4 Aralık 2016 Pazar

Kaset 2: İlkler Unutulmaz

Görüntü berraklaştı. Kameraya bakan güleç yüzlü genç, güneşin ısıttığı harika bir yaz gününde, sırt çantasından çıkardığı şapkasına minik kamerasını yerleştirdi. İstediği gibi monte edemeyince, çantasını yere bıraktı. Kamerayı takmaya çalışırken, yüzünün aldığı şekiller çok komikti. Sonunda sırıtmaya başladı ve ayağa kalkıp, şapkayı bir kaç kez daha çevirdi. Sonra yeniden eğilip,

-Tamam, çalışıyorsun, aferin sana!

deyip, kepini giydi ve çantasını yerden aldı. Biraz yürüdükten sonra, görüntüler sık sık kesiliyordu: Otoyol kenarında yürürken ona gören şöförlerin kornaları, fındığa gelmiş Kürt yevmiyecilerin el sallamaları, su içmek için kapısını çaldığı evde onu besleyip, doyuran teyze... Hepsini kayda alıyordu.

"-İşte budur be. Gözünü sevdiğimin memleketi!" deyiverdi. Bir an duraksadı. Çalan telefonun ekranında Esma yazıyordu. Duraksayıp, sinirli bir şekilde telefona cevap verdi:

"-Efendim Esma?"
"-Ne yapıyorum ya? Herşeyi bombok eden sensin, bi de suçu benim üzerime atıyosun!! Selim şöyle, Selim böyle!! Egoya bak ya!!"

Sinirleniyordu. Heyecanından ve hırsından sürekli etrafında dönüyor, hep hareket etme ihtiyacı duyuyordu.

"-Bu saatten sonra, bırak ağzını, götünle de kuş tutsan, yok güzelim. Hadi kapat telefonu, canımı sıkma benim!" deyip, telefonu kapattı. Adımları bir anda sıklaşmaya başlamıştı. Patika bir yola giren Selim, uzun bir müddet yürüdükten sonra, kendine ufak bir dinlenme verip, yolun kenarındaki büyük bir ağacın dibine oturdu. Çantasından bir Snickers çıkarıp, yemeye başladı. Yolun uç kısmında bir traktör sesi duyuldu. Gelen, kırklı yaşlarında bir köylüydü. Köylü, traktörü durdurmuş, Selim'e hayretle bakıyordu. Selim, biraz çekinerek,

"-Selamın aleyküm dayı. Melen Çayı'na nasıl giderim?" diye sordu köylüye. Köylünün bakışları ok gibiydi, hala merakla bakıyordu Selim'e; ağız kenarıyla,

"-Aleyküm selam yiğenim" dedi sadece. Gözleri açık buz mavisi rengindeydi. Bakışları donuk ve duygusuzdu; sanki baktığının içini görebiliyormuşçasına bakıyordu. Aniden, sararmış dişlerini göstererek, sırıttı. Tekinsiz bir gülüştü bu.

"-Çamlıpınar Köyü'nden devam edecen yiğenim." dedi. Ağır ağır oturduğu yerden arkasını dönüp,

"-Bu yoldan doğruca sapıp, bir buçuk saat kadar yürüyecen. Na, ben de ordan geliyom zaten." Hafifçe eğilerek,

"-Kolay gele yiğenim" dedi hafifçe. Selim, iyice tedirgin şekilde, "-Saolasın dayı" deyip, elindeki çikolatayı bitirmeden yere fırlattı. Köylünün tavrı, hiç hoşuna gitmemişti...

Selim, uzun yürüyüşü boyunca, ağaçlarda kovalaşan sincapları, otlayan inekleri ve şırıl şırıl akan dereleri kaydetmişti kamerasına. Hatta keyiflenip, şarkı söylemeye bile başlamıştı. En sonunda, vadilerin arasında kalmış, minik bir köy görünmüştü. Köy, etrafındaki tepelerle çevriliydi. Köye doğru ilerleyen Selim, köyde bulunan çeşmenin başına gelip, kepini çıkardı ve kafasını çeşmenin altındaki suya soktu. Rahatlamıştı. Kepini tekrar giydi. Köyün meydanına doğru ilerleyen Selim, hala kimseyi görememişti; çocukları bile. Köyün kahvesine yaklaşırken, içinde buralardan birilerini bulabilmeyi umuyordu. Kahvenin kapısı aralıktı, içeriden kesik kesik TV sesleri geliyordu. Selim, yavaş adımlarla içeri bir adım attı. TV'nin önünde, ellili yaşlarının ortasında bir adam, tek başına oturuyordu. Kır saçlıydı, uzun yüzlüydü. Giyimi, kırsalda yaşayan biri için fazla moderndi. Adam, Selim'in ayak seslerini duyunca, Selim'e döndü ve,

