortasında aniden harlı bir ateş yanmaya başladı. Bir müddet yanan ateşin sönmesiyle, korkunç çığlık sustu ve odadaki tüm mumlar tekrar alevlendi. Fatma Nine, gözlerini açtığında yorgun düşmüştü; olduğu yere yığılacakken, babam ve Sait Abi son anda onu yakaladılar ve salondaki büyük bir koltuğa oturttular.<br />
Fatma Nine, soluk soluğa kalmıştı. Ağzından dökülen cümleler, psikolojimizi yıllarca darmadağın edecek korkunç cümlelerdi: “-Oğlan ecinni kıza kapılmış<br />
Mahir! Ecinni de oğlanı sahiplenmiş. Rayha’dır adı. Oğlan cahillik edip, Güzdil yamacında geceyarısı incir dibine abdestini etmiş Mahir! Diğerleri aklını esir edip çarpacakken yetip, sakınmış oğlanı kendi kabilesinden!” Babamın yakasına yapışmıştı, babam da dehşete düşmüştü, ama korkusunu bastırıyor, Fatma Nine’yi sakinleştirmeye çalışıyordu. Fatma Nine devam etti: “Paylaşmaz oğlanı kimselerle! Anası dahil, çocuğun ailesindeki, yamacındaki avradın vay haline!” deyip, babamı yakasından kendine çekti. Babamın kulağına, “Az kaldıydı Mahir! Ecinniyi yakıp, kül edemedim! Canı yandı, korktu, yel olup gitti uğursuz! Bizim için de gelecek! Hepimiz için gelecek!” dedi ve fenalaştı. Babam, “-Hadi gidiyoruz, gidiyoruz! Çıkın buradan!” dedi ve hepimiz koşarak evden dışarı çıktık. Sait Abi, arabasını evin önüne park etmişti. Fatma Nine’yi arka koltukta bize emanet ederek kontağı çalıştırdı ve uzaklaştık. Tepeye çıktığımız akşam, Ercan’ın dizinin ters dönmesinin ufak bir “sakarlık” olmadığını, evde sürekli Kuran-ı Kerim okuyan Tevfik Amca’nın neden “anlaşılamaz bir şekilde felç geçirdiğini” anlamıştık.<br />
Ertesi sabah, telefonun sesiyle uyandım. Arayan Ferhan’dı. Sesi endişeliydi: “-Abi, Aslanlar Mahallesi’ndeyim, bi gelsene, Merve kötü durumda, çok yalnız kaldım, nolur yanımda ol.” dedi. Neler olduğunu sormak, aklıma bile gelmemişti. Ferhan’ların evinin önünde büyük bir kalabalık vardı. İçeriden ağlama sesleri geliyordu. Koşarak Ferhan’ı bulduğumda bana, Gözde’nin öldüğünü söyledi. “Nasıl olur?” diye sorunca, anlatmaya başladı. Akşam eve geldiğinde Gözde’nin huzursuz bir hali varmış, evde babannesinin okuduğu Kuran-ı Kerim’den rahatsız olup odasına çıkmış. Sonra, geceleyin, yine babannesi tuvalete kalktığında Gözde’yi evin koridorunda ayakta dikilirken görmüş. Gözleri açıkmış ve duvarı izliyormuş. Babannesi uykusunda gezdiğini sanarak, yatağına geri dönmüş. Öyleymiş de. Gözde, bir saat sonra koridorda “birileriyle” konuşarak, evin bahçesine inmiş. Elinde de Ferhan’ın okulda kullandığı maket bıçağı varmış. Ve bahçedeki çeşmenin başında önce iki gözünü oymuş, sonra da gırtlağını boydan boya keserek, kendini öldürmüş. Bunları Ferhan’a anlatan babannesi de ruh gibi olmuş, evin verandasında oturmaktaydı. Merve’nin gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü, bayılmak üzereydi. Kimseyle konuşmuyor, cevap vermiyordu. Şok olmuştum. Daha sonra bu olayın, önceki tuhaflıklarla ilgisi olduğunu düşündüm ve<br />
