5 Nisan 2019 Cuma

Kara Kara Kapkara - OKUR GÖZÜYLE İNCELEME

Merhabalar, uzundur buraları boşlamıştım, biliyorum. İşlerimin yoğunluğu bir kenara dursun, şu sıralar Türk korku edebiyatı, öyle üretken ki, ortaya çıkan birbirinden güzel kitapları okumaya pek fırsatınız kalmayabiliyor. Anadolu Korku Öyküleri üçleme kitap serisinin kendimce bir incelemesini yazıp yine blogumda paylaşmıştım. Özellikle bu üçlemede okuyup sonradan sıkı takipçisi olduğum sevgili Işın Beril Tetik'in kitabının çıkacağını duyunca, ergen kızlar gibi çığlık atasım geldi. Sevgili Tetik, sıkı takibinde olduğum bir yazar. Kendisi, ayrıca çok da sevdiğim bir yazar. Ben kendisiyle tanıştıktan sonra, "böyle dünya tatlısı bir insandan, böyle korkutucu bir atmosfer nasıl çıkabiliyor?" diye şaşırmıştım. Hatta kendisinin çok çok çok çok çok çok uzaktan yengem olduğunu öğrenince, şaşkınlığım katlanarak arttı. Başlayalım mı? Hadi başlayalım.

Kara Kara Kapkara, Tetik'in zarif eşine yapmış olduğu kısa ama çok anlamlı bir önsözle karşılıyor sizi. Daha sonra birbirinden tekinsiz ve sizi huzursuz edecek sekiz öyküye başlıyorsunuz.


DİKKAT! POSTUN BUNDAN SONRAKİ KISIMLARI, KİTAP HAKKINDA DETAYLI ŞEKİLDE SPOILER VE YÜKSEK ORANDA EZBERBOZAN İÇERİR. KİTABI EĞER HENÜZ OKUMADIYSANIZ YA DA OKUMAYI DÜŞÜNÜYORSANIZ, SAYFADAN HEMEN AYRILMANIZ TAVSİYE OLUNUR.

1- Yolcu Yolunda Gerek

Yolcu Yolunda Gerek, baş karakter Şükrü'nün gözlerini bir anda İzmir otobüsünde açması ile başlıyor. Şükrü, İzmir'den İstanbul'a daha iyi bir hayat umuduyla gitmiş, fakat umduğunu bulamayıp, ailesinin yanına dönmek için İzmir otobüsüne bilet almıştır. Normalde bu yolu oldukça iyi bilen Şükrü, dışarıya göz gezdirdiğinde yolu tanıyamaz ama içinden "yeni bir yoldur herhalde" diye geçiştirir. Tam o esnada yanında oturan yaşlıca ve çirkin suretli adamın sıkıcı sohbetine maruz kalır. Adamın tuhaf ve garip hareketleri, Şükrü'yü tedirgin eder. Adam, garipliklerine devam ettikten sonra, karşı koltukta oturan ve Şükrü'ye kurtlu fındık ikram eden kadın hakkındaki gerçekleri söylemeye başlayınca, Şükrü, daha da tedirgin olur ve gitgide otobüsteki havanın sıcaklamaya başladığını fark eder. Adam, otobüste oturanlar hakkındaki korkunç gerçekleri söylemeye devam eder ama Şükrü, tüm bunları yaşlı bir adamın orta yaş krizi olarak görür. Otobüsün koridor ışıkları söner ve gece ışıkları yanar. Adam anlatmaya devam ettikçe, Şükrü, otobüstekilerin vücutlarının kesik kesik eğilip büküldüğünü görür. Adam anlatmaya devam ettikçe, Şükrü'nün nefesi kesilmeye, vücudu yanmaya başlar. Adam dönerek, Şükrü'nün yaptıklarını tek tek saymaya başlayınca, Şükrü aklını yitirecek gibi olur. Otobüste çığlıklar koparken, yaşlı adam, şöföre devam etmesini söyler. Şöför ve muavin dönerek adama bakarlar. Ama korkunç bir surete bürünmüşlerdir.

