18 Temmuz 2017 Salı

Kaset 5: Istrancalı

Ersin, kaseti sürdükten sonra, Istranca diye bir yer olup olmadığını düşünmeye başladı. Gazetenin spor servisinden ve futbola olan ilgisinden dolayı, bu kelime, Balkan bölgesini çağrıştırmaktaydı. Romanya ve Romenler geldi aklına; orası değilse bile muhtemelen ya Bulgaristan ya da Arnavutluk taraflarına dair bir kelimeydi bu.

Görüntüler cızırtı ile açılmıştı. Ekranda sarışın ve oldukça güzel bir kız, telefonu ile kayıttaydı. Odada yüksek sesle yabancı müzik çalıyordu. Kız, ayaklarına oje sürerken, müziğe de eşlik ediyordu. Sonra, kamerayı odanın içine doğrulttuğunda, iki kız daha görüldü. Kızlardan birisi esmerdi; diğeriyse kızıl saçlıydı. Kızıl saçlı olanı, "Öff Cansu, çek şunu, manyak mısın?" diyerek, Cansu'nın eline vurmuştu. Cansu, telefonu düzeltti ve tek tek arkadaşlarını tanıtmaya başladı: "Evet, şu elime vuran deli kaltak (gülüşmeler) kendisinin adı Nazlı. Hobileriii, Instagram, Facebook ve Periscope'da götünü açmaya bay... (tekrar gülüşmeler)" Nazlı bağırdı: "Amına koyiiim senin Cansuu. Ağzına sıçıcam senin. Cansu, tekrar gülerek kamerayı diğer kıza çevirdi: "İşteee bu gördüğünüz asık suratlı kezo daaa, Sibel. Sibeeeel, selam versene tatlııım?" Sibel, donuk bir şekilde kameraya bakıp, tekrar tırnaklarını törpülemeye devam etti. Cansu, bir anda ayağa kalkarak, "Eveeet, şimdi bu gördüğünüz harika şeyiiii, bitanecik kocacım Taylan'cım bana aldıııı, artıııı aşkım beni göl evine götürüyoo, o yüzden bu gece aşkıma sürprizim vaar" dedi. Kamera, yatağın üzerinde duran kırmızı IPhone'u çekiyordu. "Ayyyy" diye çığlık atan Cansu, kaydı durdurdu.

Görüntü tekrar geldiğinde, Cansu, sokaktaydı. Kayıt işini ise Nazlı'ya devretmişti. Sokağın başından gelen gürültü ile Cansu kameraya döndü ve çocuk gibi ellerini çırparak, "Aaaaiiyy, geldi işte aşkıcım" diyerek gülümsedi. Elindeki telefona tüylü bir kılıf takmıştı ve histerik şekilde telefonu elinde küçük bir kız gibi sallamaktaydı. Sokağın başında onları bekleyen beyaz BMW'nin şöför koltuğunda, güneş gözlüklü iki genç oturuyordu. Kızlar, çocuklara el sallayarak, arabaya bindiler. Nazlı, ön kameraya geçti ve dudaklarını büzerek muzipçe bir poz verdi. Görüntü kesildi.

Gençler, göl evine varmışlardı. Gerçekten bu evin manzarası şahaneydi; kızlar hemen göl iskelesine koşarlarken, erkekler de valizleri eve taşıyorlardı. Taylan, elindeki valizleri yere bırakıp, kameraya bağırdı: "Alp, biz salağız di mi amına koyayım. Bırak şu telefonu da, gel yardım et." Alp ise, çaktırmadan Nazlı'yı çekmeye çalışıyordu: "Geliyorum abi, geliyorum. Mert, kanka şu ağır olanı alalım da diğerlerini tek tek getiririz." Mert, ağzında sigarasıyla bagajın arkasındaki valizi çıkarmaya çalışıyordu. Görüntü değişti.

Görüntü, evin verandasındaydı. Gençler, viskilerini yudumlarken, bir yandan da Taylan'ın problemini konuşuyorlardı. İçeriden deli gibi müzik geliyordu. Alp, "Nolucak şimdi abi? Napıcaksınız yani?" diye sordu. Taylan, alnını ovuşturarak, "Nerden bileyim abi. Diğer büyük mekanın patronuyla birbirlerine girmişler işte. Adam taşşaklı. Bizimki de bi iş olmasın diye buraya iteledi beni." Mert, "Mekan gidiyo mu şimdi yani? Koskoca Seyfi Saner mekanını elden çıkarıyo vay be" dedi. "Onun gibi bişey. Alacaklarına karşılık istemiş mekanı." diye yanıtladı Taylan. Verdiği cevap, Alp ve Mert'in hoşuna gitmemişti. İkisi de derin bir of çektiler ve viskilerini yudumlayıp, içeriye girdiler. Alp, Nazlı'yı gecelikle görünce bir an duraksadı ve kaydı durdurdu.