parçalar yerine oturdu: Gözde, Ercan’ın hoşlandığı kızdı. Gözde, Ercan ile ilgilenmese de, Ercan’ın Gözde’ye olan ilgisi azalmamıştı. Gözde’yi korkunç şekilde öldüren, geçen gece Fatma Nine’nin yakmaya çalıştığı ecinniydi. Ercan’ı Gözde’den delicesine kıskanmıştı.<br />
O günü beraber geçirmemize rağmen, ne ben, ne Kerem, ne Süleyman, ne de Furkan, bu konuları konuşmak istemiyorduk. Büyülü bir tepede, lanetli ve tüm cinleri etrafına toplayan bir ağacın dibinde biraz “fazla” vakit geçirmiştik. Bunun gerçekliği hepimizi dehşete düşürüyor, ağzımızı açmak istesek de bir şey diyemeden ağzımızı kapatıyorduk. Belki de Gözde suçluydu? Ne olurdu ki Ercan’a karşılık verseydi? Ya da ailesindeydi suç belki de? Melahat Teyze, sürekli “yarım akıllı” deyip, belli etmese de, hor gördüğü oğluyla biraz daha ilgilenip, sorunlarına kulak kabartsaydı, belki de bunlar hiç olmayacaktı? Ve artık biz de tehlikedeydik. O şey, uykumuzda, lavaboda, tuvalette, odada, her yerde gelip, bizi bulabilirdi. Artık ölmekten değil, aklımızı kaçırmaktan, deliliğin sınırlarını zorlayıp, benliğimizi kaybetmekten korkuyorduk. Gözlerimizin perdesi kalkmıştı, artık o “şey”i asıl suretiyle görebilmiştik çünkü. O günün nasıl geçtiğini hiçbirimiz anlamadık. O gece gördüklerim, bir an bile aklımdan çıkmıyordu. Babam ve annem de bendeki dehşeti sezmişlerdi, ben yokken aralarında fısıltıyla bir şeyler konuştuklarını duyuyordum. Eve dönerken, o geceki görüntüler geliyordu gözümün önüne; o ecinninin masanın ucunda duruşu, korkunç sesi, Fatma Nine’nin okuduğu o Arapça sözler… Tüm bu düşüncelerimi, Sait Abi’lerin evinin önündeki bağırışmalar dağıttı ve nasıl oldu bilmiyorum, oraya koşmaya başladım. Gittiğimde, babam ve Sait Abi, bir evsizi kollarından tutmuş, sakinleştirmeye çalışıyordu. Yaklaştıkça, o evsizi tanıdığımı fark ettim: O evsiz, Ercan’dı. Ağza alınmayacak küfürler savuruyor, bağırıyordu:”- Sizin sülalenizi s….rim ulan, beni ondan ayıramazsınız!”. Babam, Ercan’a iki tokat patlattı.<br />
“-Ne diyorsun ulan sen?! Aklın gitmiş artık senin! Bi sakinleş, kendinde değilsin, yeter artık!” diyordu. Ercan’ın elinde büyük bir ekmek bıçağı vardı ve üstü başı kan içindeydi! Ercan, Fatma Nine’yi öldürmek için eve gelmişti! Fatma Nine, o akşam ecinniyi yakarak yaralayınca, Ercan da intikam almak için eve kadar gelmeyi göze almış, ama başaramamıştı. Fatma Nine’nin gelini Hatice Abla, onu engellemeye çalışmış, Ercan da elindeki ekmek bıçağını ona savurmuş,<br />