Aslında ne kadar kabus olarak nitelendirilir bilmem ama gerçekten bu çeşit otobüs yolculuklarında gereksiz sohbet açmaya çalışan orta yaş krizli adamların bazen gerçekten bu tip tekinsiz konuşmalar yaptığını kendim de gözlemledim. Cehenneme giden günahkarlarla dolu bir otobüs ve onlardan sorumlu zebani figürü, bu öyküde çok farklı ve beklenmedik şekilde yazılmış. Öykünün bir anda otobüsün içinde başlaması, o tedirginlik ve diken üstünde olma atmosferiyle açılması çok güzel. Geceleri genellikle otobüsün içinde rahatsız edici bir sessizlik olur. Sesler azalır ve eğer uyanıksanız dışarıya, uzaktaki minik ışık noktalarına bakmaya başlarsınız. Tetik, bu detayı atmosfer olarak kullanmış, çok başarılı olmuş. Giriş öyküsü olarak, ben çok beğendim. Özellikle gizem kısmı çok başarılı. Bunu "otobüsteki geyikçi dayı" üzerinden yapması da, Tetik'in gözlem yapmaktaki üstün başarısı. 

2- Kızıl Rüya
 

Kızıl Rüya, halihazırda kötü kabuslardan dolayı uyku problemi yaşayan, yalnız bir kadının hikayesini anlatıyor. Genç kadın, tüm bu rüyalar ve kabusların haricinde, işe gidip gelirken kullandığı kestirme ama izbe bir yolda, iriyarı bir adamın tacizine uğrayınca, hayatı büsbütün travmatik bir hale gelir. Tüm bu düşüncelerle aklını yitirecek gibiyken, evinin önündeki kesik sokak lambasında, bir kadın silüeti görür. Silüet, genç kadını çağırır gibi kendince bir şeyler söylemektedir. Genç kadın, silüeti takip eder ve silüet, onu bir inşaat alanına götürür. Sonra, silüet, kendisini taciz eden adamın yaptıklarını, genç kadına gösterir ve onu uyarır. Genç kadın, haftalar önce bu psikopat tarafından aslında tecavüz edilip, öldürüldüğünü dehşet içinde fark eder. Izdırap içinde cinayete kurban gittiği için, ruhu cennete ulaşamaz ve hala dünyada gezinmeye devam eder. O sırada orada bulunan psikopat ise başını kaldırıp, genç kadının hayaletini görür. Genç kadının hayaleti, yaptığı tüm korkunç şeylerin daha da fazlasını yaşatarak, psikopatı öldürür. 

Sevgili Tetik, bu öyküde Türk toplumunun kanayan yarası olan kadına şiddet-taciz-tecavüz-cinayet olaylarına farklı bir bakış açısı vermek istemiş, gayet de güzel olmuş. Özellikle kötü niyetli bir erkek tarafından taciz edilmenin dahi kadınlarda nasıl bir travmaya yol açtığını hepimiz biliyoruz. Tetik, tüm bu süreci, psikolojik tahlilleriyle birlikte bize bunu çok güzel anlatıyor. "Acı içindeki intikamcı ruh" ve " kadın dayanışması" gibi öğeler de tek potada gayet güzel anlatılmış. Sorun şu ki, bu öyküyü çok daha iyi bir şekilde anlayabilmek ve etkisini gözlemlemek için, kadın olmak gerekiyor. Her ne kadar bu öyküyü "kadın gözüyle" okumak istesem de, sanırım bir kadının hassaslığı, öykünün altmetnini anlayabilmek için en birincil şeylerden biri. 