Görüntüler, büyük bir gürültüyle açıldı. İyice sarhoş olan Cansu, üzerinde geceliği ile Taylan'a sarılıyordu. Sürekli bir şeyleri kayda alıyordu. Taylan, moralsiz şekilde Cansu'yu boynundan öptü. Cansu, coşmuş şekilde sürekli bağırıyor, Alp'e kucak dansı yapan Nazlı'yı ve Mert ile yakın temas halinde olan Sibel'i görüntüye alıyordu. Cansu, televizyondaki müzik klibini çekmeyi de ihmal etmiyordu. Biraz sonra, Nazlı, çırılçıplaktı, Sibel ise Mert'in kucağındaydı. Cansu, klipteki kalça dansını yapmak için Taylan'ın önüne geldi, görüntü televizyona geldiğinde, bir anda televizyon cızırdamaya başladı. Müziğin kesilmesiyle herkes, televizyona bakakalmıştı. Görüntü netleşirken, ekranda 20'lerden kalma bir müzik eşliğinde bir reklam oynamaya başladı: "Borçlarınızdan dolayı iflas mı ettiniz? Eşiniz sizi aldatıyor mu? Alacaklılar artık sabrınızı mı zorluyor? Hiç dert etmeyin! Istrancalılar Hukuk Bürosu, emrinize amade. Artık boynunuz bükük dolaşmak zorunda değilsiniz! Hemen 666 7 666'yi arayın, deneyimli personelimiz size 7 gün 24 saat boyunca hizmet verecektir!" Reklamdaki boğuk ses, aşırı derecede mutlu bir sesti. Reklamın görüntüsü ise, sesin okuduğu metinlerden oluşuyordu. Cansu, "Bu ne yaaa!" diyerek, kanalı çevirdi. Fakat, diğer kanallarda da aynı reklam oynuyordu. Bir kaç kez kanalı çevirdilerse de, sonuç aynıydı: Tüm kanallarda aynı reklam vardı. Mert, ayağa kalkarak, televizyona vurmaya başladı. Çabaları faydasızdı. "Noluyo abi yaa?!" diye çaresizce ekrana bakıyordu. "Artık eskidi abi bu, bırak uğraşma." diye cevap verdi Taylan. Mert, son bir kez daha şansını denemek için sertçe televizyona vurduğu anda, televizyondaki ses, daha da artmıştı. Mert, ".mına kodumun televizyonu!!!!" diyerek fişi çekti. Televizyon, kapanmakta direnir gibi, yavaşça kapandı. Saniyeler içinde, hepsinin telefonuna gelen mesaj aynıydı: TV'deki reklam, metin olarak telefonlarına gelmişti. Sinirlenen Taylan, "Neymiş bakalım bu? .mına kodumun sahtekarları." diyerek, numarayı aradı. "İyi akşamlar ben Tay..." derken, evin kapısı çalındı. Nazlı ve Sibel, koşarak üst kata çıktılar. Erkeklerse, toplanmaya çalışıyordu. Taylan, herkesin müsait olduğunu kontrol edip, kapıyı açtı. Kapıda gelen biri yoktu; aynı televizyondaki cızırtılara benzeyen insan suretinde bir silüet, kapıda görünüyordu. Silüet kamburdu; burnunun uzunluğu ilginç şekilde seçilebiliyordu. Silüet çok nazik şekilde eğilerek, "İyi akşamlar Taylan Bey, değil mi efendim?" dedi. "Evet, benim.". Cansu, ön kameraya geçmişti. Bol makyajlı ve hafif botokslu yüzünün ifadesi sıkkındı. "Uuff yaa, azına sıçıcam senin Taylan. Bozuldu bu telefon yea! Uf!" diye hayıflanarak kayda devam etti. Arada telefonun ekranına vuruyor, menülerini değiştiriyordu. Puflayıp, sıkılmayı da ihmal etmiyordu. Ekranda silüet gibi görünen adam konuşmaya devam etti: "Bize yaptığınız çağrıyı, patronumuza ilettik. Size tez elden ilgi ve alaka göstermemizi emrettiler efendim." Cansu, Taylan'ın arkasında duruyordu. O esnada, üst kattan giyinip gelen Nazlı ve Sibel göründü. Garip adam, kızlara dönüp baktı ve "Bu hanımlar zevceleriniz mi efendim?" diye sordu. "Evet" diye tedirgince yanıt verdi Taylan. Cansu, yanına gelen kızlara, "Ya baksana bebeğim ya, bu bozuk galiba, azına sıçiyim bu Taylan'ın ben! Bi baksana yea, herhalde kamera ayarlarından; baksana adam cızırtı gibi görünüyo" diyerek, telefonu Nazlı'ya verdi. Nazlı'nın telefondaki hırslı ve agresif parmak hareketlerinin sesleri duyulabiliyordu. Sonra silüet, eğik bedeni üzerinde ayrıca hareket ediyormuş gibi görünen kafasını daha da eğerek, Cansu'ya gülerek bir bakış attı: "Mühim maruzatınızı patronumuz, bizzat kendisi duymak ister. Mümkünse zevceleriniz ile." dedi. "Kendisi burada mı?" diye yanıtladı Taylan. Silüet, "Elbette buradadır. Kendisinin sağlığına zeval gelmesin, çoğu şeyden haberi oluverir!" dedi. Şaşıran Taylan, "Tabii, gidelim." deyince, Cansu, yavaş bir ses tonuyla, "Aşkım ya, bu telefon bozuk" diye çıkıştı. Taylan, "Kızım saf saf konuşma, biz neyin peşindeyiz, bunun aklı telefonda, siktirme şimdi telefonunu. Hadi üstüne bişey giy hadi." dedi ve Cansu, kaydı durdurdu.