"-Oooo buyur delikanlı! Hoşgeldin, buyur otur hele!" diyerek ayağa kalktı. Selim, "-Aleyküm selam dayı, adım Selim. Melen Çayı'na gidiyo..." derken, şapkasını çıkarıp, yan masaya koymuştu. Şapkayı koyduğu yer, çay ocağına bakıyordu. Ocağın yanındaki kırmızı lekeler, izleyenin gözüne hemen çarpıyordu. Sonra, Selim, gelip kaydı durdurdu.

Görüntü değişti. Selim, bir evdeydi. "Eveet, tamam." diyerek, kayda başladı. Evin avlusuna çıktığında, kahvedeki adamı görüp, yanına gitti. Adam,

"-Yeğenim, Cahide Hanım sana göz kulak olacak. Burada rahatına bak. Kendi evin gibi. Ne kadar istersen kalabilirsin. Bişey sorcak olursan, benim ev, aha orada. Oturmaya da gel. Yalnız, havalar pek sıcak, gündüzleri pek çıkmayız dışarı. Akşam serinliğinde otururuz. Kime sorsan gösterir, hadi kal sağlıcakla." deyip, gitti. Selim de, "Sağol muhtar abi," diye yanıt verdi. Yandaki ahırdan, kısa boylu, tıknaz yapılı bir kadın, Selim'e doğru geliyordu. Kadın, muhtara kuşkuyla baktı; kendince bişeyler mırıldanıyordu. Sonra, muhtara "tamam" anlamında bir işaret yaptı. Sonra, dönüp, Selim'e gülümsedi:

"Ne ettin oğlum? Yerleştin mi güzelce?"
"-Yerleştim Cahide Teyze, sağolasın."
"-Gel hadi az doyuralım seni. Açsındır şindi sen."

Kadın, kendinden beklenmeyecek bir tezcanlılıkla, eve doğru ilerlemeye başladı. Selim, şapkayı çıkardı ve kameraya bakarak,

"Bu akşam, köy muhtarı sayesinde bu teyzenin evinde konaklayacağım. Burası çok güzel bir köy." dedi gülümseyerek. Kayıt durdu. Görüntü tekrar geldiğinde, Selim, Cahide ile koyu sohbete girmişti.

Cahide, Selim'e işini-gücünü sorduktan sonra, imalı imalı bakarak sordu:

"-Var mı bakim sevdiğin biri? Var mı gelin kızımız?" dedi vakur bir ifadeyle. Selim, biraz mahçup,

"-Yok teyzecim. Vardı, ama olmadı." diye yanıt verdi. Cahide,

"-Sen hele bir köyümüzün kızlarıyla bir tanış bakalım. Pek güzeldir bizim köyümüzün kızları. Hem asillerdir, hem de tam Çerkezlerdir.

"-Hayırlısı teyzecim." demekle yetinmişti Selim. Hareketlerinden, köyü daha çok tanımak istediği belli oluyordu. Cahide'ye,

"-Gündüz kimseleri görmedim. Gündüz herkes tarlaya falan mı gidiyor?" deyince, Cahide, bir an duraksadı. Sonra toplanıp,

"-Hee. Tarlaya gider çoğu. Bi kısmı da çok sıcak ya, ondan oturur evinde. Gündüz pek kimse çıkmaz dışarı." dedi.

"-Peki ya muhtar? Onunla pek samimi değilsiniz galiba."

"-Bırak şindi sen bunları. Bak ne dicem sana. Bu köyde, her sene eğlence yapılır. Herkesler toplanır. Çevrelerden duyan gelir. Çerkez yemekleri, oyunları gırla gider. Köyün kızları da gelcek. Hem seni biriyle tanıştıracam." deyince, Selim, biraz tedirgin oldu:

"-Ne zaman bu eğlence Cahide Teyze?

"-Yarın akşam be! Bu gece burda kalcan ya, heh, yarına akşam da kal, sana azcık Çerkezlik öğretelim!"