3-Yatırım

Yatırım, (tahminen Güneydoğu'daki) ufak bir kasabaya geçici gelen, şark kurnazı bir karakterin gözünden anlatılıyor. Karakter, otuzlarının sonunda, kız kardeşini evlendirmiş ve tamamen kendi çıkarı ve refahını düşünen bir karakterdir. Öğleden sonra, kahvede otururken, meczup köylülerden biri olan Zühtü gelir ve karaktere bir yatır bulduğundan bahseder. Baş karakter, başta diğerleri gibi Zühtü'nün saçmaladığını düşünse de, yine de onunla birlikte Zühtü'nün tarif ettiği araziye giderler. Bir müddet sonra gerçekten de bomboş arazide bir adam boyu bir kerpiçten yapı görürler. Fakat, yapının üzerinde ne bir işaret, ne bir Arapça yazı, ne de başka bir şey görürler. Akşam çökmüştür ve baş karakter, içeride ne olduğunu merak edip, binanın kapısını kırarak içeri girer. İçerisi zifiri karanlıktır. Baş karakter, zeminde tahta bir kapak bulur. Zühtü de korka korka onu takip eder. Kapıdan içeri girdiklerinde sürgülü bir demir kapıdan sonra, büyükçe bir odaya girerler. Gerçekten de burada bir yatır durmaktadır. Yatırın yanında da içi altın dolu bir sandık bulurlar. Baş karakter, hemen bu altınlarla yapacaklarını iştahla düşünmeye başlar. Zühtü'ye sevinçle döndüğünde, Zühtü'nün orda olmadığını fark eder ve altınlara tek başına konacağını düşünüp, daha da keyiflenir. Kapağı kapatıp, çıktığında, dehşet içinde Zühtü'nün kapıda dikildiğini görür. Zühtü, değişmiştir; kambur ve ürkek duruşunun aksine, dimdik ve kendinden emin bir şekilde durarak, baş karaktere gözlerini dikerek bakmaktadır. Tam da kapının ağzında durup, baş karakterin ceketinin cebine gülerek hafifçe vurur. Ceketin cebinde de baş karakterin yürüttüğü tek sikke altın vardır. Zühtü, "bir şey aldın, bir şey vermelisin abey" der ve şekli değişmeye başlar. O anda da baş karakterin vücudu, peynir gibi eriyip, dökülmeye başlar. 

Şark kurnazlığının ve doğu insanının aslında çok küçük hesaplar peşinde koştuğuna dair genel olarak çok güzel bir tespit niteliğinde bu öykü. Küçük hırsların, (hırslarımızın?) insanı nasıl da felakete götürebileceği, öyküde çok güzel işlenmiş. Anadolu'daki "gizemli hazinelerin", "sahipli" olduğu, çoğunlukla anlatılagelen bir kavram. Benim yaşadığım yerde de benzer bazı öyküler duymuşluğum olduğu için, biraz yüzümde gülümseme ile okudum bu öyküyü. Karanlığın son model akıllı telefon flaşıyla aydınlatılması, sevgili Tetik'in "teknolojinin Anadolu korkusunun dokusunu bozması" ile ilgili söylediklerini aklıma getirdi. Vermeden almak ise sanırım Orta Doğu'nun geneline hakim bir dürtü.

4-Şeffaf

Şeffaf, Harbiye'deki bir şeker dükkanında başlıyor. Dükkanın sahibi Defne, her gün şeker almaya gelen yaşlı Anasti Dede'den, hayatı boyunca korkmuştur. Yine Anasti Dede, dükkana şeker almaya gelir, fakat bastonunu dükkanda unutur. Defne, kardeşi Dilber'i telefonla ararken, Anasti Dede'nin bastonunu vermeye gider. O esnada, Dilber de evden çıkıp, Defne'nin yanına giderken, Anasti'yi görür. Anasti, aslında bir yaratıktır ve Dilber'in bedenine geçer. O sırada, Charon Dimitris adında gizemli bir adam, semte gelir ve Defne ile görüşür. Defne'ye, Anasti'nin bir yaratık olduğunu, kendisinin de yıllar boyu Şeffaf isimli bu yaratığın peşinde olan bir avcı olduğunu anlatır. Şeffaf'ın kardeşinin bedenine yerleştiğini ve hemen harekete geçilmesi gerektiğini söyleyip, Defne'nin evine giderler. Charon, küvette yatan kızı görür görmez, sert bir darbeyle yere yığılır. Şeffaf, aslında Defne'ye geçmiştir. Şeffaf kaçar, Charon da taksiyle kovalar. En son Şeffaf'ı, Boğaz'da yakalar. Fakat Şeffaf, Charon'la tartışır ve suyun kenarında kaybolup gider. 

Bence yerli korku türündeki en büyük eksiklik, İstanbul gibi tarihi dokusu çok derin olan bir şehirde, gerçekten yurtdışındaki türevleriyle yarışabilecek bir öykü çıkmaması. Tetik, seri olabilecek (hatta üzerine öykü evreni kurulabilecek) bir öykü yazmış bence. Gerçekten yüzyıllardır parazit olarak yaşayabilen kadim bir yaratığın öyküsü, hem de İstanbul'da geçmesi, çok hoşuma gitti. Charon Dimitris'den biraz Van Helsing tadı almadım değil. Bir öykü, eğer genişletilebiliyorsa, bence güzel bir öyküdür. Böyle bir açıdan bakılırsa, çok orijinal ve avangart bir öykü. Gerçekten çok beğendim.

5-Hasat

Köyde yaşayan Emine, annesiyle birlikte köylü tarafından hor görülmektedir. Emine'nin babası, zamanında annesini istediğinde, dedesi karşı çıkar ve "ecinnilerden gelin almam" der. Buna rağmen, Emine'nin babası dinlemez ve evlenirler. Bir sene sonra da Emine doğar. Geceleri Emine'nin camının altına yanında köpeklerle gezen bir adam gelmektedir. Artık bir süre sonra, Emine de, gizemli adamın yolunu gözler olmuştur. Bir gece, Emine, adama neden buradan geçtiğini sorar. Adam da, "ben bana söz verileni almak için buradan geçerim, hasadım için. orağım da sensin" der ve yanındaki köpekler bir anda şekil değiştirip, dev insan formuna dönüşmeye başlar. Aradan zaman geçer, köylüyse Emine ve annesini öldü sanarken, bir gece köyün girişine bir sürü köpek gelir. Köylü huzursuzlanırken, köpeklerin ardından bir kadın silüeti görünür. O kadın, Emine'dir. Köylüden tüm o ezilmişliğin acısını çıkarmak için vakti gelmiştir. Köyde nefret dolu bir kıyım başlar.

Aslında bu öyküyü, sevgili Demokan Atasoy'un Anadolu Korku Öyküleri'ndeki Kuyu öyküsüne biraz benzettim. Buradaysa, aynı intikamcı köylü güzeli, aslında ne olduğunu ve kim olduğunu, gizemli bir adam sayesinde öğreniyor ve içindeki tüm nefreti, ezilmişliği ve çaresizliği, tüm köylüye ödetmek ve "hasadını" toplamak için geri geliyor. Normalde bunun bir itbarak öyküsü olduğunu düşünmemiştim, bu açıdan öykü, beni de biraz ters köşe yaptı. Malum, "gizemli adam" figürünün biraz daha korkutucu olmasını ve öykünün bu karakter üzerinden gideceğini düşünmüştüm, çünkü sevgili Tetik'in tarzında bu tip öyküleri çok okuyoruz. Öykünün varsa en kötü tarafı, kısa olması! Yazarın atmosfer oluşturmadaki başarısı, burada da göze çarpıyor. "Gece 3" detayı da bence güzeldi. Fazla ufak ama bence bütünleyici bir detaydı.

6-Kara Kara Kapkara

Kitaba adını veren öykü, şehirde yaşayan, modern hayatın her türlü imkanına sahip olan Kenan'ın, annesinin isteğiyle köydeki düğüne gelmesiyle başlıyor. Kenan, köye geldiği günden itibaren, korkunç kabuslar görmekte ve huzursuz hissetmektedir. Köylü de bir gariptir. Kenan, geceleri odasında garip şeyler hisseder ama bunu anlamlandıramaz. Uyandığında, teyzesi köylünün mezarlığa gideceğini, oradakilerin "rızasını" isteyeceklerini söyler. Kenan istemeye istemeye gider. Burada Kenan'ın dikkatini çeken şey, ölenlerin hepsinin çocuk olduğudur. Kenan, orada bir müddet daha kalır ve garip şekilde ölen çocuklar, Kenan'a görünür. Kenan, olup bitene anlam veremeyerek dönüp, düğüne katılır. Gerçek dehşet, Kenan uyuduğunda başlayacaktır.

Öykünün tamamını özet geçmek istemedim, zira kitabın en iyilerinden biri de bu öykü. Öykünün altyapısını oluşturan çocukların birer korku öğesi olması, (masumiyetin zaman zaman çok korkunç olabilmesi) odada tek başımızayken bazen izlendiğimiz hissi, bizden başka odada "bir şeyin" olduğu hissi, etrafı tekrar tekrar kolaçan etme gibi çok çok çok derin ayrıntılar gerçekten çok hoş olmuş. Kenan'ın üstüne çullanıp, yaşamını sömüren iğrenç yaratığın kıkırdamaları da (ciddi anlamda) korkutucu. Öyküyle ilgili çok daha fazla detay vermek istemiyorum çünkü gerçekten tadına varmak için alıp okumalısınız. Klasik umacı hikayesini böyle etkili şekilde okumamıştım, kabul ediyorum. Çocukların tekerlemeleri daha da ürkütücü ve biraz Elm Sokağı'nda Kabus'u anımsattı. Gerçekten kitabın adına yaraşır öykü olmuş.

7-Boşluk

Boşluk, dağınık ve pis bir otel odasında başlıyor. Ana karakter olan genç kadın, ailesinden koparak, hızlı bir hayatı tercih ediyor ve sevgilisiyle birlikte kirli işlere bulaşıp, "yanlış yapmamaları gereken kişilere" yanlış yapıyorlar. Genç kadın, lavaboya gidip, kendine çeki düzen verip, geçmişini sorgularken, kopan gürültüyle korkuya kapılıyor. Erkek arkadaşının çığlıklarını duyduktan sonra, korkuyla saklanabileceği tek yer olan küvetin içine girip, saklanıyor. Gelenler, genç kadını da buluyorlar. Genç kadın, küvette gözlerini açıyor fakat her şeyi daha derli toplu halde buluyor. Hayatta kaldığına şükrediyor ama tuzak olduğunu düşünüp, dışarı çıkmak istemiyor. Kapının altından baktığında çocuk suretindeki bir şeytan kendisine kıkırdayınca korkup tekrar saklanıyor. Korkusunu arttıran şey, odaya girip, bu minik şeytanı parçalara ayıran şey oluyor. Genç kadın, bu kişinin erkek arkadaşı olduğunu ama oldukça "değiştiğini" farkediyor. Erkek arkadaşı, genç kadını hissediyor ama bulamayıp, gidiyor. Genç kadın, korkusunu yenip, dışarı çıktığında tekinsiz bir yaşlı kadınla karşılaştıktan sonra lobideki şekli bozulmuş ve yaratığa dönüşmüş insanları görüyor ve umutsuz şekilde çıkıp evine doğru karanlıkta yol alıyor.

Boşluk da benim için kitabın en iyilerinden diyebilirim. Oldukça iyi düşünülmüş bir araf hikayesi. Öykünün bütünlüğü bozmadan sürekli yön değiştirmesi ve tekrar tekrar farklı şekillerde başlaması, çok hoşuma gitti. Baş karakter olan genç kadının her uyanışında, siz de onunla birlikte bitmeyen ve sonlanmayan bir rüyayı yaşıyormuş gibi hissediyorsunuz. Öykünün izbe bir otelde başlayıp, gelişmesi, okuyucuyu biraz daha kendine çeken bir detay. Ben aslında öykünün önce komiserden başlayıp, sonra farklı karakterlerin "günahları" üzerinden biraz daha uzatılacağını düşünmüştüm, öyle olmamış. Araf öğesi, biraz da buna müsait bir öğe. Aynı şekilde öykünün kötü bir tarafı varsa, o da yine kısalığı! Öykünün sürekli başlaması, bana Carpenter filmi izliyormuşum hissi verdi, yalan değil. Çocuk şeytanın parçalanması kısmı da, sinir bozucu bir detaydı; yazarın Anadolu Korku Öyküleri: Yılgayak kitabının Taş Uyur öyküsünden beri şiddeti, kanı ve travmayı biraz daha arttırdığını gözlemledim, çok da güzel, iyi olmuş.