Kaydı tekrar başlatan, Cansu'ydu. Hala, telefonu kurcalıyordu. Kayıt, sürekli sonlanıp, yeniden başlıyordu. Her seferinde farklı efektlerle kayıt yapıyor, düzelip düzelmediğini anlamak içinse, Silüet Adam'ı çekiyordu. Taylan ise silüeti takip ediyordu. Alp ve Mert ise arkadan geliyorlardı. Kızları arkadan geliyolardı. Silüet, onları patika yolda bekleyen ve 30'lardan kalma gibi görünen bir Mercedes'in yanına doğru götürüyordu. Araba, simsiyahtı. Genel hatları itibariyle arabadan çok, tekerlekli bir şatoya benziyordu. Arabanın hemen dibinde, belli belirsiz, ama daha ufakça bir silüet daha belirdi. Kambur silüeti görünce ayağa kalktı ve hırlamaya başladı. Ufak silüet, bir köpek olmalıydı. Yabancılara saldıracakken, kambur silüet, köpeğe, "hiç lüzumu yok" deyince, köpek olduğu yere çöktü. En az at arabasının boyunda olan iri yarı başka bir adam vardı. Öyle iriydi ki, Cansu onu hareket edene kadar farketmedi bile. Adamın devasa sureti, Cansu'nun telefonunda aynı korku filmlerindeki "öcülere" benzemekteydi. Dev adamı gören Nazlı, çığlığı bastı. Erkekler de tedirgin olmuşlardı. Kambur adam, gençlere dönüp, "burada bekleyin, patronumuz da sizleri pek merak eder beyzadem" deyince hepsi, arabanın önünde beklemeye başladılar. İri yarı adam, arabanın kapısını açarken, Cansu, telefonuna yüklediği bir uygulamayı karıştırıyor, aynı zamanda kayda da devam ediyordu. Görüntülerin renkleri çok hızlı değişiyordu. "Uff yaaa, bunun ayarlarını bozmuşlar!!!!" diye pufladı. En sonunda bulduğu bir efekt, silüet görünümünü yok etmişti. Şimdi herkes, Taylan ve grubu dahil olmak üzere, normal görünüyordu. Cansu, kambur silüetin ve arabacının yüzlerini gördüğünde, içini bir dehşet kapladı. İkisinin yüzleri de korkunçtu. Arabanın kapısı gıcırdayarak açıldı. Bir kaç saniye hareketsizlikten sonra, tok bir ayak sesi, arabanın basamaklarında duyuldu. Arabanın içi, zifiri karanlıktı; ilk seste irkilen çocukların şaşkınlığı, daha da artıyordu. Ayak sesleri, üç kere daha duyuldu. Arabadan inen, en az kapıyı açan adam kadar uzundu; ama ne hikmetse onun kadar enine kalıplı değildi. Üzerinde vücuduna tam oturan simsiyah bir takım elbise, başında da yüzünü neredeyse tamamen gizleyen bir fötr şapka vardı. Omuzları çok geniş ve sağlamdı; onları gece gibi örten uzun saçlara sahipti. Neredeyse yıkılmayacak gibi heybetli duruyordu. Adamın bu heybeti karşısında gençlerin dili tutulmuştu adeta. Cansu bile, adamın hatlarını daha net görebilmek için karanlıkta onu daha net çekmeye çalışıyordu. Uzun boylu adam, kambur adama, "Fatin, biçare beyzade bu mudur?" diye neşeli bir ses tonuyla sordu. Fatin, "Budur efendim. Şahsen tanışmak isteğinizi kendilerine ilettim, talebinize istinaden buradalar, maruzatlarını da bizatihi bildirecekler." deyip, kenara çekildi. Uzun adam, Taylan'a doğru ilerleyip, "Önce sizlere kendimi tanıtayım." dedi. Başındaki fötr şapkadan yalnızca pala bıyıkları ve uzun, kemerli burnu seçilebiliyordu. Yüzünde anlamsız bir gülümseme vardı. "İsmim Şerruh Istrancalı'dır genç bey." Sonra dönüp, kızlara doğru bir bakış attı ve Fatin'e dönüp, sitemkar şekilde, "Osmanlı adabından nerelere geldiğimize bir bak Fatin!" diye gürledi. Sonra Taylan'a yaklaşarak, "Şu naçizane ömrümde şu devirdeki rezalet kadarını görememişimdir. Saneroğlu Taylan, nedir maruzatın?" diye sordu. Çocuk, karanlıkta bir gölge gibi duran adama şaşırarak, "Adımı nerden biliyorsunuz?" diye haykırdı. Şerruh, gülümseyerek, Taylan'ın tam karşısına dikildi ve "Taylan bey oğlum, Fatin size kendi aramızda yoğun istişare yaptığımızdan bahsetmedi mi?" dedi. Taylan, adamın nefesini hissettiği anda, donup kaldı ve kekelemeye başladı. Taylan, "Şe,Şerruh Bey, ailemize ait bir mekanı alacaklılar...Alacaklarına karşılık istiyorlar. Vermezsek, yarın bizi öldürmekle tehdit ediyorlar." diyebildi. Şerruh, dişlerinin arasından hafifçe nefes vererek güldü ve tekrar arkasını dönmeden, "Eski zamanları hatırlar mısın Fatin? Karı kısmına konuşmaktan aciz şu cahil sabiler, erkek olmayı tez elden öğrenmişler nihayetinde." dedi. Fatin, onu başıyla eğerek onayladı. Şerruh, elini Taylan'ın omzuna babacan şekilde koyup, "Ben ve hizmetkarlarım sizi içinde olduğunuz elemden kurtaracağız. Tasalanmayınız." dedi. Adamın elini vücudunda hisseden Taylan, kesik şekilde titredi. "Hanenizi, yerinizi, yurdunuzu Fatin'e bildirin. Gerisi bizim zahmetimiz." deyip, arkasını döndü. Ağır adımlarla arabasına yürümeye başladı. Adam, öylesine heybetliydi ki, tüm bunları kayda alan Cansu bile büyülenmiş gibiydi. Uzun boylu adam ve kahyası, arabaya tekrar bindiler ve acı bir kamçı sesiyle kişneyen atların çektiği araba, karanlığın içinde kayboldu. Kendilerinden geçmiş gibi sersemleyen gençler birbirlerine bakakaldılar. Cansu, olan biteni umursamamış, Nazlı ve Sibel'e, "Doğru efekti buldum kızlaaaar." diyerek, kaydı durdurdu.