Kadın, tüm bunları çok içten söylemişti. Selim de, "-Peki, tamam öyle olsun" demekle yetindi. Selim, masadan kalktı ve "Ben şöyle bir köyü dolanayım Cahide Teyze. Muhtar ağabey ile de bir konuşayım. Bakalım nasılmış buralar?" deyip, teşekkür etti. Kadın, bir anda gözlerini kocaman açarak, Selim'e bakmaya başladı. Neler olduğunu anlamazmış gibi bir ifadeyle bakmaktaydı. Yolda gördüğü traktörlü köylünün bakışlarına çok benziyordu bu bakış; yavaşça, "Git tabi oğlum, git, git..." deyiverdi yavaşça. Kamerada, kadının yüzü, bir anda kuruyup, zayıflamış gibi göründü. Selim, tedirgin şekilde evden hızlıca dışarı çıktı ve görüntü kesildi.

Görüntüler geldiğinde, Selim, bir evin avlusundaydı. Selim, yüzünü açık olan TV'ye çevirdiğinde, muhtarın dikkatle onu izleyen bakışlarını görmüştü. Kimse konuşmuyordu. Muhtar, Selim'e rahat olup olmadığını sormuştu. O da, başını eğerek teşekkür etmişti. Dolunaylı ve açık bir geceydi. Muhtar, karısına farklı bir dilde bişeyler söyledi, kelimeler boğuk boğuktu ve insanın kulağını tırmalıyordu. karısı da başını eğip, onayladı. Tam o esnada, Melen Çayı'na giden bir grup kampçıdan haber alınamadığı ile ilgili bir haber yayınlanmaya başladı. Muhtar bir anda kafasını çevirmeden,

"-Toplanıp ne bok yedikleri belli değil, içip içip kendilerinden geçiyolar, sonra böyle ortalıktan kayboluyolar, peh!" deyiverdi. "Kesin bir hayvan saldırmıştır, ya da ayı inine girmişlerdir, günahın biri bin para!!" dedi. Selim, susmuştu. Sonra, evden gelen seslere başını çeviren Selim, inanılmaz güzellikte bir kızın ona doğru gelmekte olduğunu gördü. Muhtar,

"-Haah! Gel bakalım Fazilet. Misafirimizle tanış. Bugün geldi köyümüze. Bir hoşgeldin de bakalım!" dedi. Kız,

"-Merhaba hoşgeldiniz." dedi utangaç bir tavırla. Selim de sesi titreyerek, "-Hoşbulduk" diyebildi.

Muhtar, "-Bize birer çay getir güzel kızım." deyince, kız, koşarak, eve gitti. "Yarın akşama eğlence olacak ya, onun heyecanı." dedi vakur bir tavırla. Selim,

"-Eğlenceden Cahide Teyze bahsetti biraz. Baya güzel bişeymiş herhalde. Ben de görmeden gitmek istemedim." dedi. Muhtar,

"-Gitme tabii yahu! Tüm çevre köylerden gelenler olur. Fazla kalabalık olmaz, biz de çok fazla dillendirmeyiz zaten. Biz bize yetiyoruz bu köyde, hehehehe" diyerek güldü. Tam o anda, avludan korkunç bir bağırma sesi duyuldu. Hemen ayaklanan Selim'i ikna etmeye çalıştıysa da, Selim, Muhtar'ı dinlemedi ve sesin geldiği yöne doğru koşarak gittiler. Bir gençti bu. Çocuk, kan revan içindeydi; boynu, göğsüne kadar parçalanmıştı ve boynundan kan fışkırıyordu. Muhtar, eğilip, çocuğun yarasına baktı ve duraksadı. Selim'e dönüp, "Bu o kampçı çocuklardan biriydi herhalde." dedi. Muhtarın karısı, Fazilet ile evden dışarı fırlamışlardı. Tam o esnada, eski bir Mercedes, tozu dumana katarak gelip, avlunun hemen önünde sert bir frenle durdu. Arabadan birkaç adam indi. İçlerinden yaşlıca olanı, Muhtar'a baktı. Muhtar da başıyla "tamam" işareti yaptı. Muhtar, yaralı çocuğu onlara vererek, Selim'e "-Onu hastaneye yetiştirecekler şindi, tasalanma!" dedi. Adamlar, genci arabaya taşırlarken, Selim, çocuk için çok endişelenmişti. Yarası ağırdı. Adamlar, genci arabaya koydukları gibi yine tozu dumana katarak gittiler. Selim, kalakalmıştı.. Bir süre hareket edemediyse de, muhtarın peşinden gitti. Muhtar, karısının yanına gidip, Selim'e bakarak bişeyler söylüyordu. Sonra, Selim'in yanına gelerek,