8-Genç Dünya

Genç Dünya, geceyi bıçak gibi yırtan bir çığlıkla başlıyor. Çığlığın sahibi, on yaşlarında, küçük bir kız. Çığlığın sebebi, ailesi katlediliyor. Katliamın sebebiyse, odanın karanlık tarafına sinip, kıkırdayarak ona bakan kardeşi. Kardeşi, kıza "bizimle gel" diyerek bir teklif yapıyor ama kız tüm bu boşluk hissinde evden dışarı çıkıp, var gücüyle koşmaya başlıyor. Geçtiği yollarda, çocukların, ebeveynlerini katledip, onlardan beslendiklerini dehşet içinde farkediyor. Sürekli koşarken, çocukların yaptığı tekinsiz daveti kafasının içinde işitiyor. Kız, bir ara bir sokağa girip, olan biteni anlamaya çalışırken, karşı caddedeki özel koleji görüyor ve okula girip, kapısını da kapatıyor. Kız, bomboş okulda gezerken, burada okumayı ne kadar istediğini, diğer çocukların ve ailelerin de çocuklarını burada okutmak istediğini aklından geçiriyor. Sınıflardan birine girdiğinde, sınıfın her türlü imkanını ve lüksünü görüyor ve deri kaplamalı öğrenci koltuklarından birine oturup önündeki panelden ders listesine bakmaya başlıyor. Diğer bilindik derslerin dışında, bir ders dikkatini çekiyor: Genç Dünya. Derse dokunduğunda, önündeki panel açılıyor ve görüntülerde, sınıftaki çocukların, bilimsel bir deney ile uğraştığını görüyor. Kız, o esnada yankılanan ses ile irkiliyor.

Evet, Kara Kara Kapkara, çoğu kişi gibi, benim de favori öyküm. Ardından da bu öykü geliyor. Oldum olası post-modern apokaliptik öyküleri okumayı (veya izlemeyi) çok sevmişimdir. Kitapta gösterişsiz gibi görünüp, aslında çok etki bırakan bir öykü bu. Günümüz ailelerinin veya ebeveynlerinin çocuklarını robotik şekilde, yarış atı gibi yetiştirmek istemesi eleştirisinden ziyade, yine atmosfer, çaresizlik, yalnızlık hissi çok güzel geldi bana. Gecenin karanlığında, her türlü tehlikeye açık olan masum, saf bir kişilik ve onun saf kötülük ile çaresizlik içinde başa çıkmaya çalışması, yapamadığı yerde de kaçması, Tetik'in öykülerinde çok sık kullandığı (ve benim okumaya bayıldığım) bir tema. Yukarıda da bahsetmiştim, eğer bir öykü, genişletilebiliyorsa, kesinlikle iyi bir öyküdür. Genç Dünya da tam olarak böyle bir öykü. Kızın koridor ayrımına geldiğinde "sol" tarafı seçip, oraya gitmesi de çok güzel bir ayrıntıydı:)

--------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Burada açıktan fanboy'luk yapmak istemem ama "saf korku" seven biri olarak, Işın Beril Tetik'in korku türünde yazıp karaladığı şeyler, benim korku tanımıma tam olarak uyuyor bunu söyleyebilirim. Kitabı alırken, tabii ki Anadolu Korku Öyküleri serisindeki gibi insanı dehşete düşüren şiddette öyküler beklemiyordum ama yazar, gizemli bir öyküyle iyi bir başlangıç yapıp, sonlara doğru dozu iyice arttırmış, bu da yine tam olarak Tetik'in tarzı. Kitap, sizi en rahatladığınız anda yükseltip, eskisinden daha şiddetli şekilde çarpıyor ki, yaşlı teyzeler gibi, "gitme evladım oraya, deli misin sen, dön geri!" diye düşünmeden edemiyorsunuz. 

Son olarak, kitabı gerçekten çok beğendim diyebilirim. Alırken ve okurken (haliyle) beklentilerim oldukça yüksekti. Kara Kara Kapkara, o beklentilerin fazlasını da verebilmiş bir kitap. Tabii ki okurdan okura değişebilir fakat "saf korku" hissini yaşamak istiyorsanız, alın, aldırın ve okuyun. Sevgili Tetik'in aklına, kalbine, kalemine ve zekasına sağlık deyip, yorumumu sonlandırıyorum.

NOT: Kitapla ilgili bir başka übermensch hadise de, kitabın ikincisi galiba yolda:)








Hiç yorum yok:

Yorum Gönder