Görüntüler, pahalı bir gece kulübünün alt katındaki kapalı otopark alanını görüyordu. Kaydı yapan, yine Alp'ti. Mert de oradaydı. Gece kulübü ise kapalıydı. Taylan ise çok gergindi. Sürekli telefonda konuşuyor, arayabileceği yerleri arıyordu. Dönüp, diğerlerine, "Yok abi, bu adam gelmeyecek herhalde. Hem gelse bile dünyaları ister bu adam! Ne yapıcaz Allah kahretsin!" diye bağırdı. Mert, onu sakinleştirmek için, "Sakin ol abi, vakit daha erken. Sonuçta ismini cismini biliyordu bu adam, ona göre de hazırlığını yapmıştır." diye yanıtladı. "O da ayrı bi mevzu, iki laf etmeden herif şeceremizi çıkardı amına koyayım, kimbilir kimin nesi" diye yanıtladı Taylan. Tam o esnada, otoparkın giriş kapısında iki el silah sesi duyuldu. Taylan, "Ananı sikiyim, geldiler." diye umutsuzca bağırdı. Alp, telefonu arabanın üstüne koyup, belindeki silahın şarjörünü çekti. Mert de hazırdı. Altı adet lüks araba, hızlıca yanyana durdu. Arabadan inen adamlar, Şerruh'un adamlarına hiç benzemiyordu. En arkadaki arabadan inen göbekli bir adam, purosunu yaktırdı ve ağır ağır yürüyerek, "Taylan, babana selamlarımı ilet. Alacaklar için gelmiştik evladım." diyerek gülmeye başladı. "Burada kimin eski, veya kimin daha iyi iş yaptığı önemli değil çocuğum. Kimin daha güçlü olduğu önem..." Lafını bitirmeden otoparkın ışıkları gitmişti. Kısa bir karanlıktan sonra jeneratörlerin sesi duyuldu ve ışıkların bir kısmı kısa aralıklarla yanmaya başlamıştı. O anda otoparkın girişinden gelen araçların sesi duyuldu. Alp, kamerayı doğrulttuğunda, otoparka ağır ağır giren siyah Mercedes'i gördü. Arabanın sakinliği, çok dikkat çekiciydi. Araba ağır aksak gelip, diğer arabaların tam arkasında durmuştu; herkes bir hareket bekliyordu, ama arabadan inen kimse yoktu. İyice panikleyen Taylan'la beraber, alacaklılar da bu tuhaf araca dikkat kesilmişti. Herkes elini beline götürmüş, bekliyordu. Bir-iki saniyeliğine sönen ışıklar yüzünden herkes diken üstündeydi. Mercedes ise, hala olduğu yerdeydi. Göbekli adam gülerek, "Ulan şerefsiz herif! Götünün korkusund..." Sesi kesilmişti. Işık yandığında, adamın kafası kopmuştu. Alp, çığlık atarak, "Hassiktir!" diye bağırmıştı. Mert ise, " Noluyo lan??" diyerek arabanın arkasına gizlenmişti. Alp, telefonu adamlara doğru tutup, olanı izlemeye çalışıyordu. Işık her yandığında, alacaklıların kafası, kolları ve bacakları kopuyordu, etraf mezbahaya dönmüştü. Alp, korkudan altına kaçırmıştı, daha fazla dayanamadı ve kamerayı kendi yüzüne çevirmişti. Bembeyazdı. Hala arkadan kopan vücut sesleri, fışkıran kan sesleri geliyordu. Bazılarının bilinçsizce sayıklamaları bağırışları duyuluyordu. Taylan, kafasını kollarının arasına almıştı, Mert, yüzünü yere kapamış, herşeyin bitmesini istiyordu. Birkaç dakika sonra sessizlik oldu. Birkaç saniye sonra, Fatin'in sesi duyuldu: "Buyrunuz genç efendim!"

Korkudan delirmek üzere olan gençler, ayağa kalktıklarında, otoparkta katliam yapıldığını dehşetle gördüler. Mert, sendeleyerek olduğu yere düştü: "Hana... Haananı skiyim!!" Taylan ise boş boş bakabiliyordu sadece. Alp, kamerayı yamultmadan, "Abi nasıl yaa?!" diyebildi. Fatin'in sesi, kulübün girişinde yankılanıyordu: "Patronumuz Şerruh Bey, sizi görmek ister efendim. Acele etmeyiniz. Kendisi yukarıda, odanızda sizi bekliyor." dedi. Hepsi anlamayan bakışlarla birbirlerini süzerek, koşar adımlarla gece kulübüne doğru hızlıca ilerlediler. Mert ve halen kayıtta olan Alp de onu takip ettiler. Taylan hızlıca odasına girdiğinde, Şerruh, Taylan'ın masasına oturmuş, ayaklarını da uzatmış, oturuyordu. Odanın içi, her mekan sahibinde olduğu gibi kırmızı loş ışıklarla donatılmıştı. Alp'in dikkatini, Şerruh'un bileğindeki oltu taşından yapılma tespih çekmişti. Kule gibi dikilip, sessizce duran adamları da odanın karanlık tarafındaydılar. Alp, adamlarda bir tür gariplik olduğunu sezdi. Taylan daha konuşamadan, Şerruh, yine gülümseyerek, "Hizmetkarlarım aşağıdaki nahoşluğun sorumlusudur. Seni şu tüysüz ve kocamış eşkıyadan kurtardım. Soru sorma. Paran sana kalsın. Benim köküm Osmanlı'dır, benim adıma burada bir şenlik düzenleyeceksin, başka şey istemez!" Taylan tüm bu olup biten karşısında iyice kafayı sıyırmış gibiydi. Alp'e doğru ilerleyip, telefonu eliyle kapadı. Görüntü karardı.