"-Ben yatıyorum evlat. Sen burada istediğin kadar otur. Fazilet ile de tanıştınız. Yaşıt sayılırsınız, oturun, muhabbet edin, keyfinize bakın. Hadi kal sağlıcakla." deyip, eve girdi. Muhtar'ın karısı, Selim'e dönüp, "-Bizim ahali, hemencik yetiştirirler yaralı oğlanı hastaneye, dert etme oğlum. Sen yarınki eğlenceyi düşün..." Selim'in gözlerinin içine bakarak konuşuyordu. Selim, ilginç şekilde uykusunun geldiğini hissetti; tam o anda bir bağırış sesi daha duyuldu. Bağırış, yaralı çocuğun sesi gibiydi. Muhtar'ın karısı, konuşmaya devam ediyordu. Ve Selim, uyuyakaldı. Selim'in uyuduğunu gören kadın, gözlerini çay tabağı kadar açarak, Selim'e yaklaştı. Ağzı açılmıştı; dişetleri de sanki çekilmiş gibiydi. Selim'i öpecekmiş gibi yaklaşıyordu ona. Sonra, bir anda kafasını avlunun kapısına doğru çevirdi. Cahide, korkunç bir ifadeyle avlunun kapısında dikiliyordu. Kadın, Cahide ile Muhtar'ın konuştuğu dilde bişeyler konuşup, geri geldi. Kamerayı biraz kurcaladıktan sonra görüntüler kesildi.

Görüntüler gelmişti. Selim, kameraya bakarak,

"-Köy havası biraz iyi geldi galiba. Akşama kadar uyumuşum. Ama iyi de oldu. Eğlence başlamak üzere." diyerek güldü. Geçen gece olan biten hakkında hiçbişey bilmiyor gibiydi. Çok neşeliydi; Cahide Teyze'ye sürpriz yapmak için mutfağa doğru sessizce gittiğinde, Cahide'nin tuhaf sesler çıkardığını gördü. Cahide, ufak buzluğun önüne diz çökerek oturmuş, tuhaf sesler çıkarıyordu. Selim, korkarak, "Cahide Teyze?" deyince, kadın, bir anda kasılarak oturduğu yerde vücudunu dikleştirdi. "Seliim... istifra ettim oğlum, git, görme sen, ben de burayı temizleyeyim." deyince, Selim, hemen uzaklaştı ve evin dışına çıktı. Köy meydanında ışıklar kurulmuştu. Selim, kaydı yine durdurdu.

Kayıt başladığında, Selim, sakin bir kalabalığın içindeydi. Çerkez oyunu oynanıyor, herkes el çırparak eşlik ediyordu. Oynayan kız ve çocuk donuk bir yüz ifadesi takınmışlardı. Oyun bitti ve Selim dahil olmak üzere herkes alkışladı. Muhtarın yanında oturan Selim, gelen misafirlerle de tanışmış, diyalog kurmuştu. Karşı tarafta oturan Cahide Teyze'yi farketti bir an. Eliyle, "Gel buraya" işareti yapıyordu. Selim, yanına gittiğinde,

"-Gel hele güzel oğlum gel! Zaten tanışmışsınız, Fazilet de burada bak!" deyip, kızı işaret etti. Kız, Selim'i görünce utanıp, önüne bakmaya başladı. Selim,

"-Merhaba."
"-Merhaba."
"-Geçen akşam pek konuşamadık. Nasılsın?
"-Teşekkür ederim. Siz?"
"-Bırak sizli bizli konuşmayı. Artık birbirimizi tanıyoruz nasılsa."
"-Haklısın."
"-Oyun ne kadar güzel değil mi?"
"-Ben artık izlemekten bıktım aslında. Buradaki kalabalığı seviyorum. Sıkıldım ama."
"-İstersen biraz yürüyelim?"
"-Çok iyi olur gerçekten!"