ama sadece kolunu yaralamıştı. Sonrasında Hatice Abla’nın çığlıklarına yetişen Sait Abi’nin çırağı Volkan, eve girip, Ercan’ı bayağı bir hırpalayarak dışarı çıkarmıştı. Olduğum yere kalakaldım. Ercan ağlamaya başlamıştı: “Nasıl kıydınız ulan ona!” Ercan’ın ağzından çıkan son cümle, “Beni ondan ayıramayacaksınız!” olmuştu. Ercan’ı, gelen polis arabasına bindirirlerken, o, hala küfür etmeye devam ediyordu. Babam hemen hazırlanmamı, bir müddet Urla’daki Veysel amcamların yanında kalacağımı söylemişti. Yüzündeki ifade çok tedirgindi, Ercan’a olabilecek şeylerin aynısının bana da olacağını biliyordu. Ayrıca benim bilmediğim, ama onun iyi bildiği bazı şeyler olduğu kesindi. Eşyalarımı hazırladım, istemesem de otogarın yolunu tuttum. Arkadaşlarımla bile vedalaşamamıştım, ne zaman döneceğim belli bile değildi. Telefondan gittiğimi söyleyince hepsi doğal olarak çok şaşırdılar. Urla’daki Veysel amcamın işlettiği mütevazı butik otelde işe başlamıştım artık. Babamı, annemi her gün arıyor, iyi durumda olup, olmadıklarını soruyordum. Arkadaşlarımı da mutlaka arıyor, Ercan’ı da soruyordum tabii.<br />
Yaklaşık 4 ay sonra, Ercan’ın akli dengesi yerinde olmadığı için gözetim altında tutulmak kaydıyla serbest kaldığını öğrendim. Ve Fatma Nine’nin yine bazı hocalardan yardım alarak, dişi ecinniyi dualarla eve kıstırıp, keserek öldürdüğünü de. Ercan’ı sahiplenen Rayha’nın sonu, Ercan’ı daha da delirtmiş. Ercan’ın salınmasından bir hafta sonra, Fatma Nine’nin gece vakti evin arkasındaki büyük çınar ağacına kendini astığını da öğrendim daha sonra. İntikam isteyen Ercan, Gökyalı’daki meşhur paragöz Sadullah Hoca’nın emrindeki tüm ifritleri, Fatma Nine’nin üzerine salmıştı. Bununla da bitmemişti. Başka eve yerleşen Melahat Teyze ve Tevfik Amca da maalesef bu şeytana uymuş canavarın kötülüğünden nasibini almıştı. Fatma Nine’nin kendini asmasının üzerinden daha bir ay geçmemişken, komşuları, Melahat Teyze’yi gecenin üçünde çırılçıplak vaziyette evin arkasındaki fındıklığa doğru kahkahalarla koşarken görmüşler, peşinden gidenler de Melahat Teyze’yi elleri ve ayakları ters dönmüş şekilde bir incir ağacının dibinde kaskatı halde bulmuşlar. Bir hafta sonra da Tevfik Amca, yatsı namazını kılarken evin içinde “birilerinin” koşturduğunu duymuş, ama namazda olduğu için oralı olmamış. Secdeye kapandığı anda üzerine “bir şeylerin” çöktüğünü hissetmiş, kafasını<br />
dahi kaldıramamış secdeden. Olabildiğince namazına odaklanmaya çalışmış, ama korkusu galip gelmiş. Gözlerinden süzülen yaşlara rağmen, içinden duasını okumaya devam etmiş, lakin namazı bitince evdeki “koşuşturmalar” devam etmiş. Bir de kağıt yırtılması gibi sesler duymuş ayrıca. Bu, Tevfik Amca’nın babama hastanede anlattığı son şeylermiş. Babam, Sait Abi ve birkaç kişi daha eve girdiklerinde Tevfik Amca’yı kaskatı bulmuşlar, ama bilinci yerindeymiş. Evin tuvaletine girdiklerindeyse dehşete kapılmışlar: Tuvalette yırtılmış Kuran-ı Kerim sayfaları bulunmaktaymış. Tevfik Amca, fazla dayanamadı. Ercan’sa, bu süreçte ortalıkta dahi görünmedi. Ve şu an karşımda sırıtarak bana bakıyor. Odamda sadece ikimiz varız, bağırıyorum, ama sesimi kimse duymuyor. Ben bağırdıkça Ercan, ters dönmüş ayaklarıyla bana sırıtmaya devam ediyor. Hissettiğim kadarıyla, ölümüm artık çok yakın.<br />
.Unknownnoreply@blogger.com1