Görüntüler geldiğinde, gece kulübünde müthiş bir kalabalık olduğu görüldü. Kızlı-erkekli bir sürü insan, o gece, kulüpte eğleniyordu. Alp, Nazlı'yı, sahneye bakarken gördü. Sahneye bir anda gelen kara renk giyinmiş adamlar, sahnenin üstüne yüksekçe ve ağır bir sandalye yerleştirdiler. Sandalye daha çok, Orta Çağ'dan kalma bir tahtı andırmaktaydı. Nazlı, gördüklerinden etkilenmişti: "Taylan kafayı yedi galiba hıı?" Alp yanıt verdi: "O Taylan için değil. O gece konuştuğumuz adamın şerefine parti veriyor. Adam da burada oturmak istemiş. Garip bi herif, ama zevki kıyak ya!" Herkes, Alp'e gelen "tahtı" soruyordu, gelenlerin çoğunluğu da Taylan'ın zengin ve üst sınıftan arkadaşları ve tanıdıklarıydı. Nazlı, kalabalık içinde Alp'e, "Dönüp, arabadan çantamı almamız lazım Alp!" Alp, "Ya ne çantası yavrum ya. Gerek yok, dikkatli oluruz." dese de, Nazlı ısrar edince dışarı doğru ilerlediler. Alp tekrar kaydı durdurdu.

Alp ve Nazlı, arabaya varmışlardı. Alp, arabanın kapısını açarken, otoparkın arkasından bir gümbürtü sesi duyup, o tarafa döndü. Baktığı yerde, hiçbişey yoktu. Alp, arabaya tekrar döndüğünde Nazlı'yı göremedi. "Nazlı?" diye seslendiğinde, kafasına inen bir sopa darbesiyle yere yığılmıştı. Telefon yere düşmüştü. Ekranda cızırtılar vardı. Sonra, telefon, sanki kendi kendine yükseliyor gibi havalandı. Bir ses duyuldu: "Hunaşamzadeler bile bunun gibi efsunu bağlamamıştır." dedi. Ses tanıdıktı, Fatin'di telefonu alan. Bir müddet etrafı çekmeye devam etti. Görüntüler değişti.

Gelen görüntü Cansu'nun telefonundandı. Hemen yanında Taylan duruyordu. Çok gergin bir hali vardı. Gözünü ayırmadan sahneye bakıyordu. Şerruh, kendisi için getirilen tahtın üzerinde bacak bacak atmış, oradan sanki hiç inmeyecekmiş gibi oturmaktaydı. Cansu'nun kaçamak şekilde Şerruh'a bakması ve kayda alması, onu esas sinirlendiren şeydi. Cansu'nun Şerruh'a zoom yaptığını gören Taylan için, bu bardağı taşıran son damlaydı. Taylan, sinirlenerek, Cansu'nun elindeki kadehi alıp yere fırlattı. Müzik durmuştu. Herkes, ne olduğunu anlamaya çalışırken, Şerruh, ayağa dikilmişti: "Taylan bey oğlum, bu hal, hareket, sizin gibi delikanlılarda hiç münasip durmuyor!" dedi. Taylan, Şerruh'a doğru ilerleyip, "Şerruh Bey, size minnettarım. Hayatımı, varlığımı size borçluyum. Ama benim yerimde böyle davranamazsınız!" Şerruh, bu cevap üzerine sırıtmaya başladı: "Ben istediğim yerde, istediğim gibi davranırım Taylan bey oğlum. Ailen sana büyüğüne edebi hayayı hiç öğretmedi mi?" Taylan cevap verdi: "Edebi, utanmayı sizden öğrenecek değilim!" Şerruh, Taylan'a sırtını dönüp, ellerini arkasında birleştirmişti. Ağır ağır yürüyordu: "Adab-ı muaşeret en sona kalsın. Daha tahsilatımı almadım." Artık herkes susmuş, Şerruh ve Taylan'ı dinliyordu. Ortam iyice gerilince, Taylan, silahına davrandı ve Şerruh'a bir el ateş etti. Kurşun, Şerruh'un omzuna saplandı, ama tesir etmedi bile. Silah sesinden korkan kalabalık, çıkışlara doğru hızlıca ilerlemeye başlamıştı ki, Şerruh, Taylan'a dönüp, "Gıdıklamak karı cilvesidir evlat!" dedi. Bir anda kulübün tüm kapıları kendiliğinden kapanmaya başladı. Kimse dışarı çıkamıyordu. Şerruh, Taylan'a dönüp, "Kerametin kendinden menkul, kıçındaki boku temizlemeyen dünkü velet, sen kim olur da Istrancalı Abdülharis Şerruh Paşa'ya silah çekersin!!" diye gürledi. Şerruh'un dişleri sivri bıçak gibi uzamıştı; gözleri de kıpkırmızıydı. Şimdi, olduğundan daha büyük görünüyordu. Kimse korkudan sesini çıkaramıyordu. Taylan ise kıpırdayamıyordu. Bir anda, görünmez bir güç, Cansu'yu, Şerruh'a doğru çekiyordu. Cansu bağırıp, çığlık atsa da nafileydi. Şerruh, "Benim zahmetimin diyeti budur Saneroğlu Taylan. Ama sadece benim!" diye gülümsedi ve Cansu'nun çığlıkları arasında, dişlerini Cansu'nun boynuna geçirdi. Mekanın karanlık yerlerinde bekleyen diğer adamların gözleri de, aynı Şerruh'unki gibi kıpkırmızı olmuştu. Mekandaki tüm davetliler, şimdi çember içindeydi. Telefon, Cansu'nun elinden düştü ve görüntü kesildi.

Fatin, dışarıdan mekanı çekmeye devam ediyordu. İçeriden onlarca kişinin korkunç çığlıkları koptu. Fatin, gayet sakince dış kapıya gitti. Kapıdan içeri girecekken, Taylan'ı kapıya yapışmış vaziyette gördü. "Ay ay ay!" diye bir iki adım kapıdan uzaklaşır uzaklaşmaz, Taylan'ın kafasının vücudundan ayrıldığını gördü. Ve sonra kaydı durdurdu.

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Kaset 4: Klido


Karlı görüntü düzeldiğinde, oldukça güzel ve modern bir evin, büyükçe olan salonu görüldü. Postmodern tarzda düzenlenmiş bu ev, Amerikan dizilerinden fırlamış gibi görünmekteydi. Kayda başlayan kamera, sessizce mutfağa doğru yöneldi. Çok şık dizayn edilmiş ankastre mutfağın tezgahında, sarışın genç bir kadın görüldü. Üzerinde geceliğe benzer bişey vardı. Geceliğin önü ise kabarıktı. İlk bebeğini bekleyen kadın, kamerayı farketmedi; elindeki bıçakla meyva kesmekle meşguldü. Kamera sessizce yaklaştı, yaklaştı, yaklaştı... Uzanan bir el, genç kadının omzuna dokunur dokunmaz, genç kadın çığlığı bastı. Kameraman gülüyordu, genç kadın ise kameramana vuruyordu.

"-Ömer, Allah kahretmesin seni! Kaç kere dedim şunu yapma diye!"
"-Hahahah hayatım sürpriz yapıcaktım, bak bozdun yine!"
"-Bıktım senin şu sürprizlerinden! Şöyle aptal şeyler yapma diye daha ne kadar söyliycem?!"

Bu sırada attığı tekme, Ömer'ın canını oldukça yakmıştı.

"-Ya Merve, ba... aşkı... Durur musun artık?!"

Merve durmuyordu. Kameraya histerikçe bakmaya devam etti. Ömer da gülüyordu. Bunu bir oyuna çevirmişlerdi artık. En sonunda Merve'yi yakalayan Ömer, onu hareketsiz bırakmıştı. Kamera, yerdeki parkeleri birkaç saniyeliğine görüntüledi. Ömer, Merve'yi öpüyordu. Görüntüler değişti. Merve, tv kanepesinde oturmuş, somurtuyordu. Ömer,

"-Yaa bak, böyle yapma ama hayatım?" deyince, Merve ona dönerek,
"-Ya neyi yapma? Neyi yapma yaa Ömer? Haftalar önce planlamıştık göl kıyısındaki o tatili! Köye gitmek nerden çıktı şimdi??" diyerek çıkıştı. Ömer ise,

"-E demiyo muydun geçende gidelim gidelim diye? Hem ben de ilk kez gitmiş olacağım. Geçen akşam konuştum, illaki gelin dediler, hem annemle babamlar da gelecek arkadan. Sen de duydun?"

"-O saçma sapan adetleri yaptırmayacaklar değil mi?" diyerek başını çevirdi Merve. Yüzünde alaycı ve küçümser bir ifade vardı. Ömer, biraz bozularak (ve de sinirlenerek) "Ne alakası var. Hem bitmiş o adetlerin devri. Eskidenmiş eskiden!" diye yanıtladı. Böyle şeyler köy çevresinde önemli sayılıyo işte. Üç- dört günlüğüne biraz idare et."

Merve, sinirlenerek, doğruldu. Ömer ona yardımcı oluyordu. Ömer, kalkmadan önce kamerayı kapamıştı.

Görüntü geldiğinde bir benzinlikteydiler. Merve, arabanın içinde sinirli şekilde oturuyordu. Umursamadan, Ömer'in yüzüne bakıp, kafasını çevirdi. Ömer, biraz mahcup şekilde, "Nası? İyi misin şimdi?" dedi. Merve, arabanın kapısını vurarak kapattı. Ömer de kamerayı kapatmıştı.

Ömer, başındaki şapkanın yanına monte ettiği minik kamerayı açmıştı. Otobüs yolculuğundaki gibi yol, daha geniş bir açıyla görünüyordu. Ömer, tuhaf bir dilde yılışıkça konuşuyor, sonra da gülümsüyordu. Ersin, konuştuğu dilin Abhazca olduğunu anlamıştı. Ömer, arasıra Merve'ye dönüp, ona yarım yamalak bir şeyler anlatmaya çalışıyordu, ama Merve hala somurtmaktaydı. Sonunda Ömer'in tuhaf şekilde ve uzatarak söylediği bir kelimeyi duyunca, Merve, istemese de gülmeye başlamıştı. Onu gören Ömer de gülüyordu. Sonunda başarmıştı. Ömer, konuşurken görüntüyü kesti.

Ömer, kamerayı tekrar açtığında, araba köy yoluna girmişti, evin önüne doğru ilerliyorlardı. Ömer, avluyu ve evi gözlüyor, dışarıda birileri var mı diye kontrol ediyordu. Gördükleri ev, küçük bir avlunun içinde bulunan, kutu gibi, çok sevimli bir evdi. Verandası kapalıcaydı; bahçesi de görece küçüktü. Ömer, arabayı evin önündeki büyük ağaca parketti. Avludan içeri girdiklerinde konuşma kalabalığının arasında, Ömer, yaşlı bir adamın elini öptü ve ona sarıldı. Ömer'in amcasıydı bu adam. Daha sonra sarışın ve daha heyecanlı bir kadın, Ömer'den önce, Merve'ye sarılmıştı. Merve'nin belli belirsiz, "Halacım" demesinden de, Ömer'in halası olduğu anlaşılıyordu. İçeriden ağır aksak adımlarla ve zorluklarla yürüyebilen bir kadın çıkageldi. Çökmüştü; zorlukla yürüyordu, ama Ömer'i gördüğü için yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşmişti. Ömer, "Yengecim, nasılsın?" diyerek, kadına gidip sarıldı. "Ooooy oy, kaç sene oldu kimbilir görüşmeyeli?" deyince, kadın, gülerek karşılık verdi ve kocasına seslenip, "Niyazi. çocuklar girsin de, şu ilaçlarını al." diye bağırdı. Niyazi, "Yav dur, çocuk kaç sene sonra geldi şu eve. Geldiğinde hatırlamıyodu bu evi bile! Hehehe." diyerek, hepsini içeri buyur etti. Ömer, merakla evin içine girip, içeriyi incelemeye başladı. Ev, klasik köy eviydi; tahtadan inşa edilmiş, yürüdükçe gıcırtı sesleri veren, oldukça basit ve eski bir evdi. Odaların kapısı aralıktı. Ömer, odalara üstünkörü bakarken, kapı aralığından ona bakan genç bir kız farketti. "Kim bu" anlamında halasına soran gözlerle bakınca, halası, "O mu? O Didar. Bizim yardımcımız oğlum. Siz gelmeden odayı temizlesin diye göndermiştik." dedi. Ömer tekrar odaya baktığında, Didar, ortalıktan kaybolmuştu. Ömer, kamerayı kapadı.

Ömer kamerayı tekrar açtığında, tüm ev halkı, evin verandasında oturuyorlardı. Didar ise ayakta dikiliyordu. Koyu renkli elbise ve basma etek giyiyordu. Hareketsiz ve donuk duruyordu. Niyazi, 

-Torun ne zaman geliyor torun? diyerek gevrek gevrek güldü. Merve,
-iki ayı kaldı amcacım, artık bişeyi kalmadı diyerek tekrar doğruldu. Halaları, ona yardımcı oldu ve evin arka tarafına gittiler. 

Ömer,
-Amca, buraya ne zaman gelmek istesem, babam engel oluyor, bana bişey de anlatmıyor. Nedir Allahaşkına bunun gizemi? diye sordu.

Niyazi,
-Boşver oğlum. Öğrenmesen daha iyi. Ailemizi ilgilendiren bişey bu. Eski bişey. Üzerinden çok geçmiş. Vardır bir bildiği diyerek yanıtladı. Ömer, etrafı çekerken, kameraya donuk şekilde bakan Didar'ı da görüntüye alıyordu. Sonra, halası onu çağırınca içeri gitti ve kaydı durdurdu.

Gece olduğunda, Ömer, görüntülerin tekrarını izliyordu. Şapkasındaki kameranın görüntüleriydi bunlar. Ömer, önce Merve'ye baktı. Uyuduğundan emin olunca, kaydı oynatmaya başladı. Kayıttaki görüntülerde, Didar'ın inanılmaz güzelliğini farketti ve büyülenmiş gibi görüntüleri izlemeye başladı. Bir süre görüntüleri izledikten sonra, Merve'nin uyanmaya başladığını farkedip, kamerayı hemen kapadı.

Ertesi gün kahvaltı yaparlarken, Merve de, bahçede geziniyordu. Halası, Ömer'e,
-Bugün Saadet Hanım'lara gideceğim. Merve'yi de götüreyim, herkes gelini çok merak ediyor diyerek, hevesle çayını yudumladı ve ayağa kalkıp, Merve'nin yanına gitti. Beraber bahçeden ayrıldılar. Niyazi, gazetesini aldı ve verandaya gitti. Ömer'in yengesi ise, zaten rahatsız olduğu için odasına çekilmişti. Ömer, koridorun sonunda ona bakmakta olan Didar'ı gördü. Didar, yüzüne uzunca baktıktan sonra, evin arka tarafına doğru gitti. Ömer, tekrar etrafına bakıp, kimsenin görmediğinden emin olunca, hızlıca Didar'ın peşinden gitti. Kapıdan çıkar çıkmaz, karşısında dikilen Niyazi'yi gördü. Adamın gözlerinden ateş çıkıyordu. Ömer'in yakasına yapışıp, Ömer'i duvara yapıştıran Niyazi, 
-Ulan neyin peşindesin sen? Hepimizi bitirirsin, hepimizi! diye tısladı. Ömer, suçluluğun da etkisiyle yarım yamalak bişeyler gevelediyse de, Niyazi, 
-Sus ulan! Sanki bilmiyorum! Geldiğin günden beri bakıp duruyorsun! 
Sonra bir anda durdu ve ciddi bir ifadeyle,
-Oğlum hepimizin sonunu getirirsin! dedi bir kez daha. Sonra toparlanarak, 
-Millete ne deriz evladım? dedi. Ömer, adamın tekinsiz hareketlerinden çok korkmuştu. Niyazi gülümseyerek,
-O kıza baktığını bile görmeyeyim Ömer. Anladın mı evladım? Dedenin anlaşmasını bozarsak, sonuçları ağır olur." Ömer'in başını okşuyordu. Adamın gülümsemesine bakamayan Ömer, küçük çocuk gibi kafasını onaylar gibi sallayabildi sadece. Niyazi gitmişti. Ömer, hırsla kamerayı kapadı.
Gece, herkes yattığında, Merve, Ömer'deki durgunluğa anlam veremiyordu: Neyin var senin ya?
Ömer, keyifsizce,
-Yok bişeyim. Sen beni merak etme, kendine dikkat et. demekle yetindi. Merve ise, imalı şekilde Ömer'e bakarak, 
-Nasılsa çıkar kokusu deyip, yorganı üzerine örttü ve gözlerini kapadı. Ömer, isteksiz şekilde kalkıp, su içmeye gittiğinde, Didar'ın odasından çıktığını gördü. Didar'ın üzerinde geceliği vardı; hafif esen serin rüzgarla beraber dalgalanan saçları, Ömer'in aklını başından almıştı. Ömer, tuhaf sesler çıkarabildi ancak. Didar, onu biraz izledikten sonra gülümseyerek elini tuttu. Ona garip bir dilde bişeyler söyleyerek, odasına götürüyordu. Ömer'e yavaşça yatağa yatmasını işaret ediyordu. Ömer, yatağa yattı. Didar ise yılan gibi süzülerek geldi ve Ömer'in pijamasını aşağı çekip, Ömer'in üzerine çıktı. Ömer, kendinden geçmiş gibiydi. Loş ışıkta, Didar da bundan hoşnut gibiydi. Bir kaç dakika sonra, kafasını arkaya atan Didar, tekrar kafasını kaldırdığında, Ömer, kızın yüzünün olmadığını farkederek dehşetle irkildi. Didar'ın olmayan suratından bir ağız belirdi ve yine anlaşılmayan o dilde bişeyleri nefretle Ömer'e sayıklayıp, yüzüne eğilerek, gülümsedi. Ömer, hareketsiz kalmıştı. Sonra korkunç şekilde eklemleri kırılmaya ve ters dönmeye başlamıştı. Ömer, korkunç çığlıklar atarken, gömleğine bağlı olan kamera cozurdayarak kapandı. Görülen son görüntü, Didar'ın olmayan yüzünde sırıtan o ağızdı.

Kamerayı sakallı bir adam açtı. Yanında köyden bir kaç kişi daha vardı. Jandarma ve ambulans da oradaydı. Sakallı adam, yanına gelen daha genç başka birini çağırarak,
-Tarık, bak hele şuna! Evdekilerin miydi acaba? dedi. Tarık da, kamerayı inceleyerek,
-Olabilir hocam. Çekmiş olabilirler. Vereyim mi jandarmaya? diyerek yanıtladı. Hoca,
-Hayır, hayır, hayır! Sakın! İçinde ne varsa, bunu insanlar görmesin daha iyi 
Tarık, korkuyla Hoca'nın yüzüne bakıyordu.
-Hocam, hepsi mi?
-Gebe kadın haricinde hepsi. O şehirli oğlandan çıktı bunlar. Niyazi öyle şey yapmaz.
-Gebe kadın nasıl kurtulmuş peki?
-Saf olana, günahsız olana Allah'ın izniyle hiçbişey olmaz. Anlatılanlar doğruymuş. Anlaşmayı bozmuşlar demek ki.
-Ne anlaşması hocam?
- Köyde benden önceki imam bilirmiş. Bana da o anlatmıştı. Bunların dedeleri Medet Bey'in vaktiyle 7-8 tane atı varmış. Bir zaman gelmiş, atlar yorgunluktan çatlamaya başlamış.  Medet Bey de şüpheleniyor, gece nöbet bekliyor. Hayvanlar huzursuzlanınca, gidiyor ahıra, ne görsün? Ahırda kara saçlı, korkunç suretli bir kız, atları deliye döndürüyor. Artık nasıl ettiyse, yanındaki iğneyi kıza saplayıveriyor. Kız, o anda Medet Bey'e "Ey ademoğlu, seninle anlaşma yapalım, sen bana dokunma, ben sana ve soyuna dokunmayayım." diyor. Medet Bey de kabul ediyor, diyor ki, "
-Kanımdan olan biri, seninle halvet olursa, özgür kalacaksın. Ama o zamana kadar hizmetçimsin. diyor.
-Sonra?
-Sonrası ne oğlum? Şehirli yeğenlerini büyüleyip, halvet olmuş. İntikamı da şiddetli olmuş. Bir gebeye dokunamamış.

Tarık kamerayı kapatmıştı.

Ersin, daha ne kadar ilginç olaylar izleyebileceğini tahmin etmeye çalışarak, önündeki bir diğer kasete gözü ilişti. Kasedin üzerinde silik bir yazı, dikkatini çekmişti: Kasedin üzerinde "İstanbul" kelimesine benzese de başka bir kelime yazıyordu. Loş ışıkta yazıyı seçemeyen Ersin, çakmağını yaktı ve tekrar kasetteki yazıya baktı. Yazıda silik şekilde, "Istranc..." kısmı seçiliyordu. Ersin, kasedi oynatıcıya sürdü...