Ayrılırlarken, Cahide, Fazilet'e "tamam" anlamında sinsi bir bakış attı. Selim, kendi kendine gülmüştü. Selim, kıza elini uzattı. Kız, Selim'in elini tutarken,

"-Ama çok uzaklaşmayalım. Eğlenceden sonra törenimiz olur."
"-Ne töreni?"
"-Ataları anmak için bir çeşit tören. Sonra herkes tıka basa yer. Misafirler de katılacak tabii."
"-Hahaha. Merak ettim gerçekten. Ya bu oyunda sürekli parmak ucun..."

Selim, şapkasını çıkarıp, kaydı durdurmuştu. Görüntüler tekrar geldiğinde, Selim ve Fazilet artık köye doğru dönüyorlardı. Selim şaşkındı;

"-Şey, gerçekten hiç yapmadın mı?"
"-Hayır." Sesi titreyerek cevap vermişti.
"-Çok ilginç gerçekten. Neden peki? Rahatsız mısın? Ya da bi sağlık problemin mi var?"
"-Hayır, ondan değil. Sadece ilkimin özel olmasını istiyorum. Özel bir insanla."
"-Seninle evlenecek kişi çok şanslı o zaman. Var mı peki biri?"
"-Galiba var." dedi. Sözünü bitirmesiyle birlikte, acı ve inleme sesleri yankılandı. Panikleyen Selim'i durduran, Fazilet'ti. Fazilet, hiçbişey söylemeden, Selim'in dudaklarına yapışmıştı. Bunu beklemeyen Selim, sesleri unutarak, kendini Fazilet'e bırakmıştı. Elbisesini çıkaran Fazilet, Selim'i hırpalayarak soyuyordu. Selim ise, kesinlikle karşılık vermiyordu. Selim, şapkayı çıkarmak isteyen Fazilet'e engel oldu:

"-Bu bir hatıra olarak kalacak!" dedi ve öpüşmeye devam ettiler. Fazilet, Selim'in üzerine çıkmıştı. Selim, Fazilet'in yaşına göre büyümüş olan göğüslerini görebiliyordu. Nefes nefese kalmışlardı. Selim,

"-Emin misin?" diye sordu.
"-Evet, hem de çok eminim!" diye yanıt verdi Fazilet.
"-Ama daha önce yapmadığını söylemiştin. Bir anda böyle..." derken, Fazilet'in yüzünün değiştiğini farketti. Fazilet'in gözleri simsiyah olmuş, benzi soluklaşmış ve dişleri uzayıp, ağzından dışarı çıkmıştı.

"-Evet, daha önce hiç yapmadım!" derken boğuk bir ses çıkmıştı ağzından Fazilet'in. "-Sen ilk olacaksın!" diyerek, Selim'in boğazına yapıştı. Selim, korkunç bir çığlıkla bağırıyordu, ama dehşetinden hareketsiz kalakalmıştı. Uzandıkları ağaç, kıpkırmızı olmuştu; Selim, Fazilet'i tüm kuvvetiyle iterek, köye doğru kaçmaya başladı. Görüntüler, cızırdamaya başlıyordu. Koşarak köy meydanına gelen Selim, gördükleri karşısında aklını yitirmişti adeta: Tüm köy halkı, Fazilet'in dönüştüğü şekilsiz nursuz yaratıklara dönüşmüş ve hepsi gelen misafirlere saldırmış, hepsinin iliğini kemiğini kurutana kadar kanlarını içmişlerdi. Köy meydanında, kollar, bacaklar, bağırsaklar ve kafalar etrafa saçılmıştı. Selim, dizleri üzerine çöküp kaldı. Arkasından hızlıca ona vuran şeyi ilk anda farkedemedi. Sırtını döndüğünde, gelen Fazilet'ti. Görüntüler, artık hem cızırdıyor, hem de kesik kesik geliyordu. Fazilet,

"-Daha işimiz bitmedi!" diye bağırarak, Selim'in vücudunu ikiye bölüp, bağırsaklarını dışarı çıkardı. Sonra, tam kalbinin üstünü yalayıp, boynuna saldırdı. Kameranın üstü, Selim'in kanıyla ıslanmıştı. Selim'in şuursuz çığlıkları ormanda yankılanıyordu. Ve bir anda kayıt bitti.

Ersin, büsbütün gördüklerinden iğrenmişti. Bu tip varlıkların fantastik-bilimkurgu filmlerinde olduğunu sanmıştı hep. Bu görüntülere göre, hepsi gerçeklerdi. Ersin'in şaşkınlığı artıyordu. Bir başka kaseti daha oynatıcıya sürdü. Görüntüler yine açılıyordu...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder